Herkesin bir Filistin algısı vardır.

Zalimlerin, mazlumların, direnenlerin, sinenlerin, iş birlikçilerin, erdemlilerin, fedailerin, korkakların, yakınlık duyanların, uzaktan bakanların… vb. 

Zalimlerin Filistin algısında; 1898 Basel Siyonist Kongresi1917 Balfour Bildirisi1948 Nakba (Büyük Felaket) ve 1978 Camp David Anlaşması vardır.

Mazlumların Filistin algısında; Deir YasinKara Eylül, Sabra Şatilla, Cenin, Dökme Kurşun katliamları ve çocukların sıçrayarak yataklarından uyandığı onlarca vahşet bulunmaktadır.

Direnişçilerin Filistin algısında; 1936 Ayaklanması, Kerame Zaferi, Beyrut Müdafası, İntifada ve Gazze direnişi öne çıkar.

Bir de Filistinli olmayan ama kalbi Filistinlilerle beraber atan vicdan sahiplerinin bir Filistin’i vardır ki, 1947’de o topraklara yardım için giden Mısırlı gönüllülerden 2003’teki Rachel Corrie’ye, oradan 2010 yılında Mavi Marmara’ya uzanan erdemlilerin Filistin’idir bu. Bu insanlar Filistin’de yaşamadıkları halde “Filistin’i içlerinde yaşayanlardır.” 

İşgalci bir gücün siyasetini belki önleyemez ya da bir katliamı durduramayabilirsiniz. Bireysel olarak elinizden bir şey gelmediğini düşünebilir ve olayları sadece izlemekle yetinebilirsiniz.

Ama tıpkı Mavi Marmara’da olduğu gibi, kimilerinin tercihi “izleyicilikten” yana değil, bizzat kendi iradeleri ile tarihe müdahale etmekten yana olmuştur. Günlük bir mecburiyetten, hukuki bir gereklilikten yahut devlet politikasının gereği olarak değil, bilakis kalbin derinliklerinden gelen bir sorumluluk hissi ile fedakârlığa girişenlerin öyküsü olmuştur Mavi Marmara.

İsmi Mavi Marmara ile efsaneleşen Özgürlük Filosu'nun oluşumu, Filistin halkının en ihtiyaç duyduğu anda dünyanın farklı bölgelerinden atan yüreklerin ortak sesiyle gerçekleşti. Başka bir dönemde bir araya gelmeleri mümkün olmayan yüzlerce insan, aralarındaki tüm farklılığa rağmen ortak bir amaç için buluşmayı bilmişti. Onları bir araya getiren ortak duygular, farklı kaynaklardan gelse bile aynı denize dökülen bir nehir gibi, Mavi Marmara gemisinde buluşup Filistin’e akan bir çağlayan oldu. Onları buluşturan ne sadece yaşanan adaletsizliklere isyan duygusu ne de sadece Filistinlilere birkaç ton yardım malzemesi taşımaktı. Onlar, yerlere düşmüş insanlık onurunu yeniden hak ettiği yüceliğe kaldırmak üzere, bir araya gelmiş “faziletliler ittifakı” (Hilfül-Fudul) idi.

Uluslararası Orman Kanunu ve Filistin

1920-1945 arası sömürge döneminin en kanlı ve sorunlu mirası durumundaki İsrail rejiminin Filistin halkına ve tüm dünyanın kutsal bildiği değerlere karşı verdiği kanlı mücadele ilk günkü sıcaklığı ile sürüyor.

Batı'daki bazı devletlerin ikiyüzlü politikalarıyla desteklenen işgal siyaseti, ortaya “toprakları elinden alınmış mazlum bir halkı” ve bunların karşısında her türlü aşırılığı hoş görülen bir zalim yerleşimciler topluluğunu çıkarmıştır.

İsrail ve kimi Batılı destekçileri için Filistin’deki sorun bir güvenlik sorunu gibi sunulmaktadır. Oysa burada yaşanan sorun; Filistin halkının temel haklarının ihlali ve bunların geri alınmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. 

1948, 1956, 1967, 1973 yıllarında İsrail’le yaşanan büyük savaşlar, Filistin halkının temel haklarının geri döndürülmesi içindi. 1987 ve 2000 yıllarındaki büyük ayaklanmalar da yine, onurlu bir yaşamdan başka bir amaç taşımıyordu. Bu tarihlerin arasına sıkışmış onlarca kahramanlık örneği de yine bağımsız bir Filistin içindi.

Ancak Filistin halkı, yaptığı her savunma mücadelesi ardından daha ağır bir cezaya mahkûm edilmiş, daha fazla kan dökülmüş, daha fazla hapis ve daha fazla sürgün gelmiştir. 63 yıldır her gün aynı acıyla uyanan Filistin halkının gasp edilen hakları, İsrail’deki yerleşimcilerin güvenlikleri için feda edilmiştir.

"İsmi Mavi Marmara ile efsaneleşen Özgürlük Filosu'nun oluşumu, Filistin halkının en ihtiyaç duyduğu anda dünyanın farklı bölgelerinden atan yüreklerin ortak sesiyle gerçekleşti. Başka bir dönemde bir araya gelmeleri mümkün olmayan yüzlerce insan, aralarındaki tüm farklılığa rağmen ortak bir amaç için buluşmayı bilmişti."

Uluslararası hukuk denilen “yandaş hukuk”, İsrail’in güvenliğini sağladığı sürece dikkate değer bulunurken, Filistinlilerin haklarından bahseden herkes Filistinlilerle aynı kaderi paylaşmaya mahkûm edilmiştir. Tıpkı Mavi Marmara’da olduğu gibi.

Filistin’de yaşanan trajedi, dünya halklarında büyük bir vicdan dalgası oluştururken, devletlerin resmî politikaları ile halkların sivil politikaları büyük bir mücadeleye girişmiştir. Bu nedenle uluslararası kurumlarda devletler İsrail’i kurtarma telaşıyla ikiyüzlü politikalara imza atarken, aynı ülkelerin vatandaşları Filistin’i kurtarmak üzere dünya çapında faaliyetler gerçekleştiriyordu.

İsrail’in Filistin halkının direnişi karşısında verdiği kayıplar nedeniyle Ağustos 2005’te Gazze’den çekilmesi ardından başlayan yeni dönem, Filistin halkıyla birlikte dünyadaki vicdan sahiplerini umutlandırmıştı. Belki de yıllardır çekilen acılar sona erecek, halkın kendi seçtiği temsilcileri onları tam bağımsızlığa taşıyacaktı. 

Kısa süre sonra, 2006 başındaki parlamento seçimleri, bu yönüyle dönüm noktası oldu. Halk kendi iradesine uygun hükümet hayali kurarken, İsrail ve Batı’nın hesabı, kamuoyu yoklamalarında şansı yüksek görünen kendi yandaşlarını iktidara getirerek Filistin halkı içinde imajı giderek tükenen eski yandaşlarını kızağa çekmekti.

Filistin halkı “yanlış yönde” (!) oy kullanmıştı. İsrail’in istediği ve Batı'nın kendilerine adres olarak gösterdiği kişileri değil, hesapta olmayan Hamas’ı seçmişti. 2011 yılı Ocak ayından itibaren Ortadoğu ülkelerinde diktatörleri deviren demokrasi hareketlerine destek veren(!) Batılı ülkeler, demokrasiye beş yıl önce geçen Filistin’e darbe vurdular. İsrail ve Amerika, Filistin hükümetini tanımazken, diğer Batılı ülkeler de Filistin’e kapsamlı bir ambargo başlattılar. Filistin halkının demokratik seçimlerle iktidara getirdiği hükümet, saygı görmek bir yana büyük bir kitlesel cezalandırmanın gerekçesi yapıldı.

İsrail’den Nazi Taktikleri

Düşman gördüğü bir grubun iktidara gelmesi İsrail’i, Batılı destekçilerini ve bazı Arap ülkelerini oldukça sarsmıştı. İsrail ilk iş olarak 120 sandalyeli Filistin meclisinde 50’den fazla seçilmiş milletvekilini hapse attı. Filistin halkının temsilcileri şahsında halkın iradesi ayaklar altına alınmıştı. Seçimin galibi Hamas’ın taraflara iş birliği için yaptığı tüm teklifleri başta siyasi rakibi Fetih Hareketi olmak üzere bütün yerel ve uluslararası aktörlerce reddedilmiş, böylece bölge barışı konusunda tarihî bir fırsat kaçırılmakla kalmamış, inanılmaz bir çifte standart da uygulamaya konulmuştur. 

Halkın %65’inden fazlasının destek verdiği hükümet iş yapamaz hale gelirken, uygulanan ekonomik ambargo Filistin’de fakirlik ve işsizlik oranını arttırarak içerideki sosyal dengeleri bozmaya başlamıştır. Dünyanın en kalabalık yerleşimine sahip küçük bir coğrafyada sıkışıp kalmış 1,5 milyon insanın 900.000’i mülteci idi ve bu durum siyasi ve sosyal çalkantılar için de uygun bir toplumsal altyapı sağlamaktaydı. 

İşgal altında tuttuğu Gazze’den 2005 yılında çekilen ama katliamları hız kesmeyen İsrail, ambargo süreciyle birlikte 3.000’den fazla Filistinli sivili öldürdü. Büyük bölümü sakatlıkla neticelenen yaralanmaların sayısının ise 100.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Öldürülen ve yaralananların önemli bir kısmını ise masum kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. 

2006’daki parlamento seçimlerinden sonra başlayan ve 2007 yılı Haziran ayında şiddetlenen ekonomik ve siyasi ambargonun ardından 2008 yılı sonunda gelen 22 günlük İsrail saldırısı, tüm dünyanın gözleri önünde bir halkın nasıl soykırıma maruz kaldığını tüm açıklığı ile ortaya koymuştu. İçerideki sıkıntılara ilave olarak günlük İsrail bombardımanları insanları canından bezdirdi.

Gazze katliamı İsrail’de siyasetin giderek radikalleştiği ve irili ufaklı onlarca partiden oluşan koalisyon hükümetindeki büyük ortakların pastadaki paylarını arttırma hesapları yaptığı bir dönemde gelmiştir. Yahudi göçmenlere yeni yerleşim yerleri açma, Gazze’yi bombalama ve Arapları aşağılama üzerine inşa edilmiş mevcut hükümet politikalarına desteğin %90’lara vardığı İsrail’de, Siyonist politikalarla birlikte kendini de dünyadan giderek soyutlayan halk için, tüm dünya “kötü”, Netanyahu hükümeti “iyi” idi. Bu algı, İsrail’in uzlaşmaz tutumunu beslerken, bir yandan da soykırımı bir devlet politikası haline dönüştürmüştür. Artık, İsrail’de siyaseten prim yapmanın en kestirme yolu radikal Filistin terörü(!) ile mücadelede kararlı olmak ve fanatik Yahudi yerleşimcilerin oylarını almak için Filistinlilere darbe vurmaktı.

Kitlesel Cezalandırma ve Gazze’nin Dramı

Hamas’ın iktidara geldiği 2006 yılı başından itibaren kademeli olarak dozu artırılan ekonomik ambargo sürecinde işsizlik %80, fakirlik %75, enflasyon %200 oranında artış göstermiş, Gazze’nin dünya ile bağlantısını sağlayan tüm sınır kapıları kapatılmış ve Gazze bir açık hava hapishanesine dönüştürülmüştür. Hayatın giderek işkenceye dönüştüğü Gazze’de, hastaneler yakıt ve ilaç yokluğundan hizmet veremez olmuş, ekmek fırınlarının çoğu kapanmış, bombardımanlarda yok edilen temiz su şebekeleri sebebiyle salgın hastalıklar can almaya başlamıştı.

Temel geçim kaynakları tarım, küçük imalat ve balıkçılık olan Gazze’de, sistemli bir fakirleştirme siyaseti sebebiyle 10 yıl önceki üretimin yarısı dahi yapılamamaktaydı. Her yıl 1,5 milyar dolar zarar eden Filistin ekonomisinin halka maliyeti, yılda kişi başına millî gelirin Gazze’de 385 dolara düşmesiyle sonuçlanmıştı. Bu ise açlık sorununun yaşandığı birçok Afrika ülkesindeki kişi başı gelirin yarısına bile denk gelmemekteydi. 

Tarımsal ilaç ve gübre girişinin sınırlandırılması sebebiyle tarlalardaki verim %40 düşmüş, yetiştirilen ürünlerin bölge dışına çıkışı kısıtlandığından ihracat geliri %80 azalmıştı. Gelirin azalmasına paralel olarak pahalılaşan gıda maddeleri bölgede ciddi bir beslenme sorunu ve hastalık riski ortaya çıkarmış, olması gereken kilonun altındaki çocuk sayısı %60 oranında artmıştır. Temel ekonomik göstergelerin kötüleşmesi Gazzelileri dış yardımlara bağımlı hale getirirken gıda güvenliğini; siyasi algılar ve dış baskılar karşısında daha da kırılgan yapmıştı.

Mısırlı siviller tarafından tüneller aracılığıyla gıda maddelerinin bir bölümünün kaçak yollarla karşılanması, komadaki hastaya ağrı kesici vermek gibiydi. Çünkü Gazze halkının ekonomik anlamdaki sorunu, kısa vadede gıda sıkıntısı çekmesi değil, aksine etkisi onlarca yıl sürecek bir fakirleştirme ve insani kalkınmışlık seviyesinin aşağıya çekilmesi meselesiydi.

Dünya Halkları Filistin İçin Birleşiyor

Filistin’de bu haksızlıklar yaşanırken dünyada da bir vicdan hareketi oluşmaya başladı. Ambargonun ilk gününden itibaren başta Türkiye halkı olmak üzere dünyanın birçok ülkesindeki kitleler, ambargo karşıtı çabalara hız verdiler. Bu çabalar salt maddi destekten öte, yalnızlığa mahkûm edildikleri bir anda Filistin halkının yanında olma, onlara moral verme ve onların acılarını paylaşma temelli bir yardımlaşma duygusuyla gerçekleştirilmiştir. Bu ise, siyasi görüş ve devlet politikalarının üzerinde, halklar arasındaki sivil bir dayanışma örnekliği ile başarılmıştır.

"Hamas’ın iktidara geldiği 2006 yılı başından itibaren kademeli olarak dozu artırılan ekonomik ambargo sürecinde işsizlik %80, fakirlik %75, enflasyon %200 oranında artış göstermiş, Gazze’nin dünya ile bağlantısını sağlayan tüm sınır kapıları kapatılmış ve Gazze bir açık hava hapishanesine dönüştürülmüştür."

Bu kampanyalar süresince Filistin halkının içinde bulunduğu kuşatmanın etkilerini hafifletmek, onurlu bir yaşam için gerekli olan koşulları oluşturmalarına yardımcı olmak, ambargo nedeniyle geçim sıkıntısı yaşayan ailelere yeni imkânlar oluşturmak, Filistin’deki altyapıyı güçlendirerek bölgeyi daha yaşanabilir kılmak ve nihayetinde yetimlere sahip çıkmak gibi temel insani amaçlar gözetilmiştir.

Yukarıdaki amaçların gerçekleşmesi için sadece İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından toplanan milyonlarca dolar tutarındaki ayni ve nakdi yardım ambargo sürecinde Filistin halkına ulaştırılmıştır. Yine bu çerçevede Filistin halkının karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü konusunda kamuoyu oluşturmak üzere yüzlerce program düzenlenmiş, bölgedeki yaralıların tedavisi gerçekleştirilmiş, Türkiye’deki belediyelerle Gazze’deki belediyeler arasında aracılık yapılarak birçok altyapı projesi tamamlanmıştır.

Mavi Marmara’ya Giden Yol

Bir yanda yardımlar yapılıp, bir yanda halkın resmî çevrelere baskıları devam ederken, başka bir koldan da sivil toplum hareketleri olarak dünyanın değişik ülkelerinde eş zamanlı çalışmalar gerçekleştiriliyordu.

Siyonizm’in işgal politikasını desteklemek üzere değişik uluslararası platformlarda iş birlikçiler nasıl güç birliği yapıyorsa, Filistin için bir araya gelmiş erdemli insanların da güç birliği kaçınılmazdı. Filistin halkının dramı, dünyadaki vicdan sahibi insanları birbirine yakınlaştırdı. Ortak programların sayısı artarken, duygular, düşünceler ve hedeflerde ortak paydalar sağlanıyordu.

Bu çerçevede Viva Palestine hareketi ile iş birliği içinde 2009 yılında büyük bir kara yolu konvoyu organizasyonu yapılmış, 200’e yakın ambulans, okul servisi ve kamu aracı Gazze halkına ulaştırılmıştı.

Eş zamanlı aktivitelerle Gazze’ye yönelik ambargo 2008-2010 yılları arasında dünyadaki farklı sivil toplum kuruluşlarınca denizden yedi defa delinmeye çalışılmış, bunların beşi başarıyla sonuçlanırken ikisi İsrail’in sert müdahalesi ile yarım kalmıştı. 

Ancak gerçekleştirilen tüm bu faaliyetler sırasında ziyaret edilen Gazze bölgesindeki insani durum dünya toplumlarının daha fazla dikkatini çekmiştir. Uygulanan ambargonun yol açtığı sorunların ve Filistin halkının içinde bulunduğu koşulların daha önce yapıldığı şekilde anlamlı ama sorunu çözmekten uzak yardım çabaları ile iyileştirilemeyecek düzeylerde olduğu görülmüştür. Çözüm olarak daha büyük oranlarda ve daha sık aralıklarla yapılacak yardımlar için bir “yardım koridoru” açılmalı idi. 

Zira, günü birlik yardımların Gazze’deki köklü insani sorunların çözümüne kısmi katkı dışında yapacağı bir destek olmaması, bir süre sonra bağışçılarda da yorgunluk oluşturmaya başlamıştı. Bunun tehlikesi, Filistin halkının yalnız kalmasının ötesinde, İsrail’e karşı insanların artık bir şey yapılamayacağı yanılgısına kapılmaları olacaktı ki, bu ilkinden daha büyük bir afet anlamına gelmekteydi. 

Bir seferde daha büyük miktarlarda yardım yapılmalıydı. Bu yapılan yardımlar da kolay ve ucuz bir yolla olmalıydı ki, bölgeye yararı olsun. Filistin’e kara yolu ile böyle bir koridorun açılması ambargoyu bizzat uygulayan İsrail ve Mısır’ın varlığı sebebiyle imkânsız olduğundan arada hiçbir sınır ülkesinin olmadığı tek yol bir liman kenti olan Gazze’ye denizden ulaşmaktı. Yardım koridoru denizden açılmalı ve bir seferde binlerce tonluk yardım malzemesi hiçbir ülkeye uğramadan doğrudan Filistin halkına ulaştırılmalı idi. 

Susmak ve bölgeye sadece yardım taşımak da doğru değildi. Hatta daha tehlikelisi, İsrail’in işgal politikasına dolaylı yoldan destek olmak gibi bir sonuca bile dönüşebilirdi. Çünkü sorunun köklü biçimde çözümüne katkı sağlayacak bir destek vermiyorsanız, İsrail’in yıktığını onarmak, vurduğunu iyileştirip bir sonraki yıkıma ve katliama kadar hazır hale getirmek gibi bir kısır döngü içine girebilirsiniz. O nedenle işgalin ve haksız ambargonun sona ermesi adına, Filistin halkına yapılabilecek en büyük destek, bu işgali bitirmede onlara dünyanın desteğini taşımaktı. Nitekim bu sayede İsrail, artık karşısına sadece Filistin halkını değil tüm insanlık ailesini almış olacaktı ki, bu savaşı kazanması mümkün görünmüyordu.

Yaşanan haksız ambargo, Filistin halkının geleceğini çalarken, bu ambargoyu sessizce seyreden çevre ülke halklarına da sorumluluklarını hatırlatmayı zorunlu kılmıştı. Bunlar içinde ön plana çıkan Mısır ve Ürdün’deki kamuoyunu harekete geçirmek iş birlikçi yönetimlerin tutumlarını yumuşatmada yardımcı olacaktı. Nitekim, dünyanın farklı bölgelerinden Gazze’ye yönelmiş konvoylara ve gemi seferlerine verilen destekler, ambargoya seyirci olan Arap ülkelerindeki toplumsal hareketliliği de sağlamıştı. Bölge halkları, tüm dünyanın karşı çıktığı ambargonun kırılması için ellerinden gelen gayreti göstermeye başlamıştı. Bu özgüvenin bir yıl sonra bu kez kendi özgürlükleri için sokağa dökülecek olan bu toplumların bilincine ne büyük bir katkıda bulunduğu sonradan anlaşılacaktır.  

Tüm dünyanın gözleri önünde bir toplum yavaş yavaş ölüyordu ve müdahale edilmemesi halinde bu suça ortak olmak gibi bir zillet tüm insanlığın yakasına yapışmak üzereydi.

İnsani değerlerin çirkin siyasi pazarlıklara kurban edildiği, hak ihlallerinin büyük bir maharetle örtbas edildiği bölgeye yönelik yardım çalışmalarında, uluslararası çapta büyük bir organizasyon artık kaçınılmaz hale gelmişti. Aralarında hiçbir çıkar ilişkisi olmayan, her biri kendi ülkelerinde haksızlıklara karşı çabalayan dünyanın 37 ülkesinden sivil toplum örgütleri ve aktivistler bir araya gelerek Mavi Marmara gemisiyle özdeşleşen vicdani başkaldırıyı gerçekleştirdi.