Nükleer enerji, onlarca yıldır uluslararası ve ulusal gündemi meşgul eden bir mesele. Bu konu hakkındaki çalışmaları 20. yüzyılın başlarına dek getirebiliyor olsak da konunun kamuoyunda ilgiyle takip edilmesi 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihlerine rastlar. Bu tarihlerde Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine ABD tarafından atılan atom bombaları yaklaşık 360.000 kişinin ölmesine, on binlerce kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Sonrasında konu, uluslararası arenada gittikçe önemini arttırarak bir güç unsuru olarak boy gösterdi.

1970’li yıllara gelindiğinde; yaşanan petrol krizleri sebebiyle (öyle ki dünyada varillik petrol fiyatları 3 dolardan 10 dolara kadar çıkmıştı)[1] petrol tüketicisi ülkelerin nükleer enerji alternatifini değerlendirdiği, dolayısıyla bu alandaki talebin çok yoğun olduğu ve arka arkaya nükleer enerji santrallerinin kurulduğu görülüyor.[2] 1980’li yılların ikici yarısına kadar ilgi ölçeği bu yönde seyrederken bundan sonra, özellikle 1990’larda bu enerji türüne olan rağbetin azaldığı söylenebilir. Buna sebep olarak “Three Mile Island” (1979, ABD) ve “Çernobil” (1986, Sovyetler Birliği) nükleer kazaları gösterilse de gerçekte doğalgazın enerji pazarına girmesinin bu ilgi kaybında daha belirleyici bir rol oynadığını söylemek yanlış olmaz.

1945’ten bu yana nükleer enerji konusu önemli tartışmalara sebep oldu. Nükleer enerjinin faydaları ve muhtemel zararları üzerine sürdürülen tartışmalarda ciddi argümanlar ortaya konuldu. Özellikle sera gazı salımı noktasında nükleer enerjinin kömür, doğalgaz ve petrole nazaran daha çevre dostu bir yöntem oluşu, kullanılmış yakıtların tekrar kullanılabilmesi, üretilen enerjinin maliyetinin daha düşük olması, diğer yöntemlere nazaran daha yüksek miktarlarda enerji üretilebilmesi ve verimliliğin daha fazla olması gibi faydalarının yanında;[3] radyoaktivite sebebiyle atıkların tehlike arz etmesi, nükleer silahların yaygınlaşmasına katkı sağlaması, kaza riskinin olması ve kaza sonuçlarının ağır olması, uranyum madeninin çıkarılmasındaki zorluklar gibi sakıncaları nükleer enerjinin kullanımıyla ilgili tartışmaların odağını oluşturdu.

Bütün bu tartışmalar sürerken T.C. Enerji Bakanlığı dünyada nükleer santrallerin durumuna dair aşağıdaki rakamları yayımladı:

31 ülkede 446 nükleer reaktör üretime devam ederken 16 ülkede de 63 santralin inşası sürüyor.

Türkiye’de Nükleer Enerji Çalışmaları

Uluslararası zeminde oranlar bu şekilde seyrederken Türkiye özelinde nükleer enerji konusu daha farklı bir çizgide ilerlemiştir. Nükleer santral kurulumuyla ilgili ilk çalışma 1965 yılında başlatılmış olsa da ilk anlaşma 45 yıl sonra -2010 yılında- sağlanabilmiştir. 1974 yılında Mersin-Akkuyu, santral için uygun arazi olarak belirlendikten sonra, 1976 yılında saha lisansı alınmıştır. Fakat 1977-2009 yılları arasında dört defa gerçekleştirilen ihale süreci, her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sonunda ihale yönteminden vazgeçilerek müzakere yoluna gidilmiş ve bir yıl süren müzakereler neticesinde, 12 Mayıs 2010 tarihinde, Rusya ile hükümetler arası bir anlaşma imzalanmıştır.

Konuyla ilgili ikinci bir anlaşma da 3 Mayıs 2013 tarihinde Japonya ile imzalanmıştır. 29 Haziran 2016’da Çin ile “nükleer teknolojiler ve nükleer iş birliğinin karşılıklı olarak geliştirilmesi” kapsamında imzalanan mutabakat zaptının[4] akabinde, geçtiğimiz günlerde G20 zirvesi çerçevesinde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı (TAEK) ile Çin Nükleer İdaresi (NNSA) arasında ikincil bir protokol gerçekleştirildi. Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin katıldığı protokolde nükleer güvenlik işbirliği hakkında yapılan yeni düzenlemelere imzalar atıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşının kutlanacağı 2023 yılı için hükümet tarafından birkaç yıldır dile getirilen “2023 Hedefleri” kapsamında, Türkiye’nin 2023’te dünyadaki en iyi 10 ekonomi arasına girmesi arzu edilmektedir. Ekonominin belkemiği olan “enerji” noktasında ise Türkiye bugün %72 oranında dışa bağımlı bir yapıdadır.

Öte yandan dünyada elektrik talep artışında 1,4 milyar nüfusu olan Çin’den sonra 75 milyonluk nüfusuyla ikinci sırada yer alan Türkiye, bu denli yüksek oranlarda artan elektrik talebini yerel unsurlarla karşılayabilme inisiyatifini de elinde bulundurmak istemektedir.

Burada akla gelen soru “Neden Türkiye’nin iklimi buna uygunken yenilenebilir enerji tercih edilmiyor?” olabilir. Ancak yenilenebilir enerji potansiyelinin tamamı kullanılsa bile, 2023 Hedefleri için tahmin edilen enerji talep oranının yarısının dahi karşılanması mümkün değildir. Hükümet programında 2023 yılına kadar doğalgaz ithalat oranları %30’lara çekilerek enerji ihtiyacının yenilenebilir ve nükleer enerjilerle ikame edilmesinin hedeflendiği görülmektedir. Ayrıca iklim ve hava koşullarına göre değişkenlik göstermemesi, kapasite oranının yenilenebilir enerjiden %50-60 civarında daha fazla olması ve işletme ömrünün de uzun olması, nükleer enerji üretimini cazip hale getirmektedir.[5]

Bu bağlamda, 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan 23 maddelik 2023 Hedefleri arasında, “en az üç nükleer enerji santralini tamamlamış olmak” hedefinin dile getirilmesi, nükleer enerjiyle ilgili kararlılığı ortaya koymaktadır.[6]

Akkuyu Nükleer Santrali; Türkiye ve Rusya

1965 yılında nükleer enerji adına atılan ilk adımın ardından 1974 yılında Akkuyu bölgesinin uygun alan olarak tespit edilmesinden sonra, ilk ciddi girişim 2010 yılında gerçekleşmiştir. Enerji talep oranının yüksek rakamlarda artış göstermesi ve bu talebin yerli yatırımlarla karşılanamaması, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Türkiye açısından arz ettiği önemi ortaya koymaktadır. Bugün dünya genelinde üretilen enerjinin %11’i hâlihazırda işletimde olan 446 nükleer reaktörle karşılanmaktadır.

12 Mayıs 2010’da yapılan anlaşma uyarınca kurulacak santral dört ünite VVER-1200 tipi (AES-2006) dört reaktör ile toplam 4800 MWe kurulu güce sahip ve toplam işletme süresi de 60 yıl olacaktır. Bu doğrultuda 13 Aralık 2010 tarihinde Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. kurulmuştur. İlk etapta şirketin %100 hisse payı Rusya’nın devlet şirketi Rosatam tarafından yetkilendirilen Rus şirketlerine aittir. Bu oran en çok %51’e kadar düşebilecektir. Konuyla ilgili alınması gereken tüm izinler 2014 yılında tamamlanmıştır.

Ayrıca proje kapsamında santralin inşaatı ve işletmesi esnasında Türk personelin çalıştırılması ve eğitilmesi de öngörülmektedir. Bu çerçevede nükleer mühendislik eğitimi almak üzere bugüne kadar Rusya’ya 273 öğrenci gönderilmiştir; bu sayının Akkuyu santralinin tamamlanmasıyla 600’ü bulması planlanmaktadır. Öte yandan projeye envanteri elverişli olan Türk firmalarının da dâhil edilmesiyle yerel “nükleer tecrübe”nin oluşturulması da hedeflenmektedir.[7]

Yukarıda bahsettiğimiz çalışmalar sürerken 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye, Suriye sınırında sınır ihlali yapan Rus savaş uçağını “sınır güvenliğini sağlamak maksadıyla” düşürdü. Bu olay üzerine iki ülke arasında çıkan kriz sebebiyle savunma, turizm, gıda ve enerji gibi birçok alanda mevcut anlaşmalar süratle askıya alındı.[8] Sıcak gündem, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yatırımlarından olan Akkuyu Nükleer Santrali projesinin akıbeti ile ilgili de soru işaretlerine sebep oldu.[9]

İki ülke arasında yaşanan kriz, yürütülen bir dizi diplomatik çabanın ardından 9 Ağustos 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya lideri Vladimir Putin’in St. Petersburg’da geniş katılımla heyetler eşliğinde bir araya gelmesiyle çözüldü. İki lider arasındaki bu görüşmenin Türkiye tarihinin en kanlı darbe teşebbüsü olan 15 Temmuz’un ardından yapılması ise ayrıca önem arz ediyor. Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak darbe girişimini kınayan ilk lider olması, Erdoğan’ın malum olay sonrasında ilk resmî ziyaretini Rusya’ya yapması, ilişkilerde kriz öncesi seviyeye dönüş için liderlerin kararlılıklarını ortaya koymuş oldu. İkili görüşmeler neticesinde yapılan ortak basın açıklamasında, askıya alınan anlaşmaların eski, olumlu düzeye çekildiği ve Akkuyu Nükleer Santrali’nin de “Stratejik Yatırım” statüsüne alındığı açıklandı.

Akkuyu Nükleer Santrali’nin ilk ünitesinin 2022 yılına kadar işletmeye açılması, diğer üç ünitenin ise birer yıl arayla nihayete erdirilerek 2025 yılı sonunda tamamlanması planlanıyor.

 


[1] Kadir Temurçin ve Alpaslan Aliağaoğlu, “Nükleer Enerji ve Tartışmalar Işığında Türkiye’de Nükleer Enerji Gerçeği”, Coğrafi Bilimler Dergisi, 2003, 1(2), 25-39; Türkiye Enerji Forumu, 2001:162, 165.

[2] Temurçin ve Aliağaoğlu,“Nükleer Enerji ve Tartışmalar.....”, s. 25-39.

[3] https://ekonomist.co/ekonomist/ekonomi/nukleer-enerji-avantajlari-6659/

[4] http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Bakanlik-Haberleri/Turkiye-Ve-Cin-Arasinda-Nukleer-Enerji-Alaninda-Is-Birligine-Dair- Mutabakat-Zapti-Imzalandi

[5] http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Ulkemizde-Nukleer-Santraller

[6] http://www.ensonhaber.com/basbakanin-23-maddelik-2023-hedefi-2011-01-23.html

[7] http://www.enerji.gov.tr/Resources/Sites/1/Pages/Sayi_13/Sayi_13.html

[8] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151204_rusya_krizin_10_gunu

[9] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151209_rusya_turkiye_akkuyu