ÖNSÖZ

 Bayılmadan önce duyduğum son söz

 Uygur olmamın bir suç olduğuydu.

Mihrigül Tursun[1]

 

2017 Nisan’ından itibaren Doğu Türkistan genelinde yoğun bir şekilde kurulmaya başlayan ve sayılarının 1.200’ü geçtiği belirtilen toplama kampları ve bu kamplarda tutulduğu tahmin edilen 3 milyon insan ve en az bir o kadar da acı hikâye var. Bunların hepsini bir kitapta toplayabilmiş olsaydık bu, şüphesiz dünya tarihinin en dokunaklı kitaplarından biri olurdu.

Evlerinden, çocuk ve eşlerinden, anne-babalarından, akraba ve arkadaşlarından, işlerinden, okullarından hasılı en sevdiklerinden kopartılan ve dört duvar arasına sıkıştırılan, dünyanın en ağır işkence ve mahrumiyetlerini yaşayan 3 milyon Doğu Türkistanlı...

Dayak yiyen, tecavüze ve cinsel şiddete uğrayan…

Aç, susuz ve uykusuz bırakılan…

Çöl ortasındaki kamplarda yazın sıcağında, bazen de kışın soğuğunda çırılçıplak hâlde bekletilen…

İnanç ve değerlerini inkâra zorlanan, domuz eti yedirilip içki içirilen, psikolojik ve moral değerleri yerle bir edilen…

Umutları, yarınları ellerinden alınan…

Geride bıraktığı aile ve yakınlarıyla bağları kopartılan…

Çocukları kreş ve yatılı okullara kapatıldığı için aklı hep onlarda kalan…

İnanmadıkları Çin Komünist Partisi (ÇKP) ideolojisinin söylevlerini, marş ve şiirlerini ezberlemek zorunda bırakılan, bir dinmişçesine partinin liderlerine tazime zorlanan…

Kısacası, sırf insan olması hasebiyle doğal olarak sahip olduğu tüm hakları gasp edilen ve bütün bu muamelelere hiçbir suçu olmadan ve çoğunlukla da hiçbir mahkemede yargılanmadan maruz kalan, dahası bu işkencehanelerden ne zaman çıkacağını dahi bilmeyen yüz binlerce insan…

Bu insanlarla aynı gökyüzünün altında bulunmak ve onların acı ve ıstıraplarına, yürek yangınlarına, kalp kırıklıklarına uzaktan da olsa şahitlik etmek ise bizleri yaşadığımız çağın adaletten uzak düzeninde insanlığımızdan utandırıyor.

Kızgınlığımızın en önemli sebebi ise bütün dünyanın gözleri önünde bu kadar zulüm, hak-hukuk ihlali yapılırken devletlerin, resmî-sivil bütün kurum ve kuruluşların kör, sağır, dilsiz ve yüreksiz oluşları! Hotenli Adil Awut’un şu sözleri Çin kamplarında yaşananları özetliyor âdeta: “Luopu’da bir toplama kampına girerseniz asla dışarı çıkamazsınız.”[2] Adil’e ve Adil gibi yüz binlercesine bunları yaşatan bir dünya ne kadar mutluluk verebilir ki insana?

Peygamber Efendimiz (sav), “Kim bir kötülük görürse eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” buyurmaktadır.[3] Bu çerçevede, elinizdeki çalışma akademik kaygılarla değil, bilakis Doğu Türkistan’ın dört bir yanında keyfekeder açılan toplama kamplarının masum insanlar nezdindeki tezahürünü olabildiğince göstermek amacıyla hazırlanmıştır; dolayısıyla bir empati ortamı oluşturma ve harekete geçme enerji ve gayreti olarak okunmalıdır.

Amacımız; Uygur’u, Kazak’ı, Kırgız’ı ve Hui’siyle İslam inancına mensup insanları, görünüşte ideolojik ve inanış olarak yok etmeyi ve fakat uygulanan yol ve yöntemlere bakıldığında bunun da ötesinde ırkçı bir yaklaşımla topyekûn ortadan kaldırmayı hedefleyen Çin’in insan hakları ihlalleri ve soykırım içeren uygulamalarından vazgeçmesi adına bir kanaat oluşturabilmektir.

Ülkesi Bosna’da nice soykırımlara şahitlik eden rahmetli Aliya İzzetbegoviç “Unutulan soykırım tekrarlanır.” diyor. Hiçbir soykırım elbette unutulmasın ve insanlık ailesi bir daha asla soykırımlarla yüz yüze kalmasın duasıyla bu çalışmanın hazırlanmasında yönlendirme ve teşvikleri olan kıymetli İHH Başkanımız Bülent Yıldırım’a, metni okuyarak fikirlerini paylaşan İHH Mütevelli Heyet üyelerine ve İNSAMER Başkanı Ahmet Emin Dağ’a, bazı bölümlerin hazırlanmasındaki katkılarından dolayı Hacer Ahmedoğlu’na, önerileriyle destek veren Amine Tuna Ertürk’e ve çalışmanın hazırlanmasında bana yardımcı olan kıymetli aileme teşekkürü bir borç bilirim.

GİRİŞ

Uygur bölgesinde neler oluyor?

2000’li yıllardan itibaren siyasi, ekonomik ve askerî atılımlarla gündeme gelen Çin,[4] sınırlarının doğu ve batısında iki farklı yüzle ortaya çıkmaktadır. Özellikle uzun yıllardır asimilasyon ve yıldırma politikaları yürüttüğü Doğu Türkistan’ı[5] tüm dünya gündeminden saklamakta, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Müslüman Uygurları her türlü hak ihlaline maruz bırakmaktadır. Öyle ki bugün dünya üzerinde hak ve hürriyetler açısından Doğu Türkistan’ın Müslüman halkından daha zor durumda bulunan bir topluluk yoktur dense abartılmış olmaz.

2016 yılı Ağustos ayından bu yana Sincan (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi Komünist Parti Sekreteri olan Chen Quanguo’nun[6] Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in[7] emriyle 2017 Nisan ayından itibaren[8] Doğu Türkistan’daki Uygurları toplama kamplarına veya Çin’in resmî söylemiyle zorunlu “Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezleri”ne göndermesi, Çin için yüz kızartıcı yeni bir fiil anlamına gelmektedir.[9]

Dünya kamuoyunun toplama kamplarının varlığından haberdar olması ise, Uygurların yanı sıra Kazak Türklerinin de kamplara alınmalarıyla olmuştur. Doğu Türkistan’da yaşayan Kazakların Kazakistan’daki akrabalarının sürekli olarak Kazakistan Dışişleri Bakanlığı’na giderek haber alamadıkları Doğu Türkistan’daki akrabaları hakkında soruşturma dilekçesi vermesi, Kazakistan’ı harekete geçirmiştir. Kazakistan ile Çin arasında diplomatik bir krize dönüşen bu süreçle birlikte, tüm dünya kampların varlığından inkâr edilemez bir şekilde haberdar olmuştur. Kamplardan kurtulmayı başararak Kazakistan’a gelen şahitlerle yapılan röportajlar da toplama kampları gerçeğini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.[10] Bu gelişmeler üzerine Çin, daha önceleri ısrarla inkâr ettiği kampların varlığını 2018 yılı Ekim ayında kabul ederek, Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümeti Başkanı Shohrat Zakir’in Xinhua Haber Ajansı’na verdiği röportajla bölgede uzun süredir “mesleki eğitim ve öğretim programının” uygulandığını açıklamak zorunda kalmıştır. Kampların “terörizm, ayrımcılık, aşırıcılık ve dinî faaliyetleri durdurma” amacıyla kurulduğunu söyleyen Zakir, sözüm ona bu “eğitim merkezlerinin” bölge halkına radikalleşme eğiliminden sıyrılmak, ülkenin ortak dilini öğrenmek ve mesleki becerilerini arttırmak için imkân verdiğini iddia etmiştir.[11] Çin, toplama kamplarını bölgede o kadar geniş bir biçimde kurmuştur ki, belgeler 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa bir etnik-dinî azınlığın bu kadar yoğun bir şekilde kitlesel olarak hapsedildiğini teyit etmektedir.[12]

Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında tutulanların sayısı ile ilgili olarak farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte, mevcut veriler, kamplarda 3 milyon civarında insanın tutulduğu yönündeki tahminleri güçlendirmektedir.[13] Çoğunlukla herhangi bir mahkemede yargılanmayan[14] ve çoğuna bir suç dahi isnat edilmeyen masum insanlar[15] için inşa edilen ve her geçen gün genişletilen bu hapishaneler, Nazi toplama kampları ya da Sovyet Gulagları[16] uygulamalarını hatırlatmaktadır. Evlerinden, yurtlarından, eş ve çocuklarından zorla koparılan insanların sayısı her geçen gün artarken uygulanan işkence ve zulümler neticesinde de binlerce insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Birçok aileye akrabalarının naaşı teslim edilmiş, ancak ölüm nedenleri hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Kamplardaki yaşam koşullarının oldukça ağır olması yanı sıra, aralarında çocukların da bulunduğu tutukluların sayısının kamplar için kuruluşlarında belirlenmiş kapasitesinin çok üzerinde olduğu belirtilmektedir. Öyle ki, 10.000’den fazla insanın tutulduğu kampların olduğundan bahsedilmektedir.[17] Kimi şahitlerin beyanlarına göre, insanlar daracık koğuşlarda sırt üstü yatma imkânına bile sahip olamadıkları için ancak yan dönerek yatmakta, bazı kamplarda bu bile mümkün olamamakta, insanlar ancak sırayla uyuyabilmektedir.

Kamplardan çıkmayı başaranların ifadelerine göre, toplama kamplarında uygulanan metotlar, Çin yönetiminin yaş ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın bütün Uygurları “suçlu” kabul ettiğini, özellikle de din ve geleneklerine bağlı olanlara “terörist” muamelesi yaptığını göstermektedir.

Batılı kaynaklara göre Doğu Türkistan’da 1.200 civarı toplama kampı bulunmaktadır.[18] Bu, neredeyse her Uygur ailesinden en az bir kişinin söz konusu kamplarda tutulduğu anlamına gelmektedir. Tutuklu olanların genellikle 20-40 yaş arası Uygur erkekleri olduğu belirtilmektedir. Kamplardaki Uygurlar inançlarını değiştirmeye ve Komünist Parti ideolojisine boyun eğmeye zorlanmaktadır. Bölgedeki durumun böylesi vahim bir hâl aldığı mevcut koşullarda akıllara Çin’in insan haklarına tamamen aykırı olan bu kampları neden açtığı, kampların adet ve yerleri, buralarda ne kadar kişinin tutulduğu, insanların tutuklanma gerekçeleri, kampların yaşam koşulları, insanların hangi muamelelere maruz kaldığı, kamplarda tutuklu bulunanların covid-19 salgını sonrası sağlık durumları, kamplara alınanların çalışma kampları ve fabrikalara zorunlu işçi olarak gönderilmeleri, kamplarda tutulanların çocuk, eş ve yakınlarının akıbetleri ile kamplar gerçeği karşısında uluslararası tepkilerin nasıl olduğu gibi sorular gelmektedir. Çalışma boyunca bu ve benzeri soruların cevapları aranacaktır.

YENİ NESİL GULAGLAR

Aziz şöyle söyledi: “Yapabilseydim,

Uygur olarak doğmamayı, Sincan’da doğmamayı

tercih ederdim. Biz dünyanın en talihsiz etnik grubuyuz.”[19]

Nazi Almanya’sı toplama kampları, Sovyet Gulagları, Pol Pot’un ölüm tarlaları ve Bosna soykırımı… Bunlar 20. yüzyılda dünyada toplama kamplarının en uç örneklerinin sergilendiği birbirinden vahşi olaylar olarak tarihe geçen insanlık suçları.[20] Buralarda tutulup katledilen insanlar, devletlerin düşman kabul ettiği sivillerdi ve bu suçsuz insanların çoğu zorla çalıştırılmanın yanı sıra bilinçli bir şekilde asimilasyona ve soykırıma uğradılar. Şüphesiz, kitlesel toplama kampları Nazilerle başlamadı veya bitmedi. Günümüzde bu tür kampları Çin’den Avrupa’ya ve ABD’ye kadar her yerde görmek mümkün. Peki bu tür kampların kurulmasını veya yayılmasını nasıl durdurabiliriz?

Bir toplama kampının tanımı bazen belirsizdir, ancak bu tür kamplar temelde fiziksel ve yasal gücün bir kombinasyonunu temsil ederler. Toplama kampları; herhangi bir suçtan hüküm giymemiş, ceza yasasına göre suçlu olmayan insanların ırk, din ve sosyal sınıflarına göre “önleyici tedbir olarak” toplu tecridine dayanan kurumlardır. Modern devletlerin, sivillerden oluşan grupları, ülkenin anayasası ve ceza sisteminden farklı olarak özel kurallar altında kapalı veya ayrı bir yere yerleştirerek ayırmaları için bir yoldur. Toplama kampı, karşı durulması gereken her şeyin simgesidir: keyfî güç kullanımı, özgürlüğün sistematik olarak kaldırılması, kültür ve inançların tahkiri, ideolojik baskılama, insanlıktan çıkarma, taciz, işkence, cinayet ve soykırım… Kısaca bu kamplar, tüm insan haklarının ihlal edildiği yerlerdir.

Çin’in uzun bir kamp geçmişi bulunmaktadır. 1950’li yıllarda Mao tarafından başlatılan politik “yeniden eğitim” programı dünyanın en kapsamlı gulag ağlarından biridir ve milyonlarca insanın açlık ve yoksulluktan ölümüyle neticelenmiştir.[21] Ancak yeni açılan Çin kampları biraz daha farklıdır. Birincisi, Doğu Türkistan kampları, küresel endüstrinin lider firmaları tarafından sağlanan son teknoloji dijital gözetleme yöntemleri ile desteklenmektedir. Devlet tarafından işletilen bir savunma sanayii üreticisi firma tarafından geliştirilen ve askerî siber sistemleri uygulamak için tasarlanmış CCTV kamera ağı, Çin’de sivil kamu güvenliğine entegre edilmiş durumdadır. Bu sistem, insanları takip etmek ve “olası suçluları” tahmin etmek için davranışları analiz etmektedir.

Çin’in sadece toplama kampları hususunda değil hayatın hemen her alanında Uygur Müslümanlara yönelik hak ihlallerindeki temel neden, Doğu Türkistan ile olan tarihî ilişkisine ve bölgenin stratejik önemine dayanmaktadır. Geçmişe bakıldığında Uygurların en az 2.000 yıldır Çin (Han) ile komşu olduğu görülmektedir. Sarı Nehir’in küçük bir ovasında kurulan Çin, tarih boyunca kendine komşu olan etnik grupları asimle ederek büyümüştür. Çinliler, savunageldikleri Konfüçyüs felsefesinin kurmak istediği anlayışın tersine, sınıflı bir toplum oluşturmuş ve 260 seneyi aşkın bir süredir Doğu Türkistan’da da açıkça görüldüğü üzere, Han milleti dışındaki diğer etnik, kültürel ve inanç gruplarını kendilerinden aşağı görmüşlerdir. Müstemlekeci bir medeniyet algısına sahip Han hâkimiyetinin büyümesindeki temel unsur her zaman asimilasyon olmuştur.[22] Bu anlayışın bir tezahürü olarak Mao Zedung, Doğu Türkistan için “Çin’in 2.000 yıllık toprağıdır.” diyebilmiştir!

Çin ilk defa Mançu Hanedanlığı döneminde -1758 yılında- Doğu Türkistan’ı işgal etmiş, bu süreçten itibaren bölgeye Han Çinli göçü başlamış ve 1831’den sonra bu göçler daha da hız kazanmıştır. Bugün de senede 250.000 civarında Han Çinlinin bölgeye göç ettiği belirtilmektedir.[23] Doğu Türkistanlı Uygur Müslümanlar ise tersine göçlerle Çin içine zorunlu eğitim ve çalışma için gönderilmekte ve bu yolla Uygur yurdu demografik olarak Han Çinlileştirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede toplama kampları, demografik eritmenin en etkili yöntemlerinden biri olarak dikkat çekmektedir. Dolayısıyla 260 yıldır Çin’in yapmaya çalıştığı şey; zorunlu göçler, katliamlar, doğum kontrol politikaları, Han Çinlilerle zorunlu evlilikler vb. baskılarla bölgedeki Uygur nüfusu azaltmaktır. Bugün toplama kampları ile şahit olduğumuz uygulama da aslında bu temel anlayışın güncel bir yansımasından başka bir şey değildir.

Doğu Türkistan’ın neredeyse topyekûn toplama kampına çevrilmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden bir diğeri, Uygur Müslümanların din, kültür ve geleneklerine bağlı, direnç gösteren bir millet olmasıdır. Tarihte 842 (Karahanlı Devleti), 845 (Koçu Uygur Kağanlığı), 1514 (Seidiye Hanlığı), 1865 (Yakuphan Devleti), 1933 (Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti) ve 1944 (Şarki Türkistan Cumhuriyeti) yıllarında devletler kuran Uygurlar; Büyük Hocalar İsyanı (1757-1759), Uçturfan İğde İsyanı (1765), Ziyauddin Hoca İsyanı (1847), Veli Han Töre İsyanı (1857), Kuça İsyanı (1862) gibi çok sayıda bağımsızlık girişiminde bulunmuştur. Bu tarihî gelenekten gelen Uygurlar, ÇKP nezdinde yine başkaldırma potansiyeli bulunan bir millet olarak görülmektedir. Bundan dolayı her meslek grubundan etkili olabilecek ve topluma önderlik yapabilecek ne kadar Uygur varsa toplama kamplarına konulmuş, böylece Uygur toplumunun hayat damarları kesilmek istenmiştir.

Bu anlayışın bir uzantısı olarak Uygur Müslümanlar, Çinli yöneticiler tarafından tüm Doğu Türkistan’da uygulanan anlamsız bir puanlama sistemine tabi tutulmaktadır. Bu uygulamaya göre; din, kültür ve geleneğin gerekleri olan her hareket, oluşturulan “Veri Toplama Formları”yla puanlanmakta ve kişinin kültürel ve dinî yapısı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu sistemde; kişinin içki içmemesi, bir pasaporta sahip olması, yurt dışında akrabası olması ve hatta bir çadıra sahip olması bile onu terörist ya da aşırılıkçı potansiyele sahip bir kişi olarak yaftalamak için yetmekte ve bunlar belgelere dökülerek kişinin toplama kampına alınması için delil kabul edilmektedir.[24]

Uygurlara reva görülen muamelenin ardındaki sebeplerden biri de Doğu Türkistan’ın ekonomik yönden taşıdığı müthiş potansiyeldir. Doğu Türkistan doğal kaynaklar açısından çok zengin bir bölgedir. Özellikle petrol ve doğal gaz rezervleri Suudi Arabistan ve İran ile yarışmaktadır, ABD’deki rezervlerin ise üç katı kadardır. 2012 verilerine göre 1,4 milyar nüfuslu Çin’in petrol ve doğal gaz ihtiyacının %30’u bu bölgeden karşılanmaktadır. Çin’deki çıkarılabilir petrol rezervlerinin %35’i yine Doğu Türkistan’dadır;[25] bölge ayrıca uranyum, altın ve kömür yatakları açısından da oldukça zengindir. Üstelik Çin’in Rusya, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkelerden satın aldığı doğal gaz, boru hatlarıyla Çin’in doğusundaki gelişmiş bölgelere Doğu Türkistan üzerinden ulaştırılmaktadır. Bu kadar zengin kaynaklara ve böylesi bir coğrafi öneme sahip olan Doğu Türkistan, küresel bir ekonomi hâline gelmiş olan Çin için giderek daha hayati bir yer olmaktadır.[26] Ancak bu toprakların asıl sahibi olan Uygur Müslümanlar, Çin’in ırkçı ve dışlayıcı politikaları dolayısıyla bu zenginlikten yararlanamamaktadır. Hatta Uygurlar genel itibarıyla ortalama bir Çinliye göre fakirlik seviyesinin de altında bir yaşam standardına sahiptir. Çin, bölgenin kaynakları üzerindeki varlığını pekiştirmek adına 1954 yılında, çalışanlarının tamamına yakını Han Çinli ve yarı askerî personelden oluşan Bingtuan (Sincan Üretim ve İnşa Kuvvetleri) işletmelerini kurmuştur. Hâlihazırda Doğu Türkistan’ın verimli topraklarında tarımsal üretim yapan bu yapı, ayrıca petrol ve diğer doğal zenginliklerin çıkarılmasında da özel imtiyaz sahibidir. 1966 senesinde bu işletmeye bağlı nüfus 1.480.000’e ulaşırken, 2010 yılında 2.600.000’i aşmıştır.[27] Yerli halklar ise hep tehlike olarak görülmeye devam etmiştir.[28]

Çin için önemli ekonomik hareketlerden biri de 2013 yılında Devlet Başkanı Xi Jinping’in ilan ettiği “Bir Kuşak Bir Yol” projesidir. Çin’in 1-8 trilyon dolar[29] arasında yatırım yapmayı planladığı proje, ekseriyetle Doğu Türkistan’dan dünyaya açılacak olan enerji ve mal ulaşım ağları projesidir. Bu şekilde Çin, hem ticarette nakil süresini kısaltmayı hem de Güney Çin Denizi’ndeki olası bir çatışma ve tıkanmaya karşı alternatif ticaret yolları oluşturmayı amaçlamaktadır.[30] İşte bu noktada Doğu Türkistan Çin için daha da hayati bir önem arz etmektedir. Çin’in Doğu Türkistan’da canhıraş bir şekilde devam ettirdiği toplama kampları eziyeti, şehirlerin tarihî ve kültürel dokusunun yerle bir edilmesi ve bölgede bulunan tüm Uygur aileler üzerinde uyguladığı asimilasyon ve yok etme politikasının en önemli nedenlerinden biri de bu projedir. Zira Çin, yaşadığımız asra adını kazıyacağını düşündüğü, dünyayı ekonomik ve siyasi anlamdaki sarmalama sürecinde, Uygurları bir tehdit olarak görmektedir ve bu engeli(!) aşmak için de terör ve aşırıcılıkla mücadele gibi mesnetsiz bahaneleri kullanıp demir yumruk siyaseti uygulamaktadır.

Çin’in bu küresel ekonomik proje çerçevesinde yapacağı devasa yatırımlarla İslam ülkelerini de baskılayıp, Doğu Türkistan konusunda susturmayı hedeflediği savunulmaktadır. Nitekim toplama kamplarının açılmasının üzerinden üç yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen İslam dünyasından bu konuda ciddi manada bir ses çıkmaması, bu tezi doğrular niteliktedir. İşin çok daha ironik olan tarafı ise; 8 Temmuz 2019 tarihinde, tamamı Batılı 22 ülke[31] Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını eleştiren bir bildiri kaleme alırken, dört gün sonra çoğunluğu İslam âleminden 37 ülkenin[32] Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını destekleyen bir başka mektup göndermesi olmuştur. Kasım ayına kadar 54’e çıkan destekçi ülke sayısı[33] birçok İslam ülkesinin Çin tarafından çoktan ipotek altına alınmış olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Doğu Türkistan bölgesinin önemli rol oynayacağı Bir Kuşak Bir Yol projesi ile tarihî İpek Yolu’nu canlandırma çabalarını agresif bir şekilde sürdüren Çin, ayrıca bu tarihî Uygur bölgesinin birçok yerleşim yerini yıkmak ve buralara çok katlı binalar yapmak için coğrafyanın asıl sakinlerini bölgeden sürmeye kararlı görünmektedir. Bölge insanlarının iradelerini yok ederek yürütmeye çalıştığı bu süreci “kalkınma” adına meşrulaştırmaya çalışan Çin, örneğin kadim Kaşgar kentindeki tarih ve kültür mirasını yok eden politikalarını bölge sakinlerini yoksulluktan kurtarma hamlesi olarak lanse etmektedir.[34]

Hasılı, Yeni İpek Yolu olarak tanımlanan söz konusu proje, modern manada bir sömürgecilik projesine dönüşme potansiyeline sahip görünmektedir. Hâlihazırda onlarca ülkenin toprakları, limanları, boğazları şimdiden Çin inisiyatifine bırakılmış durumdadır. Dünya nüfusunun %60’ını oluşturan 65 ülkenin[35] dâhil olduğu proje, Asya’nın en doğusu ile Batı Avrupa’yı birbirine bağlayan ve ciddi Çinli nüfus transferi ve ekonomik bağımlılık oluşturacak bir projedir.[36] Komünist Çin rejimi için ekonominin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamak bir varlık mücadelesidir; çünkü demokrasi ve insan hakları açısından oldukça alt seviyelerde bulunan Çin, halkının -özellikle daha elit durumdaki şehirli kesimin- bu konulardaki memnuniyetsizliğini ekonomik kalkınma ve refahla örtmeye çalışmaktadır. Nüfusun yarıya yakınını fakirlik seviyesinde yaşamaya mahkûm eden ÇKP’nin %0,4’lük elit kesimi ise millî gelirin %70’ini elinde bulundurmaktadır.[37]

Tüm bu nedenlerden dolayı Çin, Nisan 2017’den itibaren Doğu Türkistan’da bulunan Uygur, Kazak, Kırgız azınlığı “radikal dinî görüşler” ve “siyasi bakımdan doğru olmayan fikirler” besledikleri gerekçesiyle “mesleki eğitim kampı”, “aşırılıktan etkilenenleri topluma entegre kampı” ya da “yeniden eğitim kampı” olarak tanıttığı toplama kamplarına almaya başlamıştır.[38] Fakat ne gariptir ki ısrarla “gönüllü” katılımın olduğu belirtilen bu kampların oluşturulmasına zemin sağlayan resmî belgelerde, insanlara uygulanan program ve muameleler bir ceza olarak tanımlanmaktadır.[39]

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014’te düzenlenen İkinci Sincan İş Forumu’nda dinî aşırılığın Sincan etnik ayrımcılığının temeli olduğunu, bu nedenle Çin’in güvenliğine yönelik büyük bir tehlike oluşturduğunu söylemiş ve aşırılığın yok edilmesi çalışmalarının başlatılması gerektiğini belirtmiştir. Bu tarih (Mayıs 2014) aynı zamanda Doğu Türkistan’da 3 milyon masum insanın toplama kampları sürecinin başlangıcı olan “Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası”nın (Strike Hard Campaign Against Violent Terrorism)[40] da işaret fişeği olmuştur.[41] Tıpkı Arakan’daki Müslüman Rohingya azınlığa karşı Myanmar’ın yaptığı gibi Çin, Sincan’da barışı korumak ve terörizmi önlemek bahanesiyle tüm bölgeyi kasıp kavuran sert önlemlere başvurmaktadır.[42] Bugün Doğu Türkistan dünyanın en sıkı asayiş önlemlerinin alındığı yer olarak bilinmektedir.[43] Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi sözcüsü Dilxat Raxit, Çin hükümetinin “aşırılığı” insanları toplama kamplarına alabilmek için bir bahane olarak kullandığını söylemektedir.[44]

“Terör” kavramı, uzunca bir süredir Uygurları ve diğer Müslümanları Çin ulusuna karşı varoluşsal bir tehdit olarak göstermek için kullanılmaktadır. Böylece Uygur halkı, insanlığın temel haklarının uygulanmadığı bir istisna olarak görülmekte ve Çin’de terörist kelimesi genellikle Müslümanlarla ilişkilendirilmektedir. Bu durum, Çin halkının terörü sınır bölgesindeki farklı insanlarla ilişkili bir tehdit olarak algılamasına neden olmaktadır. Uygur toplumunu bu şekilde etiketlemek, Çin devletine, Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kurumların tepkilerine karşı, insanlık karşıtı suçlarla ilgili bir kılıf sağlamaktadır.[45]

1 Ocak 2016’da kabul edilen Ulusal Terörle Mücadele Yasası, ilgili hükümet birimlerine sadece silahlı operasyonlarını değil, eğitim ve propaganda çalışmaları konusundaki faaliyetlerini de arttırma direktifi vermiştir. Böylelikle Doğu Türkistan’daki her olay terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklama yapabilir, mahkeme kararı olmadan hapsedebilir hâle gelmiştir. Bu yasa ile Doğu Türkistanlılar açık hedef yapılırken Uygur halk da topyekûn terörist muamelesi görmeye başlamıştır.

2017 yılında ise, “Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri” yürürlüğe girmiş; bu sayede yeni tarz “aşırılığı yok etme” uygulamalarına bağlı olarak “yeniden eğitim kampı” adı altında toplama kampları faaliyete geçirilmiştir.[46] Çin aslında bahsedilen kampların varlığını uyguladığı karartmalarla uzun süre reddetmiş; fakat uydu görüntüleri, eski mahkûmların ve mahkûm yakınlarının beyanatları, yapılan yoğun inşaat ihaleleri ve güvenlik görevlisi alımlarıyla bu konudaki gerçekler ortaya çıkmış ve Çin yönetimi kampların varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır.[47] 2018 senesinde yayımlanan bir raporda, bu gelişmelerden sonra Doğu Türkistan genelinde 2.805.000 kişinin göç ettirildiği belirtilmektedir.[48]

Özetlemek gerekirse Doğu Türkistan’ın kimliğinden gelen tarihî mücadele, bölgenin doğal kaynaklar açısından oldukça zengin olması ve konum olarak Yeni İpek Yolu’nun kavşağında bulunması, Çin’in bölgeye yönelik politikalarında temel motivasyonu oluşturmaktadır. Bu tür siyasi ve ekonomik kaygıların yanında, Uygur ve Kazak gibi bölge halklarının yüzlerce yıllık hak ve özgürlük talepleri, Çin için önemli bir bariyer durumundadır. Yıllardır sürdürdüğü işgal ve asimilasyon politikasının Doğu Türkistan’da başarısızlığa uğraması ihtimali, Çin’i toplama kampları kurmaya ve her türlü insan hakkı ihlalini gerçekleştirmeye itmiştir.

KAMPLARIN KURULUŞ GEREKÇELERİ

Öyle görünüyor ki, 25 yaşındaki Doğu Türkistanlı Ali’nin ve diğer yüz binlerin başına geldiği gibi, cep telefonunuzda başörtülü bir yakınınızın fotoğrafını bulundurmak ya da WhatsApp gibi yasak ilan edilen bir uygulamayı indirmiş olmak, Çin’de toplama kampına gönderilmeniz için yeterli olmaktadır.[49]

Bunun gibi, Çin’in Uygur Müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği tutuklamaların çoğu keyfî gerekçelere dayanmaktadır. Çin, tutuklamaları suçu önceden önleme prensibi(!) çerçevesinde gerçekleştirdiğini söylerken, yapılan incelemeler bunu doğrulamakta ve toplama kamplarına alınan Uygurların tamamına yakınının aslında hiçbir suç işlemediği anlaşılmaktadır.[50] Ayrıca Sincan Özerk Bölgesi Dış İlişkiler Sorumlusu Zhang Zhisheng de “Bazı insanlar, cinayet işlemeden dahi katil olabilme potansiyeli gösterirler. Sizce suç işlemelerini beklemeli miyiz? Yoksa bu olmadan engellemeli miyiz?” diyerek dolaylı yoldan bu durumu itiraf etmektedir. Benzer şekilde Sincan Propaganda Bürosu yetkilisi Şu Guişiang da şöyle bir argüman kullanmaktadır: “Bizim buradaki amacımız, suç işleme sınırına gelmiş birini alarak, onu yasalara uyan biri olarak topluma geri kazandırmaktır!”[51] Oysa bu şekilde uluslararası hukukun en temel kurallarından biri olan “masumiyet karinesi” ilkesi, yani kişinin suç işlediği ispatlanana kadar suçsuz kabul edilmesi ilkesi tamamen yok sayılmaktadır.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014 yılındaki Doğu Türkistan ziyaretinde, “aşırı dincilik zehri” ile ilgili uyarıda bulunup radikal İslamcılığın(!) ortadan kaldırılması için bu baskı siyasetinin uygulanması gerektiğini savunarak keyfî tutuklamalara zemin hazırlamıştır. Yayımlanan raporlarda, bölgede yapılan tutuklamaların Uygur halkının yararı için olduğu ifade edilerek 75 farklı aşırıcılık belirtisi[52] sıralanmış ve insanlardan bu belirtilerden birini dahi sergileyen kişileri ihbar etmeleri istenmiştir. 2015’te yapılan çalışma toplantısında dönemin ÇKP Sekreteri Zhang Chunxian’ın, “vuran elin ve eğitim elinin sert olması gerektiği” şeklindeki sözleri, âdeta kurulacak toplama kamplarının temel mantığını ele vermiştir.

Keyfî tutuklamalar, 2016 yılında bölgeye atanan Sincan ÇKP Sekreteri Chen Quanguo’la birlikte artış göstermiştir. Quanguo, Doğu Türkistan’da güvenlik önlemlerini arttırarak bölge yetkililerine “toplanması gereken herkesi toplayın” talimatı vermiştir.[53] Devlet Başkanı Xi Jinping’in toplama kampları ile ilgili yayınladığı 403 sayfalık yönergenin ana fikri de “asla merhamet etmeyin”dir.[54] Bu amaçla bir dizi hazırlık yapılmıştır. Chen’in atanmasından önceki dönemin yöneticisi olan selefleri; 5 Temmuz 2009 olaylarına yanıt olarak polis ve diğer güvenlik görevlilerinin işe alımını büyük ölçüde artırmıştır. 2003-2008 yılları arasında yaklaşık 5.800 polis alınırken bu rakam 2009 ile Temmuz 2016 arasında önemli bir artışla yaklaşık 40.000’e yükselmiştir. 2016 yılı Ağustos ayında Chen Quanguo’nun bölgeye atanmasıyla birlikte Temmuz 2017’ye kadar, bir yıldan kısa bir sürede, 90.866 polis alımı yapılmıştır.[55] Bu yoğun güvenlik personeli alımları, yeni kurulan 7.500 civarı polis karakolu için gerekli olan polis yardımcılarının istihdamı sebebiyledir.[56]

Araştırmacı yazar Tanner Greer’in 2018 yılında Foreign Policy dergisinde yayımlanan “Radikal Eğilimin 48 Şüpheli İşareti” (Forty-Eight Suspicious Signs of Extremist Tendencies) başlıklı çalışması, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarına gönderilmek üzere yapılan tutuklamaların boyutunu ve özellikle sebeplerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.[57]

Greer’in bu çalışması, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch-HRW) araştırmacılarının Çin dışına kaçmayı başaran Uygur ve Kazak Türkleri ile yaptığı röportajlara dayanmaktadır. Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi Çin Araştırmaları Bölümü’nde öğretim üyesi ve Avustralya Ulusal Üniversitesi 2018 Çin Yıllığı’nın ortak yazarlarından olan Gerry Groot ise, bu 48 işaretin Çin’de aşırı dincileri tanımlama ve ayırmada bir rehber olduğunu teyit etmektedir.[58]

Bu işaretler tek başlarına bir anlam ifade etmeseler bile Çinli yetkiler bunların her birini Uygur kültürü ve dinî inanışları ile birlikte ele alarak, bir dindarlık ve militanlık potansiyeli analiz etmeye çalışmıştır. Uygurların toplama kamplarına gönderilmeleri için yeterli görülen 48 işaret aşağıda sıralanmıştır:

  1. Bir çadıra sahip olmak
  2. Başkalarına “yemin etme” demek
  3. Yurt dışına çıkmış olmak
  4. Yurt dışına çıkan birisiyle konuşmak
  5. Kaynak makinasına sahip olmak
  6. Başkalarına günah işlememesini söylemek
  7. Fazladan yiyeceğe sahip olmak
  8. Kahvaltıyı güneş doğmadan önce yapmak
  9. Yurt dışına çıkan birini tanımak
  10. Pusulaya sahip olmak
  11. Devlet görevlisiyle tartışmak
  12. Halk içinde Çin’in bazı ülkelerden daha zayıf olduğunu söylemek
  13. Birden fazla bıçağa sahip olmak
  14. Bölgedeki resmî görevliler hakkında şikâyet dilekçesi göndermek
  15. Çok çocuklu olmak
  16. Alkol kullanmaktan kaçınmak
  17. Resmî görevlilerin yatağında yatmasına, yemeğini yemesine ve evinde yaşamasına izin vermemek
  18. VPN’e (sanal özel ağ) sahip olmak
  19. Sigara kullanmaktan kaçınmak
  20. Kimliğini taşımamak
  21. WhatsApp uygulamasına sahip olmak
  22. Ebeveyni öldüğünde ağıt yakmak, halk içinde üzülmek veya üzüntülü davranmak
  23. Resmî görevlilerin DNA örneği almalarına izin vermemek
  24. Yurt dışında çekilmiş olan herhangi bir video izlemek
  25. Çin bayrağının bulunduğu yerde başörtüsü takmak
  26. 45 yaşının altındaki kadınların başörtü takması
  27. Camiye gitmek
  28. Namaz kılmak
  29. Oruç tutmak
  30. Dinî ders dinlemek
  31. Resmî görevlilerin retina taraması yapmalarına izin vermemek
  32. Resmî görevlilerin telefonundaki her şeyi yüklemesine izin vermemek
  33. Resmî görevlilere ses kaydı vermemek
  34. Okulda ana dilini kullanmak
  35. Ana dilini resmî dairelerde kullanmak
  36. Skype, WeChat gibi uygulamalarla yurt dışından birisi ile konuşmak
  37. Üzerinde Arapça harf bulunan giysi giymek
  38. Tam sakala sahip olmak
  39. Dinî semboller taşıyan kıyafet giymek
  40. Zorunlu propaganda sınıflarına katılmamak
  41. Zorunlu bayrak çekme törenine katılmamak
  42. Halk mücadelesi oturumlarına (siyasi rakiplerin halk tarafından küçük düşürülmesi) katılmamak
  43. Aile üyelerini ve kendisini halk mücadelesi oturumlarında kınamayı reddetmek
  44. Polis tarafından tutuklandığında intihar etmeye çalışmak
  45. Kamptayken intihar etmeye çalışmak
  46. Geleneksel cenaze töreni yapmak
  47. Karakolda kayıt yaptırmadan birçok aile üyesini evine davet etmek
  48. Yukarıda geçenlerin herhangi birisini yapmış bir aile üyesine sahip olmak

 

Yukarıda belirtilen 48 madde, Çin yönetiminin İslam dini ve Uygur kültürünün her pratiğini ya da bunları hatırlatan her hareketi “aşırılık” olarak nitelendirdiğini göstermekte ve Uygurlulara yönelik baskı ve asimilasyon politikalarının boyutunu açıkça gözler önüne sermektedir.

Araştırmacı Mehmet Volkan Kaşıkçı, toplama kamplarına alınan kişilerin özelliklerini şöyle sıralamaktadır:

“Çin’in propagandası ekstremizm (aşırılık) üzerine odaklanıyor. Mesela bir Kazak genci Çin polisi oluyor. Çok seviniyor, üniformasını giyip fotoğraf çektiriyor, fotoğrafını Kazakistan’daki akrabalarına gönderiyor ve Çin dışına bilgi sızdırdın diye toplama kampına alınıyor. En yaygın kategori bu. İkinci grup dinî sebeplerden alınanlar. Camiye giden, namaz kılan hemen herkes tutuklamış durumunda. Caminin bir işine yardım eden yahut sadece telefonunda cami resmî çıktığı için, birbirine cuma mesajı attığı için alınanlar var. Kamplar ve hapishanelerde dinle ilgili sebeplerle alınanlar bildiğimiz kadarıyla en ağır koşullarda tutulanlar. Çok önemli bir başka grup da toplumun önde gelenleri: gazeteci, yazar, akademisyenler. Sincan Devlet Üniversitesi rektörü idama mahkûm edildi. Zengin iş adamlarının çoğu alındı. Küçük bir şehirde öne çıkan birisiysen seni de alıyorlar. Toplumun en eğitimli kesiminin çok sert bir şekilde hedef alınmış olması, Çin’in kendini meşrulaştırmaya çalıştığı iddialarının hepsinin saçmalığını ortaya koyuyor.”[59]

 

“İstikrarın korunması” için alınması gereken tedbirler arasında asla akla gelmeyecek şeyler sıralanmaktadır. Mesela evinizde bulunan ekmek bıçağı üzerine kimlik numaranızın silinmeyecek biçimde kazınmış olması ve yine aynı bıçağın mutfakta demirden bir zincirle sabitlenmiş olması gerekmektedir. Bıçakla ilgili kurallar bununla da sınırlı değil. Zira birden fazla bıçağınızın olması sizi “potansiyel terörist” kategorisine sokabilir ve bu da asla ne zaman oradan çıkabileceğinizi bilmeksizin toplama kampında bir ömür kalmanız ya da ömrünüzün baharında toplama kampının zorlu şartlarında aklınızı yitirmeniz yahut ölmeniz anlamına gelebilir.

Toplama kampına gönderilme sebeplerinden bir diğeri, listenin üçüncü maddesinde yer alan “yurt dışına çıkmış olmak”tır. Çin otoritelerinin bu madde üzerinde yoğun çalıştığı anlaşılmaktadır; zira dünyadaki 200 civarı ülke ile ilgili bir çalışma daha yapılmış ve içlerinden 26 tanesine gitmek Uygurlar için daha kritik bir seviyeye yükseltilmiştir. Bu ülkeler şunlardır: Afganistan, Libya, Tayland, Cezayir, Malezya, Türkiye, Azerbaycan, Nijerya, Türkmenistan, Mısır, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Rusya, Özbekistan, İran, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Somali, Kazakistan, Güney Sudan, Kenya, Suriye, Kırgızistan, Tacikistan.[60]

Görüldüğü üzere Türkiye dışında Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü’nden ortaklığı bulunan Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan ve Rusya gibi ülkeler de bu listede yer almaktadır. Çin bu şekilde zaten kendisine karşı doğabilecek hareketler için oluşturduğu bu örgüt sayesinde yaptığı anlaşmalarla bu ülkelerden istediği kişinin iade edilmesini sağlayabildiği hâlde, kendince yeni önlemler almaya devam etmektedir.

Eğitim amacıyla yurt dışına gitmek de yine Çin için bir “cadı avı” meselesine dönüşmüş durumdadır. Üniversite eğitimleri için tüm yasal prosedürleri yerine getirerek ve üstelik Çin’in resmî izniyle başta Türkiye olmak üzere farklı ülkelere giden öğrenciler, Çin tarafından güvenlik zaafı olarak görülmektedir. Bu öğrencilerin büyük bölümü baskılarla Çin’e geri döndürülmeye çalışılmaktadır. 2017 yılı bahar ayları başında, yurt dışında öğrenim gören Uygur öğrencilere bulundukları ülkelerdeki Çin yetkilileriyle temasa geçerek 20 Mayıs 2017’ye kadar “siyasi değerlendirme” için geri dönmeleri çağrısında bulunulmuştur. Çin yönetiminin başlattığı bu süreç, aynı yılın sonbahar aylarından itibaren de sözde yeniden eğitim kamplarında binlerce Uygur’un gözaltına alınmasıyla sonuçlanmıştır.[61] Sadece Mısır’da, geri dönme konusunda yavaş davranan Uygur öğrencilere karşı Sisi cuntası ile ortak operasyon yapılmış ve çok sayıda öğrenci suçlu gibi Çin’e iade edilmiştir. Operasyondan önce Mısır’da eğitim amacıyla 5.000 kadar Doğu Türkistanlı ikamet ederken operasyon sonrası sadece 50 aile kalmıştır.[62]

Tehlikeyi sezerek ülkelerine dönmeyen öğrencilerin pasaport yenileme dâhil bütün resmî işlemleri, bulundukları ülkelerdeki Çin konsoloslukları tarafından askıya alınmıştır.[63] Ayrıca bu öğrenciler sık sık konsolosluktan ya da kim olduklarını bilmedikleri kişilerden Çin’e geri dönmeleri ile ilgili taciz ve tehdit telefonları, sosyal medya uygulamaları olan WeChat üzerinden de aynı şekilde tehdit ve taciz mesajları aldıklarını anlatmıştır. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Mısır, ABD, Kanada, Fransa, Almanya ve İran’da yaşayan Uygurlarla yaptığı görüşmelerde, bu kişiler Çin polisinin kendileriyle WeChat üzerinden iletişim kurduğunu ve kimlik numaralarını, adreslerini, pasaport fotoğraflarını ve hatta eşlerinin kimlik bilgilerini istediğini anlatmışlardır.[64]

Yukarıdaki listede bulunan yurt dışı bağlantılarıyla ilgili üç maddeye göre (4, 6 ve 9. maddeler); bu öğrencilerin Doğu Türkistan’da yaşayan aileleri de “aşırıcılık” gerekçesiyle toplama kamplarına alınmıştır. Eğitim için Türkiye, Mısır veya başka bir ülkede bulunup da üç yılı aşkın süredir anne ve babasıyla, kardeş ve akrabalarıyla görüşemeyen öğrencilerin sayısı hiç de az değildir.[65]

2019 yılında Doğu Türkistan genelinde çıkarılan bir yasak ise, uygulamaların hangi boyutlara vardırıldığını göstermesi bakımından oldukça ibret vericidir. Buna göre evde tatlı yapacaksınız ya da çayınızı biraz tatlandırmak istediniz, hemen bakkala gidiyorsunuz ama şeker almak öyle kolay değil, çünkü toz şeker de Doğu Türkistan’da kontrol edilmesi gereken “terör unsuru” maddeler arasında ve satışı için bir dizi prosedür takip edilmesi gerekiyor. Örneğin Shihezi’de oturan bir kişi, 2019’un Kasım ayı başlarında toz şeker satın alırken kimliğini kaydettirmesi gerektiğini, şayet satış görevlisi kimlik numarasını kaydetmezse ve Kamu Güvenlik Bürosu bunu bir şekilde öğrenirse tutuklanacağını ve toplama kampına alınacağını anlatmıştır. Ayrıca kimlik kartını getirmeyen bir müşteriye toz şeker sattığı için o esnafın da 4.000 yuan (510 doların üzerinde) para cezasına çarptırılacağını ve “çalışma kampına” gönderileceğini söylemiştir. Yeni düzenlemelere göre, bir kimlik kartı ile sadece 1 kg toz şeker satın alınabilmektedir.[66] Çin’in bu uygulaması, patlayıcı yapımında kullanılan malzemelerin satışını düzenleyen kanuna dayandırılmaktadır.

Bir diğer uygulama da cep telefonları ile ilgilidir. Örneğin Urumçi sokaklarında yürürken bir anda bir polis barikatıyla yolunuz kesilerek cep telefonunuz istenebilir. Elbette tüm mahrem bilgileriniz didik didik edildikten, uygulamalar, varsa video ve fotoğraflar incelendikten sonra telefonunuzu geri alabileceğinizi düşündüğünüz bir anda, bir bomba düzeneği olup olmadığına bakılmak üzere telefonunuzu teslim etmeniz gerektiği söylenebilir! Kısacası, karşınızdaki görevlinin duyacağı en ufak bir şüphe sonucunda yaşayabileceklerinizin boyutunu kestiremezsiniz.

Sokakta yürürken her an denetlenebileceğiniz gibi, yerleşim alanlarına veya bir pazara girerken de kimlik kartınızı cihaza okutmanız gerekmektedir. Doğu Türkistan’daki akrabalarını ziyarete gelen Han Çinliler dahi uygulanan önlemlerin çok katı olduğunu düşündüklerinden bölgede kalmak istemediklerini söylemektedir. Baskı politikaları herkesi bıktırdığı için insanlar bölgeyi terk etmeye başlamıştır. Örneğin bir tüccar, bölgedeki bir alışveriş merkezinde önceden 46 olan mağaza sayısının bu uygulamalardan sonra 11’e düştüğünü söylemiştir.[67]

Bölgede, her 300 metrede bir kontrol noktası, asker ve polislerin beklediği beton bir kabin, dikenli teller ve Uygurların oluşturduğu uzun kuyruklar görmenin son derece sıradan bir durum hâline geldiği anlatılmaktadır. Her kontrol noktasında, yapay zekâ bilgisayarlar tarafından 3D fotoğraflar çekilip kimlikler ve eşyalar taranmakta ve tüm birleşik verilere bakılarak kişinin geçişine ya izin verilmekte ya da verilmemektedir. Buralarda polis, yapay zekâ tarafından belirtilen talimatlara göre hareket etmektedir: sorgulama, daha fazla soruşturma için gözaltı veya hemen tutuklama! Masumiyet karinesi yoktur. 2017’den itibaren 12 ila 65 yaş arası neredeyse bütün Müslümanlar, yüzlerinden ve vücutlarından çeşitli açılardan çekilen fotoğrafların yanı sıra kan testleri, parmak izleri, retina taramaları, saç örnekleri ve ses kayıtları da dâhil olmak üzere kapsamlı biyometrik görüntüleme ve DNA testlerinden geçirilmiştir.[68]

Çin, Doğu Türkistan’daki baskı siyasetini uygularken; QR kodlarından, biyometrik verilerden, yapay zekâdan, casus telefon yazılımlarından ve büyük veri tabanlarından yararlanan, yüksek teknoloji ürünü takip ve gözetim sistemleri kullanmaktadır. 2009 yılında Doğu Türkistan’da geniş çaplı protestolar, ayaklanmalar ve devlet şiddeti yaşanmasından sonra, bölgede faaliyet yürüten özel güvenlik şirketlerinin sayısı 1.400’ü aşmıştır ve bu şirketlerin çoğu Devlet Başkanı Xi Jinping’in yapay zekâ konusunda ABD ile yarışının bir tezahürüdür.[69] Hollandalı bir siber uzman tarafından tespit edilen bir veri sızıntısına göre, Çin yönetiminin Uygurları ve diğer Türk kökenli Müslümanları yoğun gözetim altında tuttuğu ve bölgede 2,5 milyondan fazla insanı izlediği tahmin edilmektedir. Yüz tanıma yazılımı geliştiren Shenzhen merkezli bir teknoloji şirketi olan Sense Nets Technology, kamera sistemi aracılığıyla 24 saat içinde yaklaşık 6,7 milyon GPS (Global Konumlandırma Sistemi) koordinatı toplayabilmekte ve her türlü takibi anlık gerçekleştirebilmektedir.[70]

Doğu Türkistan’da dışarda olmak, kişinin gittiği her yerde daima bir kamera sistemi tarafından izlendiği anlamına gelmektedir. Bu kameraların çoğu yüksek çözünürlüklü yüz tanıma özelliklerine sahiptir. Yapay zekâ destekli teknolojiyi kullanan bu sistemler, insanların farklı zaman ve mekânlarda izlenebilmesini otomatik hâle getirmektedir. Videolarda arama yapılarak kişinin günlük aktiviteleri sistem tarafından değerlendirilebilmektedir.[71] Bu açıdan bakıldığında bölgedeki otoritelerin, sosyal mühendislik alanında kitlesel bir deney yaptıklarını söylemek abartı olmayacaktır.

İnsan hakları savunucuları bu sistemlerin özellikle Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygur Türklerine yönelik toplumsal baskı aracına dönüştüğüne dikkat çekmektedir. Uygurlar, Kazaklar ve Kırgızlar hastane, banka, park veya alışveriş merkezleri gibi kamusal alanlara girmek yahut arabalarına yakıt almak için de IJOP adı verilen yapay zekâ tarafından işletilen bir dedektörü ve iki kontrol noktasını geçmek zorundadır.

İnsanları sürekli olarak takip ve gözetim altında tutmakla yetinmeyen yerel yetkililer, komşuları birbiri hakkında muhbirlik yapmaya teşvik ederek toplumsal güveni de dinamitlemektedir. Üstelik bölgede 1 milyonun üzerindeki memur ve polis, insanları takip etmek üzere âdeta seferber edilmişken, sivillerin de birbirini kontrolünün teşvik edilmesi, akıl sınırlarını zorlayan bir uygulama olarak dikkat çekmektedir. Bu kontrol paranoyasının bir uzantısı olarak “Aile Olmak” adı verilen bir proje ile Uygur ailelerin yanına sürekli onlarla birlikte yaşayan denetim memurları atamak gibi özel yaşama müdahalenin en kaba şekli de uygulanmaktadır.[72]

HRW, 2017’de yayımladığı raporda, yerel Çinli yetkililerin “Bütünleşik Ortak Operasyonlar Platformu (BOOP)” adlı izleme programı aracılığıyla bireylere ait kişisel bilgileri ve gündelik hareketlerine dair kayıtları rızaları dışında toplayarak, potansiyel tehdit olarak gördükleri kişileri “önleyici polisiye tedbir” adı altında fişlediğini yazmıştır. Ayrıca merkezi Washington’da bulunan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu da bölgedeki izleme operasyonlarına ilişkin Haziran 2017 tarihli bir belge yayımlayarak, BOOP’un bir haftada 24.000 “şüpheli şahıs” tespit ettiğini ve bunlardan 15.500’ünü toplama kamplarına gönderdiğini bildirmiştir.[73]

Uzmanlara göre Çin’deki mevcut toplu gözaltı sisteminin Çin kanunlarına göre dahi bir dayanağı bulunmamaktadır. Çin ceza hukuku uzmanı Jeremy Daum’un ifade ettiği üzere, terör karşıtı kanun, bir suç seviyesine ulaşmayan faaliyetler için en fazla 15 günlük gözaltına izin vermekte ve hukukun “eğitim” hükümleriyle alakalı olarak hafif suçlar için düzeltici mentörlük hususunda gözaltından bahsetmemektedir. 30 Mart 2017 tarihli “Aşırılıktan Uzaklaştırma Kanunu”nda[74] da eğitim hükümlerinde gözaltı ifadesi yer almamaktadır. Daum’a göre terör karşıtı kanunun süresiz gözaltına izin verdiği görülen bir “eğitim-yerleştirme” hükmü bulunurken, bunun sadece bir terör suçuyla hüküm giymiş olanlara uygulandığı görülmektedir. “Gözaltı kampı” uygulaması, bir suçtan hüküm giymemiş kişileri gözaltında tuttuğu için de mevcut kanıtlar bu kampların tamamen hukuk dışı olduğunu ortaya koymaktadır.[75]

YER GÖK TOPLAMA KAMPI: KAMPLARIN MAHİYETİ VE FİZİKSEL ŞARTLARI

Çin insan hakları savunucuları ve STK’ların tahminlerine göre, 2014 yılından bu yana Doğu Türkistan’da resmî olarak tutuklanan kişi sayısı bir önceki beş yıllık döneme kıyasla üç kat artmıştır. Hükümet; gözaltı merkezleri, cezaevleri ve “yeniden eğitim kamplarında” insanları tutarken, haklarında herhangi bir suçlama olmayanların dahi itirazları reddedilmekte, tutuklanan insanlar işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadır.[76] Çin, tutuklama ve göz altıları belli bir suça dayandırmadığından, alıkoyduğu kişileri de yasal bir mahkeme süreciyle yargılamamaktadır. İnsanların tutuldukları yerler de benzer bir sürecin devamı niteliğinde, keyfî koşullarda oluşturulmuş yerlerdir. Toplama kampı şahitlerinin aktardığına göre, bazı insanlar kampa alınmalarının ardından sıkı bir sorgu ve işkenceden geçirilip, kendilerine isnat edilen suçların yazıldığı bir itirafnameye zorla imza attırılmalarından sonra, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın bu zoraki itiraflarına göre doğrudan hapse atılmıştır. Hatta bazılarına uzun bir suç listesi verilerek, kendilerine suç “beğenmeleri” istenmiştir.[77]

Bir dizi rapor, 2017 yılı Mart ayı sonlarında bölgede geniş çaplı tutuklamaların başladığını ortaya koymaktadır. Bu durum 29 Mart 2017 tarihinde ilan edilen “Aşırılıktan Arındırma Yönetmelikleri” sürecine denk gelmektedir. Bu yönetmeliğin üçüncü bölümünde yer alan 14 sayılı yönergede, “aşırılıktan arınma ve dönüşüm için bireysel ve merkezî eğitimin birlikte uygulanması gerektiği” belirtilmektedir. Buna göre üç tür yeniden eğitim tesisi bulunmaktadır:

  • Eğitim merkezleri aracılığıyla merkezî dönüşüm
  • Hukuk sistemi okulları ile dönüşüm
  • Rehabilitasyon ile düzeltme merkezleri

 

İhale teklifleri bu uygulamayı doğrulamakta ve adı geçen tesislerin bazen gözaltı merkezlerine, polis karakollarına, hatta hastane ve süpermarketlere de ev sahipliği yapan büyük bir tesisin parçaları olduğu anlaşılmaktadır.[78] Özgür Asya Radyosu (Radio Free Asia-RFA) muhabirinin 2018 yılı Aralık ayında kamp görevlilerini telefonla arayarak edindiği bilgilere göre, bir kamp toplamda 1.000-1.200 civarında koğuşun olduğu 60’tan fazla binadan oluşmakta ve her koğuşa 10 ile 20 arasında insan sığdırılmaktadır.[79]

Çin yönetimi her ne kadar toplama kamplarının varlığını saklamaya[80] ve delilleri karartmaya çalışsa da[81] araştırmacıların kampların bulunduğu bölgelerle ilgili uydu görüntülerini hızla yayması, toplama kampından kurtulmayı başaran kişilerle ve kamplarda tutuklu bulunanların yakınlarıyla yapılan röportajlar, toplama kampı uygulamasını açığa çıkarmıştır. Bu gibi temel delillerin yanı sıra ikincil delil olarak toplanan ve kampların alan ölçüsünü ve güvenlik özelliklerini belgeleyen kamu inşaat ve hizmet ihaleleri, kamu istihdam bildirimleri, hükümet bütçe raporları, hükümet çalışma raporları, yerel ve sosyal medyada yayımlanan şirket sözleşmeleri gibi belgeler de kampların varlığını ortaya koymuştur. Nitekim sonraki haftalarda Çin yönetimi de inkâr söylemini bırakarak kampların Uygurların makul olmayan radikal dinci düşüncelerden kurtarılması ve meslek edindirilmesi için oluşturulan eğitim kampları olduğunu ve Uygurların buralara “gönüllü” olarak katıldıklarını söylemeye başlamıştır.[82]

Çin, Doğu Türkistan’ın tamamına yayılan (Kaşgar, Hoten, Kızılsu, Aksu, Bayangolin, İli, Bortala, Urumçi, Turfan, Tarbagatay, Karamay, Altay, Sanci Hui, Kumul)[83] bu kampları her ne kadar gönüllü eğitim kampı olarak adlandırsa da[84] veriler bunun tam aksini göstermektedir. Dikenli tellerle çevrili, kat kat güvenlik sistemleriyle güçlendirilmiş duvarlarla örülü; izleme kuleleri ve on binlerce polis ve askerin bulunduğu kampların cezai nitelikli yerler olduğunu açıkça ortadadır.[85] Zaten insanların istekleri dışında getirildikleri ve asla ne zaman çıkacaklarını bilmedikleri kampların bir eğitim merkezi olduğuna Çinliler dâhil kimse inanmamaktadır. İnsanlar ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi eğitim merkezlerinde, hastanelerde, depo, hangar ve fabrikalarda, yer altı zindanlarında ve bazen çöllerde bazen de mahallelerde kurulan toplama kamplarında tutulmaktadır. Bu gizli tesislerde tutulanlara işkence ve asimilasyon programları uygulanmakta, bu kişilerin haklarının yakınları tarafından takibine dahi izin verilmemekte, nerede tutuldukları bildirilmemekte, hatta çoğu zaman yaşayıp yaşamadıkları bilgisi bile verilmemektedir.

75’ten fazla gazeteci ve 14 ülkeden 17 basın kurumunun oluşturduğu Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu tarafından basına gösterilen ve içinde kampların nasıl işletildiğine dair talimatların bulunduğu gizli belgeler de bu kampların her yönüyle tam bir toplama kampı olduğunu ispatlamaktadır.[86]

Yerel görgü şahitlerinin ifadeleri de bu bilgileri teyit etmektedir. Örneğin Nisan 2018’de bir Uygur iş adamı, Gulca yakınlarında bir okul ve eskiden polis eğitim merkezi olarak kullanılan bir fabrika dâhil yeniden tasarlanmış beş tesis olduğunu ve çok sayıda insanın buralarda tutulduğunu söylemiştir. Ocak 2018’de Kaşgar’da bir emniyet yetkilisi, yaklaşık 120.000 Uygur’un bölgede bulunan dört gözaltı kampında tutulduğunu belirtmiştir.[87]

Doğu Türkistan’da toplama kampı inşaatlarının giderek arttığı, uydu görüntüleriyle de kanıtlanmaktadır. Doğu Türkistan Millî Uyanış Hareketi ile birlikte çalışan gönüllü araştırmacılar ve gazeteciler, Uygur Müslümanların tutulduğu yaklaşık 500 toplama kampı ve hapishane olduğunu belgeleriyle ortaya koymaktadır.[88] Yine aynı araştırma grubu tarafından 2019 yılında Doğu Türkistan’da 182 toplama kampı, 209 hapishane ve 74 Bingtuan işçi kampı olduğu, coğrafi koordinatlarıyla belirlenmiştir.[89]

Doğu Türkistan’daki toplama kamplarını araştıran HRW ve Alman akademisyen Adrian Zenz, bölgede 1.200 kamp bulunduğunu belirtmektedir.[90] Zenz bu iddiasını şöyle desteklemektedir: “Deliller üzerinde artan incelemelerim gösteriyor ki, Doğu Türkistan’da kasaba ve bölge düzeyi arasında olan her idari birime en az bir toplama kampı düşüyor ve bunların toplamı da 1.200 yapıyor.”[91]

Doğu Türkistan’daki inşaat yoğunluğunu çimento ve çelik üretimindeki astronomik hareketlilik de açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca çimento üretim rakamlarının Sincan’da inşa edilen hapishane ve yeniden eğitim kamplarının oluşumunu desteklediğine inanılmaktadır. Çin Ulusal İstatistik Bürosu’na göre, Çin çimento üretimi 2017 yılında bir önceki yıla oranla %0,2 gerilemiş, fakat Sincan’daki çimento üretimi aynı yıl yaklaşık %13 oranında artmıştır. Aralık 2017’de Çin’in tamamı için yıllık çimento üretimi %2,2 düşerken, Sincan’ın üretimi yaklaşık %65 artmıştır. Çelik üretimi de benzer bir seyir izlemiştir. Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2012 yılında yönetime gelmesinden sonra Sincan’daki çelik üretimi genellikle düşmüş, ancak 2017 yılında yaklaşık %28’lik bir artmış yaşanmış ve bu oran aynı yılın aralık ayında %43’e ulaşmıştır.[92]

Nitekim Hoten’de ele geçirilen belgeler, yetkililerin gözaltı kamplarını genişlettiğini açıkça göstermektedir. Örneğin Luopu ilçesindeki 1 No.lu Mesleki Beceri Eğitim Merkezi, tarım arazileri üzerinde yükselen kampüs görünümünde ve çevresi dikenli tel ve gözetleme kameraları ile kaplı devası bir yapıdır. Bir otoyolun üzerinde bulunan merkez, yaklaşık 170.000 metrekarelik alanı ile çevresindeki köylerin çoğundan daha büyüktür. 2018 yılındaki uydu görüntülerine göre 1 No.lu Mesleki Beceri Eğitim Merkezi’ne en az 10 bina daha eklenmiş görünmektedir. Kanada British Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Shawn Zhang tarafından tespit edilen kamptaki inşaat çalışmalarının The Guardian gazetesi muhabirlerinin 2018 yılı Aralık ayı ortasında bölgeyi ziyaretleri sırasında hâlâ devam ettiği belirtilmiştir. Neredeyse tamamı Uygur olan yaklaşık 280.000 nüfuslu kırsal bir bölge olan Luopu’nun resmiyette mesleki eğitim merkezleri olarak görünen sekiz toplama kampına ev sahipliği yaptığı tahmin edilmektedir.[93]

Genişletilen toplama kamplarıyla ilgili olarak önemli bir araştırma da Finlandiya’da yaşayan Çinli muhalif Li Fang tarafından yapılmıştır. Fang, araştırmaları sonucu Kaşgar’da 15 toplama kampı ve 19 hapishaneyi bulmakla kalmamış, aynı zamanda Google Earth’ün veri geçmişi özelliği yardımıyla bazı toplama kampı ve hapishanelerin genişletilme sürecini de ortaya çıkarmıştır.[94] Örneğin Yarkent ilçesinin 5,28 mil batısında (K: 38 ° 24’47 “. D: 77 ° 08’54”), 2007’den önce inşa edilmiş ve yaklaşık dört dönümlük bir alanı kaplayan bir hapishane, 2014 yılında 4,14 dönüm daha genişletilmiştir. Eklenen alanlardaki yeni binalar 3,48 dönümlük bir alanı kaplamaktadır.

21 Ekim 2017 tarihli bir Google Earth görüntüsünde ise 9,28 dönümlük bir ek ve bu alana yayılmış 5,89 dönümlük bir alanı kaplayan binalar görülmektedir. 8 Mayıs 2018’deki görüntüde ise, bölgeye bir bina ile birlikte 3,63 dönümlük yeni bir alanın eklendiği anlaşılmaktadır. Bu alandaki kapalı kısım ise 2,67 dönümlük bir kapasiteye sahiptir. Mayıs 2018 itibarıyla bu hapishanenin toplam alanı, kapalı kısmı yaklaşık 14,32 dönüm olmak üzere 21,07 dönüme ulaşmıştır. Google Earth görüntüleri, tesisin hâlihazırda genişletilmeye devam ettiğini göstermektedir.

Google Earth’ün veri geçmişi özelliğini kullanan Li Fang, ilk olarak Şule ve Kargalık’taki (Yecheng) birkaç hapishanenin 2017’den bu yana önemli ölçüde genişletildiğini tespit ettikten sonra Kaşgar’daki tüm ilçeleri taramaya karar vermiş ve bölgede 19 kadar hapishane daha bulmuştur. İki büyük tesise ait alt cezaevleri de sayılırsa rakam 27’yi bulmaktadır. Fang, sadece bir birimde yapılmış olan bu araştırmanın bölgenin tamamındaki durumu anlama açısından bir fikir verebileceğini belirtmektedir.

Kaşgar eyaleti Şule şehrinin 2,45 mil doğusunda, Google Earth tarafından 8 Eylül 2018’de çekilen bir fotoğrafla (Coğrafi koordinat: N: 39 ° 24 ′ 27 ″. E: 76 ° 05 ‘38 “) bölgede olası bir yeniden eğitim kampı bulunduğu tespit edilmiştir. Şubat 2016’da alınan uydu görüntüsünde, bölgenin yaklaşık 8,66 dönümlük bir alanı kaplayan bir okula benzediği ve tahmini 3,01 dönümlük bir inşaat kapasitesine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu alanda Ağustos 2016’dan başlayarak bir genişleme görülmekte, Temmuz 2017’den itibaren ise mavi çatılı bazı binalar tespit edilmektedir. Kasım 2017’de, çevre alanındaki genişleme ile birçok evin yıkıldığı görülmektedir. Genişleme 2018 Eylül’ünde tamamlanmış ve bu noktada, toplam 12,91 dönüm inşaat alanı oluşturulmuştur.[95]

Li Fang, araştırmaları neticesinde şu sonuçlara ulaşmıştır:

  • 19 hapishanedeki binaların toplam tahmini kapasitesi 351 dönümdür ve 2017’den sonra tahmini 262 dönüm inşa edilmiştir. Bu da tüm kapalı alanların toplamının %74,45’ine karşılık gelmektedir.
  • Olası 15 yeniden eğitim kampında tahmini toplam inşaat kapasitesi 269 dönümdür ve bir kamp dışında tamamı Chen’in Sincan’da göreve başlamasından iki ay sonra, Ekim 2016’dan itibaren ortaya çıkmıştır.
  • Çiftliklerin içine gizlenmiş ve uzun kapalı duvarları veya gözetleme kuleleri olmayan hapishaneler, yukarıdaki kriterlere uymadığından tespit edilmeleri mümkün olamamıştır. Bu nedenle gerçek hapishane sayısının çok daha yüksek olma ihtimali bulunmaktadır.
  • Büyük pazarlar, binaların zemin katları, yer altı tesisleri ve sığınak gibi büyük kapalı binaların içine gizlenmiş olası “yeniden eğitim kampları”, yukarıdaki kriterler çerçevesinde yine dikkate alınmamıştır. Buraların tespiti, kampların sayısını daha da arttıracaktır.
  • 19 olası hapishanenin ve 15 olası yeniden eğitim kampının toplam inşaat kapasitesi 620 dönümdür. Hong Kong’daki standartlara göre, her mahkûm için ortalama yaşam alanı 4,66 metrekaredir; Çin standardı bilinmemektedir. Bununla birlikte, kaba hesaplama ile ortalama 5 metrekare veya yaklaşık 54 metrekare alan kullanarak 620 dönümlük binada yarım milyon insanın tutulabileceği tahmin edilmektedir.
  • Kaşgar’da yarım milyon insan hapsediliyorsa bu, bölgedeki tüm nüfusun %12’sinin hapishane ve toplama kamplarında olduğu anlamına gelmektedir. Sincan nüfusunun %12’si hapishanelerde veya yeniden eğitim kamplarında bulunuyorsa bu, tutuklu olan 1.360.000 kişiye tekabül etmektedir veya bu rakam BM’nin Ekim 2018’deki 1 milyon Uygur’un gözaltına alındığına ilişkin tahmininden daha fazla olacaktır. [96]

 

Li Fang’ın araştırması gibi başka araştırmalar da vardır. Onlardan biri de Reuters tarafından yapılmıştır. Bu araştırmada da yine uydu görüntüleriyle bölgenin çeşitli noktalarında daha önce açılmış bulunan 39 kamp tespit edilmiştir. Kamplar Nisan 2017 ve Ağustos 2018 arasında geçen 17 ayda neredeyse üç katına çıkarken, en son görüntüler buralardaki inşaat çalışmalarının çoğunun hâlâ devam ettiğini göstermektedir. Yaklaşık 140 futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kaplayan genişleme, eyalette var olduğu tahmin edilen toplam gözaltı tesislerinin sadece bir kısmını temsil etmektedir. Gazeteciler, eyalete erişimin sıkı bir şekilde kontrol edildiğini, bu sebeple de kampların kesin sayısının ve niteliğinin doğrulamasının neredeyse imkânsız olduğunu belirtmektedir.[97]

Doğu Türkistan’daki en üst düzey bir güvenlik görevlisi ile ÇKP Başkan Yardımcısı Zhu Hailun imzalarını taşıyan bir belge, merkezlerin tutukluların zorlu bir asimilasyon sürecine maruz bırakılacak şekilde nasıl tasarlandığını göstermektedir:

  • Kamplar, kilit altında bulunan yatakhane, kat ve koridorlar ve tüm binalarda uygulanan sıkı bir fiziksel ve zihinsel kontrol sistemine uymalıdır. Her bina, duvar ve tellerle korunmalıdır. Ön kapıda ve gözetleme kulelerinde güvenlik görevlileri tarafından izleme yapılan özel bir polis karakolu bulunmalıdır.
  • Mahkûmlar kamplarda süresiz olarak tutulabilirler, fakat en az bir yıl kalmalıdırlar.
  • Kamplar bir puanlama sistemi üzerinden işletilecektir. Mahkûmlar “ideolojik dönüşüm”, “disipline uyum” ve “çalışma ve eğitim” için puan toplayacaklardır.
  • “Eğitimde dönüşüm” sağlandıktan sonra mahkûmlar serbest bırakılmazlar. Başka bir kampa gönderilerek burada da üç ila altı aylık bir “emek becerileri eğitimi” stajına katılırlar.
  • Haftalık telefon görüşmeleri ve akrabalarla aylık görüntülü görüşme, dış dünyayla tek temaslarıdır ve gerekirse ceza amacıyla askıya alınabilir.
  • “Kaçışın önlenmesi” birinci önceliktir.

 

Emir belgesinde, mahkûmların her anını izlemek için “kör nokta olmadan” gece gündüz video gözetimi yapılması gerektiği belirtilmektedir. Mahkûmların yaşamlarının her yönünün kontrolü o kadar kapsamlıdır ki, sadece koğuşlarda ve sınıflarda değil, yemek kuyruklarında bile takip edilmektedirler.[98]

Doğu Türkistan’daki toplama ve çalışma kampları ile hapishanelerin bulunduğu bölgeleri gösteren harita, Doğu Türkistan Millî Uyanış Hareketi tarafından Google Earth KMZ formatıyla paylaşılmıştır.[99]

Araştırmalar sonucu Doğu Türkistan’daki toplama kamplarının kurulduğu tespit edilen şehir ve bölgeler şunlardır: Kaşgar, Hoten, Kızılsu, Aksu, Bayangolin, İli, Bortala, Urumçi, Turfan, Tarbagatay, Karamay, Altay, Sanci Hui, Kumul. Aşağıdaki haritada her şehir ve bölgeye düşen kamp sayısı gösterilmektedir.[100]

Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü (Australian Strategic Policy Institute-ASPI), Alman akademisyen Adrian Zenz’in toplama kampları ile ilgili araştırmalarını ve hukuk fakültesi öğrencisi Shawn Zhang’ın Çin’deki toplama kamplarını gösteren uydu görüntüsü araştırmasını esas alan bir çalışma yapmıştır. Bu çalışmada söz konusu belgelerin yanı sıra Çin hükümetinin kamp alanları ile ilgili kontratları ve açtığı ihaleler çerçevesinde kampların kurulduğu 28 bölge, alan ölçüsü bakımından farklı yıllara göre incelenmiştir. ASPI’nin 2016-2019 arasını kapsayan incelemeleri, bu 28 kamp alanında %465’lik bir büyüme olduğunu ortaya koymuştur. 2018’in Eylül ayında 28 kampın toplam alanın 2,7 milyon metrekare olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu çalışmaya göre, Hoten kentinde aynı tarihte ortaya çıkan bir tesisteki büyüme, tespit edilenlerin en büyüğüdür. 2016 yılının başında 7.000 metrekare olan tesis, Eylül 2018’de 172.000 metrekareye çıkmıştır ki, bu yaklaşık 18 aylık bir sürede %2.469’luk bir genişleme olduğu anlamına gelmektedir.[101]

Aşağıdaki uydu görüntüleri, farklı bölgelerdeki kamp alanlarının 2016-2018 yılları arasındaki genişlemelerini göstermektedir:

Ülkesindeki toplama kamplarının varlığından haberdar olan ve bu kampları sorgulama amaçlı uydu çalışması yapan hukuk öğrencisi Shawn Zhang’ın araştırması, toplama kamplarının varlığını gösteren ve basın kuruluşları tarafından da kaynak olarak kullanılan önemli araştırmalardan biridir. Zhang, 2018 Mayıs’ında Google Earth uydu görüntülerini konuyla ilgili delil bulmak için taramış ve bulduğu dosyalardaki toplama kampı adresleriyle uydu görüntülerini karşılaştırarak kampların inşa edilmeden önceki ve sonraki görüntülerine ulaşmıştır.[102]

Fotoğraflardaki uydu görüntüleri Shawn Zhang’ın yayınladığı ve toplama kamplarının inşasının 2017 yılından sonra ne kadar arttığını gösteren 2017 yılı öncesi ve sonrasına ait uydu görüntüleridir.[103]

Bu görüntüler, toplama kamplarının sayı ve alan bakımından 2017 yılından itibaren hızla arttığını göstermektedir.

Toplama Kamplarına Ait Uydu Görüntüleri


Tapançeng- Urumçi / 2018


Tapançeng- Urumçi / 2015


Yining/Gulca -İli / 2018


Yining/Gulca -İli / 2016

Kargılık- Kaşgar / 2018


Kargılık- Kaşgar / 2015


Karakaş-Hoten / 2018


Karakaş-Hoten / 2014


Yarkant -Kaşgar&Hoten / 2017


Yarkant -Kaşgar&Hoten / 2015


Lop-Hoten / 2017


Lop-Hoten / 2016


Kuytun –İli / 2017


Kuytun –İli / 2012


Makit-Kaşgar / 2017


Makit-Kaşgar / 2013


Hotan-Hoten / 2018


Hotan-Hoten / 2016


Hotan-Hoten / 2018


Hotan-Hoten / 2015


Bay (Bayşeng)-Aksu / 2017


Bay (Bayşeng)-Aksu / 2011


Şanşan-Turpan / 2018


Şanşan-Turpan / 2015


Çapçal - İli / 2017


Çapçal - İli / 2015


Kuka-Aksu / 2018


Kuka-Aksu / 2016


Şayar- Aksu / 2018


Şayar- Aksu / 2014


Korla- Bayangolin / 2018


Korla- Bayangolin / 2014


Aksu / 2018


Aksu / 2015

 

3 MİLYON CAN GÜNEŞE HASRET

Toplama kamplarında tutulan kişi sayısı ile ilgili olarak farklı bilgiler bulunmaktadır ve bu bilgilerin tamamına yakını kamplardan çıkmayı başarabilenlerin ve bunların yakınlarının beyanları, köy ve kasabalarda bulunan bölge sakinlerinin şahitlikleri, akademisyen ve gazetecilerin araştırmaları neticesinde tahmini olarak verilmektedir.

Çin Halk Cumhuriyeti Ceza Yasası’nın 103. maddesi “açık bir biçimde ayrılıkçılığı kışkırttığı, ülkeyi bölmeye çalıştığı” düşünülen her türlü faaliyetin cezalandırılmasını öngörmektedir.[104] Bundan dolayı bağımsız gazeteciler, aktivistler ve STK görevlileri ile bağımsız heyetlerin kamplara girmesi ve araştırma yapması mümkün değildir. Bu kişiler genellikle bölgelere turist vizeleri ile girmeye çalışmakta ve olabildiğince gizli bir şekilde yaptıkları araştırmaların neticelerini paylaşmaktadırlar.[105]

Çin’in dünya kamuoyunu oyalama amacı taşıyan göstermelik programlarla önceden hazırlanmış merkezlere devlet yetkilileri ve bazı grupları götürdüğü bilinmektedir.[106] Çin buralara götürdüğü diplomat ve gazetecileri çoğunlukla kendi seçmektedir;[107] dolayısıyla bağımsız programlar olmadığı için bu ziyaretlerin objektifliği tartışmalı olduğundan bu ziyaretlerde edinilen veriler de kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.[108] Bu programlar esnasında kendilerine soru sorulan kişilerin buğulu gözlerle, cevapları önceden ezberletildiği tahmin edilen bilgiler verdiklerini gösteren birçok olay yaşanmıştır.[109] Yine böyle bir gezi programında toplama kampının bir köşesinde yazan ve fark edilmediği için silinmediği anlaşılan “Kalbim lütfen dayanmaya devam et!” yazısı birçok şeyi anlatmaya yetmektedir.[110]

Eski mahkûmlarla yapılan görüşmelerden, kamplarda hemen her iş ve meslek grubundan insanın bulunduğu bilinmektedir: öğrenci, çiftçi, esnaf, iş adamı, âlim, din adamı,[111] akademisyen,[112] yerel yönetim çalışanları, memurlar, işçiler, sanatçı ve sporcular; kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı herkes.[113] Anlaşıldığı kadarıyla Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanlar, olabilecek en geniş şekilde kamplara alınmaktadır. Bölgeye gidebilen araştırmacılar bazı köy, kasaba ve şehirlerde dükkânların daima kapalı olduğunu, sokaklarda insan görmenin bile zor olduğunu belirterek hayalet kasaba ve şehir benzetmeleriyle hapsedilen kişilerin çokluğundan bahsetmektedirler.[114] Hatta köylerdeki genç erkeklerin önemli bir bölümünün toplama kamplarında olmaları sebebiyle birçok yerde tarlalardaki mahsullerin toplanmasının dahi problem olduğu ve halkın yoksulluğunun daha da arttığı belirtilmektedir. Buna karşın nüfusun seyrekleştiği bütün bölgelere, yoğun şekilde Han Çinli nüfusun ciddi maddi desteklerle yerleştirildiği ifade edilmektedir.

Uygur İnsan Hakları Projesi’nin (Uyghur Human Rights Project-UHRP) 2019 Ocak ayında yayımladığı bir raporda, Nisan 2017’den bu yana ÇKP tarafından en az 338 Uygur aydının hapsedildiği veya bu insanların bir şekilde kaybolduğu belirtilmektedir.[115] Bu rakam başka bir kaynakta da teyit edilmektedir.[116] Bu kişilerden biri de 1983-1991 yılları arasında Kaşgar Üniversitesi’nde Türk ve Uygur Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış ve Uygur toplumunun önde gelen aydınlarından olan Prof. Dr. Mutallip Sidiq Şahiri’dir. Uygur araştırmalarının merkezi sayılan modern Uygur dilinin adlar kümesi ile ilgili 2010 yılında yayımlanan 900 sayfalık çalışmasıyla tanınan Şahiri, 2018 Eylül’ünde Kaşgar’da aniden ortadan kaybolmuştur. Yine toplum nezdinde büyük saygınlığı olan ve 15 yıl boyunca Uygurlara klasik şiir ve halk hikâyeleri öğreten ders kitapları hazırlayan 54 yaşındaki Yalkun Rozi de “devleti yıkmaya teşvik” suçlamasıyla 10 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılmıştır.[117] Pekin Minzu Üniversitesi ekonomi profesörü İlham Tohti ise 2014 Ocak ayında annesiyle birlikte tutuklanmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.[118] 2018 Ocak ayında da Kur’an-ı Kerim’i Uygur Türkçesine tercüme eden meşhur din adamı 82 yaşındaki Muhammed Salih, ilerlemiş yaşına rağmen toplama kampına alınmış ve orada şehit edilmiştir. Bütün bunlar Çin’in uyguladığı hak ihlalleri ve katliamların ne kadar ciddi bir noktaya geldiğini gösteren örneklerden sadece birkaçıdır.[119]

UHRP araştırmacısı Henryk Szadziewski, bu politikaların temel amacını şu sözlerle ortaya koymaktadır: “Aydınlar ve liderler bir odak noktası oluşturuyor. Bu nedenle onların hedeflenmesi asimilasyon süreçlerinin hızlandırılması ve aynı zamanda Uygur kimliğini yok etmenin en etkili yolu olarak görülmektedir.”[120] Çin bu uygulamaya son yüzyıl içerisinde müteaddit defalar başvurmuştur. 1949 yılında Doğu Türkistan işgal edildiğinde ilk iş olarak İslami eğitimin temel kurumları durumundaki medreseler kapatılarak halka liderlik yapabilecek din adamları ve aydınlar “halk düşmanı” ilan edilip ortadan kaldırılmış, 1966’da başlayan ve 1976’da Mao’nun ölümüne kadar süren Kültür Devrimi sürecinde de toplumu geleneksel değerlerinden ve bağlarından koparmak, dinî inançlarından vaz geçirmek ve Uygurları zorla Çinlileştirmek için Türk İslam kültürüne ait her şey gericilik ve yobazlık adı altında düşman ilan edilerek yüzlerce aydın ve âlim katledilmiştir.

Japonya’da yayımlanan Newsweek dergisinin 2018 Ağustos sayısına göre, kamplarda tutulanların sayısı 892.329’dur.[121] Alman antropolog Adrian Zenz ise, Mayıs 2018’de yayımlanan raporunda, bölgesel ve idari bölge düzeyinde şehirlerin bu rakama eklenmesiyle kamplarda tutulanların sayısının 1 milyonun üzerinde olabileceğini belirtmektedir.[122] BM’ye göre ise Doğu Türkistan’da yaklaşık 1-3 milyon Uygur, kamplarda zorla tutulmaktadır.[123] UHRP Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Türkel de kamp alanlarının genişliği ve sayısı dikkate alındığında buralarda tutulan kişi sayısının 3 milyonu bulabileceğini belirtmektedir.[124] BM Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü’ne (UNPA) göre ise toplama kamplarında tutulanların sayısı 2 milyondan fazladır.[125]

İnsanların tutuklanıp kamplara kapatılmaları için yeterli görülen 48 maddeye bakıldığında, bu kapsama girmeyecek herhangi bir Uygur olamayacağı açıkça anlaşılmaktadır! Dolayısıyla tahminlerin de ötesinde yüksek bir tutuklu sayısı olması çok mümkündür. Nitekim Doğu Türkistan Maarif ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan, toplama kamplarında tutuklu bulananların sayısının 5 milyona yakın olduğunu söylemektedir.[126]

Çin ise toplama kamplarında kaç kişinin tutulduğuyla ilgili bilgi vermeyi reddetmektedir. Çin adına neredeyse tek resmî açıklama, Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümeti Başkanı Shohrat Zakir tarafından yapılmış, o da tesislerde tam olarak kaç kişinin olduğunu söyleyemeyeceğini belirterek: “1 milyon insan! Bu sayı oldukça korkutucu. Eğitim mekanizmasında 1 milyon kişi! Bu hiç gerçekçi değil. Bütün bunlar sadece bir söylenti.” demekle yetinmiştir.[127]

Kimliğinin gizli kalmasını isteyen bir bölge sakini; eşi, dört erkek kardeşi ve 12 yeğeninin (ailedeki tüm erkekler) 2017’den bu yana toplama kamplarında tutulduğunu söylemektedir.[128] Doğu Türkistan Maarif ve Yardımlaşma Derneği’nin 16 Ağustos 2018 tarihli haberine göre, Hoten’de açılan kamplarda tutulan insanların sayısı 300.000’i geçmektedir.[129] Takribi olarak verilen rakamların ayrıntısı şöyledir:

  • Hoten-Karakaş ilçesi 2 No.lu Ortaokul Kampı: 5.000 kişi
  • Hoten-Karakaş ilçesi Halk İşleri Müdürlüğü yanındaki Özel Eğitim Merkezi Kampı: 9.000 kişi (kadın tutuklular)
  • Hoten-Karakaş ilçesi Merkez Öğretmen Okulu (Sifen) Kampı: 10.000 kişi
  • Hoten-Karakaş ilçe tren istasyonu yanında bulunan kamp: 100.000 kişi
  • Hoten-Karakaş Urçi kenti kampı: 15.000 kişi (kadın tutuklular)
  • Hoten-Karakaş Bostanköy Sanayi Bölgesi Tarım Üniversitesi Kampı: 60.000 kişi
  • Hoten-Yörünkaş kenti Meslek Yüksek Okulu Kampı: 60.000 kişi
  • Hoten-Gazun ilçesi Öğretmen Okulu (Sifen) Kampı: 15.000 kişi
  • Hoten-Kaypaçüy Kampı tutuklu sayısı bilgisine ulaşılamamıştır.
  • Hoten-Laskuy kent pazarı kampı: Tutuklu sayısı bilgisine ulaşılamamış olmakla birlikte, burası tutuklu sayısı bakımından en kalabalık kamp olarak bilinmektedir.[130]

 

Yine Hoten’deki tutuklamaların küçük bir kısmıyla ilgili olarak oluşturulan bir listeye göre, 311 kişinin toplama kamplarına sadece “sakal bıraktıkları, oruç tuttukları veya pasaport almak için başvuru yaptıkları” için gönderildiği anlaşılmaktadır. Bu kişilerin tamamı 2017 ve 2018 yıllarında toplama kamplarına gönderilmiştir. Liste ayrıca bu kişilerin çocuklar dâhil yüzlerce akrabasına ait bilgileri de içermektedir. Örneğin WeChat adlı haberleşme programından bir kişinin altı yıl önce yurt dışındaki bir arkadaşı ile konuşurken indirdiği bir video dahi belgelenmiştir. 137 sayfalık listede, tutuklu bulunan 311 kişiyle irtibatı olan 1.800 kişinin ayrıntılı bilgileri de yer almaktadır.[131]

Çin İnsan Hakları Savunucuları Örgütü (CHRD) ile Eşit Haklar İnisiyatifi’nin (ERI) 2018 Ağustos ayında Kaşgar vilayetinde yaptığı bir araştırmaya göre, bölgede 660.000 kişi “güçlü dinî görüşlere” veya “siyasi açıdan yanlış fikirlere” sahip oldukları gerekçesiyle kamplara alınmıştır. Bunun dışında yaklaşık 1,3 milyon kişi de bulundukları yerlerde “yeniden eğitim” adı altında gündüz-gece sınıflarına ayrılarak zorunlu eğitime tabi tutulmuştur. Araştırmada mevcut bulgulardan hareketle Doğu Türkistan’ın güneyinde, kırsal bölgelerde yaşayan Uygur nüfusun yaklaşık %30’unun herhangi bir yargı kararı olmaksızın yeniden eğitim zorlamasıyla karşılaştığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Çin dışında yaşayan çok sayıda Uygur, özellikle Uygurları hedef alan bu kamplarda tutulan akrabalarının ya kamplardayken ya da serbest bırakıldıktan sonra öldüğünü anlatmıştır.[132] Raporda ayrıca 2018 Temmuz ayı sonuna kadar Doğu Türkistan’da 2 milyondan fazla insanın tutuklanarak toplama kamplarına kapatıldığı belirtilmiştir.[133]

28 Aralık 2018 tarihinde The Epoch Times isimli haber sitesinde kamplarda kaç kişi bulunabileceği ile ilgili ilginç bir araştırma yayınlanmıştır. Araştırmaya göre Finlandiya’da yaşayan Çinli bir muhalif olan Li Fang, Doğu Türkistan’daki Uygurların %80’den fazlasının bölgenin güneyinde yaşadığı bilgisinden yola çıkarak, Kaşgar şehrinde yaklaşık yarım milyon Müslüman’ın tutulduğunu tahmin ettiği 19 olası hapishane ve 15 olası yeniden eğitim kampı tespit etmiştir. Bu sonuca Google Earth uydu görüntüleri üzerinden zorlu ve titiz bir çalışma neticesinde ulaşan Fang, bir yapının toplama kampı ya da benzeri bir gözetim merkezi yahut hapishane olabileceği ile ilgili bazı kriterler belirlemiştir. Buna göre toplama kamplarının başlıca özellikleri şöyledir:

  • Alanın çevresinde duvarlar ve dikenli teller vardır.
  • Kampların içinde, yapı grubunu birkaç bağımsız alana ayıran bölme duvarlar, dikenli teller veya demir çitler vardır.
  • Alanlarda bekçi kulübesi benzeri tesisler vardır.
  • Alan genellikle çok hareketsizdir. Tesis içerisinde ya araç yoktur ya da çok az araç vardır.
  • Yukarıdaki özellikler genellikle 2017’den sonra ve aynı anda ortaya çıkmıştır.

 

Kaşgar’da yaklaşık 20 tesis tespit eden Fang, bunların 15 tanesinin olası toplama kampı olduğu tahmininde bulunmaktadır. Li Fang’ın hapishanelerle ilgili belirlediği kriterler ise şöyledir:

  • Belirlenmiş olan alan dışında kalın, düz ve çevreleyen duvarlar vardır.
  • Duvarlardan daha yüksekte bulunan gözetleme kuleleri kapalı alanın iki veya dört köşesinde yer almaktadır.
  • Genellikle duvarların içinde ve dışında çok belirgin devriye yolları görülmektedir.
  • Binalar çok düzgün bir şekilde yapılmıştır ve etrafında yer alan duvarlardan oldukça uzaktadır.
  • Hapishanede genellikle araç yoktur.

 

Bu kriterlerle Fang, sadece 19 hapishaneyi bulmakla kalmayıp, aynı zamanda Google Earth’ün veri geçmişi yardımıyla bazı hapishanelerin genişletilme sürecini de tespit etmiştir.[134]

TOPLAMA KAMPLARINDA HAK İHLALLERİ

Dinî ve kültürel yaşam tarzını “aşırılık” olarak nitelendiren Çin hükümeti ve medyası; İslam dinini aşağılayan bir dil kullanmakta, Uygurların “sağlıklı olmayan düşüncelerle enfekte olduklarını” ve toplama kamplarının “bu virüsten kurtulmak için” açılmış karantina merkezleri olduğunu savunmaktadır. Çin’in uyguladığı toplama kampı sistemi, tam anlamıyla insan hakları ihlalinin ve insanlık suçunun bir tanımıdır.[135] Çinli yetkililer bu yerlerin gönüllü eğitim kampları olduğunu iddia etseler de kamplardan kurtulabilen eski tutuklularla yapılan röportajlar, bölgeye giden gazetecilerin gözlemleri ve bazı Çinli yetkililerin gizli belgeleri basına sızdırmasıyla ortaya çıkan tablo, kamplarla ilgili gerçeklerin bu resmî söylemin tam aksi olduğunu açıkça göstermektedir. Kamplara dair tanıkların ve belgelerin açığa çıkardığı gerçekler, buraların aslında her türlü insan hakkı ihlalinin ve baskının uygulandığı, ideolojik ve davranışsal eğitim verilerek kültürel ve dinî asimilasyon yapılan merkezler olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.[136]

“Çin Yazışmaları” adlı belgeler, yüz binlerce kişinin tutulduğu kamplarda uygulanması istenen beyin yıkama yöntemleriyle ilgili talimatları içermektedir. Bu gizli belgeler, Çin polisinin Doğu Türkistan’da yaşayanlar arasında kimlerin söz konusu kamplara konulacağına da yapay zekâ yazılımlarıyla karar verdiğini göstermektedir. Bu belgeler 2017 yılında Doğu Türkistan’ın en üst düzey güvenlik yetkilisi olan ve o dönemde bölgenin ÇKP başkan yardımcılığını yapan Zhu Hailun tarafından imzalanmıştır.

HRW Çin Direktörü Sophie Richardson[137] bu belgelerin Doğu Türkistan’da çok önemli insan hakkı ihlallerinin işlendiğinin açık delilleri olduğunu belirterek savcılar tarafından kullanılması gerektiğini vurgulamıştır.[138] Aralarında BBC ve The Guardian’ın da bulunduğu 17 basın kuruluşunun iş birliği ile incelenen belgeler, Çin hükümetinin Müslüman Uygurlara yönelik sistematik bir beyin yıkama faaliyeti içinde olduğunun ve bölgede yaşanan insan hakkı ihlallerinin en somut kanıtıdır. Söz konusu belgeler arasında en çarpıcı olanı, toplama kamplarının yöneticileri için hazırlanmış olan ve Çin yönetiminin “Telegram” adını verdiği bir talimatnamedir. 2017 yılında hazırlanan bu kitapçıktaki talimatlar şu hususlardan oluşmaktadır:

  • Kullanılacak endoktrinasyon (beyin yıkama) yöntemleri
  • Kampların varlığının kamuoyundan nasıl gizleneceği
  • Kamplardan kaçışların nasıl engelleneceği
  • Salgın hastalıkların nasıl kontrol altına alınacağı
  • Kamplarda tutulanların yakınlarını hangi koşullarda görebileceği, hatta ne zaman tuvalete gidebileceği[139]

 

Asimilasyon amaçlı kurulan toplama kamplarında, Uygur ve diğer Müslüman azınlığın yaşam tarzlarından dolayı tutuklanıp alıkonulması başlı başına bir insan hakkı ihlaliyken kamplarda yaşananlar bu ihlallerin ne denli derin olduğunu göstermektedir. Aşağıda bu belgelerdeki talimatlar doğrultusunda uygulanan hak ihlalleri başlıklar hâlinde sıralanmıştır.

  1. Uygurlar hiçbir suç isnat edilmeden ve yargılanmadan tutuklanıyor.

İnsanlar, siyasi eğitim kamplarında adil yargılanma hakları ihlal edilerek tutuluyorlar, kendilerine ne bir suç isnat ediliyor ne de yargılanıyorlar. Tutuklulardan biri durumu şu şekilde anlatıyor: “Yetkililere avukat tutup tutamayacağımı sordum. Bana, ‘Hayır, çünkü senin hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmedi. Kendini herhangi bir şey için savunmak zorunda değilsin. Burada bir siyasi eğitim kampındasın. Tek yapman gereken ders çalışmak.’ dediler.”[140]

  1. Kamplarda tutulanların akıbeti hakkında ailelere bilgi verilmiyor.

Çin hükümeti dinî ve kültürel faaliyetleri terör suçu olarak kabul edip, gözaltına aldığı birçok kişinin ailesini durumdan çok sonra haberdar ediyor. Hatta tutuklanmalarının üzerinden çok uzun zaman geçmiş olsa da birçok kişi hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamıyor, akıbetleri bilinmiyor. Örneğin 2019 yılı Ramazan ayında Hoten’de 137 kişi gözaltına alınmış, ancak aileler durumdan çok sonra haberdar edilmiş, hatta birçokları hâlen yakınlarından bir haber alamamış.[141] Aileler benzer bir durumun kendi başlarına da geleceği endişesiyle yakınlarının akıbetini öğrenmek için seslerini yükseltmekten çekiniyor; zira toplama kamplarında aynı aileden ya da akrabalık bağları bulunan yüz binlerce kişi olduğu biliniyor.[142]

  1. Siyasi beyin yıkamaya maruz bırakılıyorlar.

Kamplarda öğretilmeye çalışılan müfredattaki ilk madde, tutukluların düşünce tarzını değiştirmeye yönelik olan ideolojik eğitimle ilgili. HRW raporuna göre, toplama kamplarında tutulanlar günlerce, aylarca ve hatta kaldıkları yıllar boyunca Komünizm propagandasına maruz kalıyor ve bu doktrini kabul etmeye zorlanıyor. Bazı ailelerin neredeyse tüm erkek üyelerinin söz konusu siyasi eğitim kamplarında tutulduğu belirtiliyor.[143] Tutuklulara din ve kültürlerini inkâr etmeleri, (haşa) Allah yok, sadece ÇKP var demeleri emrediliyor.[144] Kamplarda zorla Mandarin Çincesi öğretiliyor, mahkûmlar ÇKP’yi öven marşlar söylemeye ve Çin’in ideolojik kurallarını ezberlemeye zorlanıyorlar. Bayrak çekme törenlerine, siyasi toplantılara, toplu ihbar ve inkâr toplantılarına katılmaya mecbur bırakılıyorlar. Direnenler veya “öğrenemediğine” kanaat getirilenler cezalandırılıyor. Çin, dinî vecibeler konusunda getirdiği emsali görülmemiş yasak ve baskılarla İslam dinini fiilen kanun dışı ilan etmiş durumda.[145] Oysa Çin Anayasası’nda “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları, din ve inanç özgürlüğüne sahiptir.” ve “Hiçbir devlet organı, kamu kuruluşu veya birey, vatandaşları herhangi bir dine inanması veya inanmaması için zorlayamaz yahut herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlar arasında ayrım yapamaz.” denmektedir.[146]

  1. Kamplarda tutuklu bulunanlar fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kalıyor.

Aşağıda yer verilen tanıklıklar, kamplardan kurtulmayı başarmış Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensubu kişilerle yapılan röportajlardan elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Farklı şahitliklerin konu hakkındaki ifadelerinin uyuşması, bilgilerin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Buna göre belirtilen işkence yöntemlerinden bazıları şunlardır:

  • Yaz aylarında sadece iç çamaşırıyla sıcak taş üzerinde; kış aylarında da çıplak ayakla buz üzerinde bekletme
  • Dayak
  • Elektrik şoku verme
  • Hastalık durumlarında müdahale etmeme
  • Uykusuz bırakma
  • Uzun süre hücre hapsinde tutma
  • Uzun süre kelepçe ile bırakma
  • Uzun süre kafasında siyah çuval olduğu hâlde bekletme
  • Tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesini kısıtlama
  • Aşırı kalabalık odalarda tutma
  • Aç ve susuz bırakma ya da yeterli yiyecek vermeme
  • Su tanklarına daldırma ya da soğukta üzerine soğuk su dökme
  • Kadın tutukluların yüzlerinde ve vücutlarında sigara söndürme
  • Bileklerinden asılan tutukluları bu hâldeyken copla dövme, elektrik verme, değişik acı verici nesnelerle dövme ve eziyet etme
  • Soğukta bekletme
  • Yoğun ve parlak ışıkla körleştirme
  • Uzun süre gergin pozisyonda tutma
  • Günlerce hareketsiz bir şekilde kaplan koltuğu denen koltuklarda oturtma
  • Elleri kelepçeli ve ayakları prangalı olarak dolaştırılma
  • Düzenli olarak verilen içeriği belirtilmeyen ilaçlarla güçten düşürme ve itaate zorlama
  • Zoraki kürtaj ve doğum kontrol uygulamaları, erkeklerin kısırlaştırılması
  • Tecavüze uğrayan birini izlemeye zorlama
  • Toplu tecavüz

 

  1. Tutukluların ceza ve ödül sistemi ile aileleriyle görüştürülüp görüştürülmeyeceklerine karar veriliyor.

Kamplarda alıkonulan kişilerin aileleriyle görüşebilmeleri ancak verilen eğitimi eksiksiz tamamlamaları, dil ve siyasi doktrin sınavlarını geçmeleri ve tüm kurallara koşulsuz şartsız uymaları şartıyla gerçekleşebiliyor.[147]

  1. Kamplarda tutulma süreleri bildirilmiyor.

İnsanların kamplarda ne kadar süreyle tutulacaklarını bilmemeleri de psikolojik bir işkence olarak uygulanıyor. Sızdırılan bazı belgelerde tutukluların ancak din, dil ve kültürel bakımından değişim göstermeleri durumunda serbest bırakılacağı belirtiliyor. Bu serbest bırakma işlemi, dört ÇKP komitesi tarafından kişinin tamamen değiştiğine dair delillerin kabul görüp onaylanması akabinde gerçekleşebiliyor.[148]

  1. Tutuklu Uygurların aile ya da arkadaşlarını rapor etmeleri ya da fişlemeleri isteniyor.[149]

Bu şekilde yeni on binlerce masum insan toplama kamplarına alınıyor. Radikal eğilimli gruplarla bağlantısı olduğu iddiasıyla tutuklanan bir iş adamı, “Beni Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar hakkında kendilerine casusluk yapmam şartıyla serbest bıraktılar.” diyor. Bu uygulamayla Uygurların birbirlerini fişlemeleri isteniyor.[150]

  1. Kamplarda tutuklu olanların çocukları alınarak izleri kaybettiriliyor.

Tutuklamalar ailelerin parçalanmasına neden oluyor. Tutuklu akrabalarının çocuklarına bakmak isteyenlere izin verilmiyor, tutukluların çocukları yetimhanelere ve diğer sosyal kurumlara gönderilerek asimile edilmeye çalışılıyor. Çocuklar ailelerinden zorla uzaklaştırılarak izleri kaybettiriliyor.[151]

  1. Toplama kamplarındaki Uygur Müslümanların organları çalınıyor.

HRW Avustralya şubesi tarafından desteklenen ve uluslararası organ nakli sisteminin kötü kullanımına son verme amaçlı kurulan, ayrıca uluslararası koalisyon tarafından da desteklen “Çin Mahkemesi” adlı sivil oluşum tarafından hazırlanan rapor bu konuda çarpıcı veriler içeriyor. Raporda, toplama kamplarında tutulan önemli sayıdaki mahkûmun kalp, akciğer, kornea, karaciğer gibi organlarının alındığına dair güçlü kanıtlar bulunduğu ve bu kanıtların BM İnsan Hakları Komisyonu’na sunulduğu belirtiliyor.[152] Çin Mahkemesi raporuna göre Çin, organ ticaretinden yılda 1 milyar dolar gelir sağlıyor.[153] BMC Medical Etics dergisinde yayınlanan bir başka raporda da Çinli yetkililer, Müslüman Uygur tutuklulardan zorla aldıkları organlar için “organ bağışı” olarak kayıt açıyor. Bu şekilde her yıl 90.000’den fazla Uygur’un ve bazı siyasi mahkûmların organları için infaz edildiği iddia ediliyor.

Toplam “yasal” organ nakli sayısının yılda yaklaşık 10.000 olduğu tahmin edilirken, yukarıdaki iddialar dikkate alındığında Çin’deki gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu ifade ediliyor. Araştırmacılar -ülkenin en büyük üç hastanesinden elde edilen verileri kullanarak- Çin hükümetinin iddia ettiği gibi ülkede organ nakli operasyonlarını yürütmek için sadece 100 hastane olmadığını, karaciğer ve böbrek nakli yapılan toplam 712 hastane olduğunu belirtiyor. Avrupa Parlamentosu Halk Sağlığı Komitesi ve İnsan Hakları Alt Komitesi, yasa dışı olarak toplanan her bir böbrek ve karaciğerin 150.000 avroya kadar alıcı bulabildiğini bildiriyor.[154]

Kurbanların cesetleri ailelerine verilmediğinden ve genellikle tanıklar, konuşmaları imkânsız olan doktor, polis ve hapishane gardiyanları olduğundan, Çin’deki bu uygulamaları kanıtlamanın bir hayli zor olduğu belirtiliyor.[155] 2013 yılında İngiltere’de bir gazetede çıkan haberde, 1995’te Urumçi’de yaşadıklarını paylaşan Enver Tohti isimli bir cerrah, infazı gerçekleştirilen bir mahkûmun hemen ölmemesi için kasıtlı bir şekilde sağ göğsünden vurulduğunu ve organlarından bazıları alınırken (karaciğer ve iki böbrek) kalbinin hâlâ atmaya devam ettiğini anlatıyor. Bu operasyonu gerçekleştirmek için emir aldığını söyleyen Tohti, “Bu emre karşı koymak imkânsızdı.” diyor.[156] Çin Mahkemesi Başkanı Sir Geoffrey Nice’ın konuyla ilgili şu sözleri durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor: “Sonuç, çok fazla insanın sebepsiz yere korkunç bir şekilde öldüğünü gösteriyor. Birçok kişinin böbrek, karaciğer, kalp ve korneaları hâlâ canlıyken alınmış.”[157]

Enver Tohti RFA’ya yaptığı açıklamada, 2012-2014 yılları arasında bu organların Suudi Arabistan’da “Helal organ” adı altında satıldığını da iddia etmiştir.[158] 2014 yılında devlet medyasında çıkan bazı haberlerde, Çin’in idam mahkûmlarından organ alma uygulamasını aşamalı olarak iptal edeceği ve bunun yerine ulusal bir organ bağışı sistemine geçileceği belirtilmesine rağmen veri ve deliller, hâlihazırda Uygur mahkûmların bu organ ticaretinin konusu olduğunu gösteriyor. Toplama kamplarından sağ kurtulan birkaç kişi, Çin Mahkemesi’ne kan testleri, röntgen ve ultrason gibi fiziksel muayenelere nasıl maruz kaldıklarını anlatmıştır. Bu tanıklıklar söz konusu iddiayı doğrular niteliktedir. Zira uzmanlar, bu muayenelerin mağdurların organlarının sağlıklı ve nakil için uygun olup olmadığının anlaşılması amacıyla yapıldığını tahmin etmektedir.[159]

  1. Kamplarda tutuklu olan Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensupları, işçi olarak zorla çalıştırılıyor.

Resmî belgelere, uzmanlarla yapılan görüşmelere ve araştırmacıların bölge ziyaretleri sonucu hazırladıkları raporlara göre, “Çinli idareciler, Müslüman azınlığı işçi olma yönünde zorluyor.”[160] Kamplarda bulunan Uygurların iplik ve tekstil fabrikalarında ve ayrıca pamuk tarlalarında istekleri dışında ücretsiz olarak çalıştırıldığına dair deliller bulunuyor.[161] Dünya pamuk üretiminde ilk sırada yer alan Çin, “dünyada üretilen her beş balya pamuktan bir balyasının üretiminden sorumlu tuttuğu” Uygurları zorunlu olarak tarlalarda çalıştırıyor.[162]

Kamplardaki Yaşam Koşulları

Kamplar bütüncül fiziksel ve zihinsel kontrol sistemi ile kontrol edilmektedir. Kaçışları önlemek için koğuşlar, koridorlar ve binaların geneli, birden fazla kilitle kilitlidir ve etrafları da dikenli tellerle çevrilidir. Kampların gözetimi, gözlem kuleleri ve gardiyanlarla yapılmaktadır.

Mahkûmların kaçışını engellemek birincil öncelik olduğu için kamplardaki her alan 7/24 kameralarla izlenmektedir.[163]

Kamplarda bir günün programı ise genellikle şu şekildedir:

  • 06.00-07.00: Kahvaltı
  • 07.00-11.00: ÇKP sloganları içeren siyasi beyin yıkama dersleri yapılarak “Ben Çinliyim, Çinli olmaktan övünç duyuyorum, yaşasın Komünist Parti” gibi sözleri olan siyasi marşlar söyletilir.
  • 11.00-12.00: Mahkûmlardan “Hayatımı ÇKP için feda ederim” tarzı sloganları tekrar tekrar söylemeleri ve ezberlemeleri istenir.
  • 12.00-14.00: Sabah kahvaltısı ile aynı olan öğlen yemeği verilir.
  • 14.00-16.00: “Eğer ÇKP olmasaydı yeni Çin olmazdı” gibi vatanseverlik ifadeleri bulunan marşlar söyletilir.
  • 16.00-18.00: Suçunu itiraf etme oturumu gerçekleştirilir.
  • 18.00-20.00: Kahvaltı ve öğlen yemeği ile aynı yemekten oluşan akşam yemeği verilir.
  • 20.00-22.00: Kollar yukarıda, yüz duvara doğru çevirili olarak kabahatlerini düşünme talimatı verilir.
  • 22.00-00.00: Tekrar öz değerlendirme yaptırılır.
  • 01.00: Ayakta düz bir şekilde bekletilir.
  • 06.00 Sağ taraf üzerine uyuma.[164]

 

Bir başka raporda, odaların her sabah arandığı, aramadan sonra Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in üç saatlik siyasal dogmasının anlatıldığı 19. ÇKP Toplantısı kayıtlarının dinletildiği belirtilmektedir. Ardından Jinping’i öven marşlar söyletilmekte, öğlen vakti askerî eğitim verilmektedir. Kahvaltıdan sonra ÇKP’ye ve Xi Jinping’e yeme, içme ve maişetlerini sağladığı için 10 dakika süren teşekkür etme programı düzenlenmektedir. Mahkûmlar birçok marş öğrenmek ve söylemek zorundadır. Bu marşları söyleyemezlerse yemek yemelerine, uyumalarına ya da oturmalarına izin verilmemektedir.[165]

Kamplarda tutukluların düşünce tarzını değiştirmeye yönelik yoğun ideolojik eğitimler verilmektedir. Çıkabilenlerin verdikleri ifadelere göre, tutuklulara eski yaşam tarzlarının yanlış olduğunu kabul etmeleri ve “pişmanlık ve itiraf” için baskı uygulanmaktadır. Kampta Çinceden başka dil konuşmak kesinlikle yasaktır. İnsanlar günde iki defa sıraya dizilerek rastgele Çince sorular sorulmakta, cevap veremeyenler dövülerek veya aç bırakılarak cezalandırılmaktadır. Tutuklular her hafta Mandarince, ideoloji ve disiplin konularında, ay ve sezon dereceleri gittikçe zorlaşan sınavlara tabi tutulmaktadır. Bu sınavlardan geçebilenler ailelerini ziyaret etme ya da kamplardan çıkarılma şeklinde ödüllendirilmektedir. Sınavları geçemeyenler ise daha uzun süreli ve daha sert muamele görecekleri başka kamplara gönderilmektedir.[166]

Mahkûmlara verilen yemekler hem yetersiz hem de kötü hazırlandığından sık sık zehirlenme vakaları görülmektedir. Ayrıca içki içmeye ve her cuma domuz eti yemeye zorlanan[167] mahkûmların konuşması, gülmesi, ağlaması ve -trajikomik olarak- işkenceden dolayı bağırması yasaktır.[168]

Mahkûmlar kampların farklı fazlarında günde ortalama 17 saat hiç konuşmadan, hareketsiz bir şekilde duvara bakarak oturtulmaktadır.[169] Hiçbir mahkûmun cep telefonu bulundurmasına asla izin verilmemekte, bunu engellemek için de kampların her köşesinde silahlı polisler nöbet tutmakta, üst düzey güvenlik önlemleri alınmaktadır.[170]

Kamplarda tuvaletler dâhil her yer gelişmiş kamera sistemleriyle izlenmektedir. Odalar çok soğuk ve ışık almamaktadır. Ortalama 16 metrekare olan bir odada 20 kişi kalmaktadır.[171]

Banyo ve tuvalet zamanları katı bir şekilde kontrol edilmektedir. Tuvaletler ihtiyaca göre değil, kamp yönetiminin belirlediği zamana göre kullanılabilmektedir. Banyo yapmaya haftada bir kez izin verilmekte ve bazen keyfî olarak bu izinler kaldırılmaktadır. Her odada tuvalet olarak kullanılan plastik bir kova bulunmaktadır ve her tutuklunun tuvaleti kullanmak için sadece iki dakikası vardır. Bu kovanın günde sadece bir defa boşaltılmasına izin verilmektedir.[172]

Kamplardan çıkabilmeyi başaran birçok kişinin ifadesine göre, ayda bir defa tutuklulara ne olduğunu bilmedikleri, idraki zayıflatan, halsizleştiren, kadınların regl görmesini durduran ve erkekleri kısırlaştıran ilaçlar verilmektedir.[173] Ayrıca sağlık problemlerinin tedavi edilmemesinden dolayı gerçekleşen ölüm vakaları da rapor edilmektedir.[174]

Tutuklular hemen hemen her şey için cezalandırılmaktadır. ÇKP’yi öven ve ezberlenmesi istenen bir marşın okunamaması yahut Çinceden başka bir dil kullanılması ceza için yeterli olmaktadır. Cezalar aç bırakmaktan tırnakların sökülmesine ya da uykusuz bırakmaktan zorlu pozisyonlarda tutulmaya kadar farklı işkence türlerini içermektedir. Ayrıca kadınlara yönelik birçok cinsel işkence ve tecavüz vakası da rapor edilmiştir.[175]

HRW’nin raporuna göre; fiziksel ve psikolojik şiddet, kötü koşullar, aşırı kalabalık, belirsizlikler ve türlü endişeler nedeniyle tutukluların bazıları intihar girişiminde bulunmaktadır.[176]

KAMPLARDA İNSANLIK DIŞI MUAMELE, İŞKENCE VE ÖLÜM

Bugüne kadar binlerce ölüm vakasının meydana geldiği kamplarda cesetlere ilişkin iki tür uygulama olmuştur. Birinci uygulamada ya mahkûmların naaşları ailelerine teslim edilmiş ya da mahkûmlar hayatlarının son günlerinde ailelilerine teslim edilmişler ve vefatları ailelerinin yanında gerçekleşmiştir. İkinci uygulama ise, cesetlerin aileye hiçbir şekilde verilmemesidir.

Cesetlerin verildiği durumlarda aileler herhangi bir şikâyette bulunmamaları konusunda tehdit edilmiş ve kahir ekseriyeti acılarını içlerine gömerek gözleri yaşlı, çocuklarını, babalarını, eşlerini ya da yakın bir akrabalarını cenaze namazını bile kılamadan sessiz sedasız defnetmek zorunda kalmıştır. Üç yıl ya da daha uzun bir süre geçtiği hâlde yakınlarının kendilerinden haber alamadığı on binlerce mahkûmdan bahsedilmektedir. Bu kişilerin kayıp bilgisi aileleri tarafından resmî makamlara verildiği hâlde ne bir cevap alabilmişler ne de kaybolan yakınlarının nerede olduğuna dair bir iz sürme ya da bilgiye ulaşma imkânları olmuştur.

Yapılan araştırmalar sonucu Doğu Türkistan’da 15 milyon civarı insanın DNA bilgilerinin toplandığı ve bu konuda en rahat veri toplama imkânının da doğal olarak toplama kampları olduğu belirtilmektedir. Çin, dünya üzerinde organ kaçakçılığının en fazla yapıldığı yerdir. Kamplarda bulunan yüz binlerce kişi, organ bekleyen hastaların doğal donörü olarak görülmektedir. On binlerce mahkûmun organlarının bir başkasının ihtiyacı için yasa dışı bir şekilde kullanılmış olması ihtimalinin oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir.

Kamplarda gördükleri kötü muamele ve işkenceler nedeniyle ölen ve ailelerine teslim edilmeyip bilinmeyen yerlere gömülen ya da krematoryumlarda yakılan kişilerin sayısının da bir hayli fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu şekilde değerlendirildiğinde ortaya kocaman bir sis bulutu çıkmakta ve kamplardaki insanların gerçekte ne yaşadıkları, kaçının ne şekilde vefat ettiği, naaşlarına ne olduğu soruları, yaşanan acıların büyüklüğü karşısında basit detaylara dönüşmektedir. Zira böylesi bir süreçte insanlar ölümü bir kurtuluş olarak görebilmektedir.

Zorlu koşullar ve yetersiz beslenme sebebiyle ruhen ve bedenen iyice zayıflayan mahkûmların hastalıklara karşı da vücut ve moral anlamda dirençleri zayıflamaktadır. Ayrıca hastalanan mahkûmların bir sağlık merkezi ya da hastaneye erişimlerinin de son derece kısıtlı olduğu, yine toplama kamplarından çıkmayı başarabilenlerce ifade edilmektedir. Kronik ya da süreğen bir hastalığı olup toplama kamplarına alınanlardan bazıları da ilaçları kendilerine verilmediği için vefat etmektedir. Kalp ve tansiyon gibi kronik rahatsızlığı olan insanlar, zorlu kamp koşullarında en savunmasız olan kesimi oluşturmaktadır.

2019 yılı Kasım ayında Çin’de başlayıp dünyaya yayılan koronavirüs salgını nedeniyle de kamplarda on binlerce kişinin ölmüş olabileceği belirtilmektedir. Bu konuda Çin hükümeti bir açıklama yapmasa da böylesine kalabalık ve dar bir alanda virüsün yayılmamış olma ihtimali düşük görünmektedir. Çin tamamen karartma uyguladığı kamplarla ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) dahi bilgi vermemektedir.

Bu kamplarda yakınları bulunan insanların, açıkça dile getiremeseler bile en önemli beklentileri, kamplarda hukuksuz bir şekilde tutulan yakınlarının sağlığı ile ilgili acil bilgi alabilmektir. 2019 yılında kendisiyle ilgili ölüm haberleri çıktığında Çin tarafından videolu görüntüsü yayınlanan halk ozanı Abdurrehim Heyit vakasında olduğu gibi, ailelerin bilgi edinme hakkına saygı duyulmamaktadır.

Hangi kampta kaç kişi olduğu; isimleri, suçları, yargılandılarsa mahkeme bilgileri, aldıkları ceza ve hepsinden önemlisi hayatta olup olmadıkları Çin yönetiminin cevaplaması beklenen sorular olarak durmaktadır.

Dünyaya, uluslararası bağımsız gözlemcilere, kısacası herkese ve her kuruma kapalı olan bu toplama kampları, mevcut durumları ile hiçbir toplu cezalandırma yöntemiyle kıyaslanmayacak kadar insan onuruna aykırı ve yüz kızartıcı yerlerdir. Şu an kamplarda tutulan ya da yakınlarının yanında vefat etmiş olan binlerce kişiden bazısına dair edinilen bilgiler, diğer büyük çoğunluğun içinde bulunduğu koşullarla ilgili önemli ipuçları vermektedir:

  • RFA’ya ait 27 Haziran 2018 tarihli bir raporda, Yengişehir ve Konaşehir’de bulunan gözaltı merkezlerindeki 26 tutuklunun öldüğü belirtilmiştir. Bir güvenlik memuru tarafından onaylanan bilgiye göre, ölenlerin arasında Ablet adında 37 yaşında bir esnaf ve muhtemelen birçok yaşlı Uygur bulunmaktadır. Güvenlik memurunun açıklaması şöyledir: “Hava koşulları iyi değil ve yaşlıların çoğunda yüksek tansiyon ve kalp hastalığı var. Dolayısıyla tutuldukları koşullara uyum sağlayamıyorlar. Ama bu benim görüşüm, zira öldüklerinde yanlarında bulunmadığım için size detaylı bilgi veremeyeceğim.”[177]
  • 29 Ocak 2018’de Doğu Türkistan’ın önde gelen âlim ve kanaat önderlerinden Kur’an-ı Kerim’i Uygurcaya tercüme etmiş olan 82 yaşındaki Muhammed Salih Hajim tutulduğu kampta vefat etmiştir. Vefat sebebi bilinmeyen Hajim, kızı ve diğer akrabaları ile birlikte 2017 yılı sonunda gözaltına alınmıştır.
  • Uygur toplumunun önderlerinden olan 86 yaşındaki Abdulahad Mahdum’un Kasım 2017’de Hoten’de bir gözaltı kampında vefat ettiği açıklanmıştır. Doğu Türkistan’ın önderlerinden Mehmet Emin Buğra’nın yeğeni olan Mahdum’un ailesi ve yakınlarıyla birlikte 2016 yılında hapse atıldığı, vefatının ise 2018 Mart’ında açıklandığı belirtilmektedir.[178]
  • Yerel kaynaklara göre, 2016’da Türkiye’yi ziyaret eden ve bu seyahati sebebiyle dönüşünde gözaltında alınan 17 yaşındaki Yakupcan Naman, bir süre sonra Kaşgar’daki toplama kampında vefat etmiştir. Naaşı polis denetiminde defnedildiği için Yakupcan’ın ölüm sebebi belirlenememiştir.[179]
  • Mısır’da el-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gören, fakat ailelerinin hapse atılması şantajıyla Doğu Türkistan’a dönmek zorunda kalan Abdüsselam Memet ve Yasincan Naman, 2017 yılında toplama kampında, büyük ihtimalle gördükleri ağır işkencelerden dolayı hayatlarını kaybetmiştir. Abdüsselam Memet’in Korla şehrinin en büyük camisinin imamının oğlu, Yasincan Naman’ın ise Korla Çağ Hapishanesi’nde görevli bir polisin kardeşi olduğu belirtilmiştir.[180]
  • RFA’nın bildirdiğine göre, 2018 Mayıs’ında yaşlı bir Uygur kadın Gulca şehrinde bulunan Yamachang Kampı’nda sağlık sorunlarından dolayı vefat etmiştir.[181]

 

Bu vefat haberlerini daha da çoğaltmak mümkündür. Ayrıca hâlihazırda söz konusu kamplarda kadın, erkek, yaşlı, genç, öğrenci ya da çalışan kim olursa olsun herhangi bir mahkemede göstermelik bile olsa yargılanmadan tutulan yüz binlerce masum insanın varlığı, yaşanan ya da yaşanacak trajedinin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.

KAMPLARINDA KORONAVİRÜS TEHDİDİ

Çin’in karartmaları nedeniyle ne kampların sayısı ve yeri ne de buralarda tutulan insanların içinde bulunduğu koşullar tam olarak bilinebilmektedir. Benzer şekilde, yaşanan koronavirüs (covid-19) salgınının bu kamplardaki insanları nasıl etkilediği konusu da büyük bir muamma olarak durmaktadır.

Çin’in Wuhan kentinde önce bir hayvan pazarından çıktığı söylenen, daha sonra laboratuvarda üretilerek yayıldığı iddia edilen ve dünyanın tamamını esir alan koronavirüs, tüm dünyada 14 Haziran 2020 itibarıyla 8 milyon kişiye bulaşmış, 435.000 insanın hayatına mal olmuştur. Çin’de resmî makamlarca 83.132 kişinin enfekte olduğu ve bunların 4.634’ünün öldüğü açıklansa da hemen her konuda verdiği bilgiler soru işaretleri taşıyan Pekin yönetiminin ölen insan sayısını sakladığına dair güçlü görüşler bulunmaktadır.

Salgınının Doğu Türkistan’da ne kadar yayıldığıyla ilgili olarak Çinli yetkililer “devlet sırrı” diyerek konuşmayı reddetseler de Çin medyasında yer alan haberlerdeki bilgi kırıntılarına göre, 2020 Şubat ayı başı itibarıyla Doğu Türkistan’da 24 kişinin enfekte olduğu, 1.254 kişinin de tıbbi gözlem altında tutulduğu anlaşılmaktadır.[182] 10 Şubat’ta bölgedeki hasta sayısı 78 olarak bildirilmiştir (Urumçi: 23, Gulca: 18, Çöçek: 7, Sanci: 4, Korla: 4, Şihenzi: 2, Aksu: 1, Turfan: 3, 4. Askerî Üs: 10, 6. Askerî Üs: 2, 7. Askerî Üs: 1, 12. Askerî Üs: 3).[183] Sonrasında ise belirlenen 78 koronavirüs vakasından üçünün hayatını kaybettiği açıklanmıştır.[184] Fakat Çinli muhalif gazetecilerin iddialarına göre bölgedeki ölü sayısı 1.000’in üzerindedir.[185]

Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, RFA’ya yaptığı açıklamada, koronavirüsün toplama kamplarına yayılmasının Uygur tutuklular için ciddi etkileri olacağına ve böyle bir durumda milyonlarca insanın hayatının tehlikeye gireceğine dikkat çekmiştir:

“Toplama kamplarındaki koşulların korkunç olduğu gerçeğini biliyoruz. Birçok insan aşırı kalabalık ve hijyenik olmayan koşullar nedeniyle ciddi hastalıklara yakalandı, tutukluların bağışıklık sistemi zayıfladı. Verilen gıdaların kalitesizliği, tıbbi bakım eksikliği ve işkenceler, tutukluların bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Çin, virüsün kamplara yayılmasını önlemek için her şeyi yapmalı. Yoksa sonuçları felaket olur. Bu keyfî tutum on binlerce Uygur’un ölümüne yol açabilir.”[186]

 

Bu süreçte DSÖ, pandemi ve acil durum ilan etmekte gecikmekle suçlanmaktadır. Almanya, DSÖ’nün küresel bir uyarıyı ertelemesinin başlıca sorumlusunun Çin yönetimi olduğunu savunmaktadır. Alman medyasına göre, 21 Ocak’ta Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus ile yaptığı telefon görüşmesinde, ondan koronavirüsün kişiden kişiye bulaştığına dair bilgiyi gizlemesini ve pandemi uyarısını ertelemesini istemiştir. Bu şekilde dünyanın virüsle mücadelede dört ila altı hafta kaybettiği iddia edilmektedir.[187]

Öyle görünüyor ki Çin, BM’de her geçen gün artan etkinliğini[188] DSÖ gibi tarafsız olması gereken bir kurumda da işletmiştir.[189] Çin ve BM hâlihazırda, toplama kamplarına kapatılan insanların durumuyla ilgili de bir açıklama yapmamıştır. Daha da rahatsız edici olan ise, virüsün kamplara yayılması durumunda, Çin yönetiminin uyguladığı karartmalardan dolayı, dış dünyadan hiç kimse Çinli sağlık görevlilerinin bu duruma nasıl tepki vereceğini ve hatta ölüm oranlarının ne kadar olduğunu bilmeyecektir.[190]

Bütün dünyada virüsün yayılma hızını durdurmak için insanların bir araya gelmesi, toplanması yasaklanırken ve hatta aile bireylerinin dahi aynı evde farklı odaları kullanmaları tavsiye edilirken Çin, 3 milyona yakın insanın tutuklu olduğu toplama kamplarını boşaltmayı reddetmektedir. Eğer virüs kamp polisleri ya da görevliler yolu ile tek bir mahkûma bile bulaşırsa (yahut bulaştıysa), hastalık kalabalık ve hijyenik olmayan yaşam alanları sebebiyle kamplarda normale göre onlarca kat daha hızlı yayılacaktır. Kapalı alanda yer yer 10.000’den fazla insanın yaşadığı belirtilen toplama kamplarında her türlü salgın riski zaten oldukça yüksektir; dolayısıyla virüsün kamplara bulaşması durumunda buralardaki ölüm oranlarının da bir hayli yüksek olacağı tahmin edilmektedir.

Virüs sebebiyle vefat edenlerin ekserisinin bağışıklık sistemi zayıf, hasta ve yaşlı kimseler olduğu düşünüldüğünde rutin sağlık hizmeti dahi verilmeyen toplama kamplarında tutulan insanların durumu oldukça endişe vericidir. Zira kötü yaşam koşulları ve sağlıksız yemekler yüzünden bağışıklık sistemleri bozulan mahkûmlar ciddi risk altındadır. Kamplarda tutulanlar hem kötü muamele ve ağır kamp koşulları hem de ailelerinden ayrı olmaları nedeniyle psikolojik yönden de çöküntü içerisindedirler; dolayısıyla böylesi bir hastalıkla mücadele edebilecek ne fiziki güce ne de moral motivasyona sahiptirler. Hasılı bu durum kamplarda tutuklu bulunan insanlar için büyük tehlike oluşturmaktadır.[191] Ve hastalık bir kez yayılmaya başladığında, Doğu Türkistan’da bulunan 167 hastanenin hastaların tedavisi için yeterli olmayacağı da ortadadır.

İnsan hakları gözlemcileri ve kamp mağdurlarına göre, Uygurlar ve Çin’in kitlesel gözaltı kamplarında tutulan diğer zulüm gören gruplar için hastanelere erişim, karantina alanları, yeterli beslenme, hijyenik ürünler ve sağlıklı yaşam için gerekli diğer ihtiyaçlar ciddi şekilde kısıtlanmıştır. Gözaltında tutulan kişiler, neredeyse yanındaki kişiye dokunmadan ayakta durmanın bile imkânsız olduğu, aşırı kalabalık hücrelerde tutulmaktadır. Tanıkların ifadelerinden, bazı kamplarda insanların kalabalık yüzünden değişimli olarak uyuyabildikleri anlaşılmaktadır. Yukarıda sayılan diğer tüm olumsuzluklar da düşünüldüğünde kamplarda enfekte olma ve koronavirüsten ölme riski oldukça yüksektir.[192]

İlginç olan durumlardan biri de koronavirüs tehlikesi belirip Wuhan ve çevre şehirler karantina altına alındıktan sonra bile Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’ye uçuşların bir süre daha devam etmesidir. Bu durum, artan riske rağmen Çin hükümetinin virüsün Uygur bölgelerine yayılmasını önemsemediği yorumlarına neden olmuştur. Her kampta binlerce insanın tutulduğu ve gözaltında olanların sayısının her geçen gün arttığı düşünüldüğünde Çinli yetkililerin sadece kamplardakilerin değil bölgede yaşayan diğer insanların sağlığını da fazla önemsemediği anlaşılmaktadır.

Pekin yönetiminin bölgenin en büyük kentlerinden biri olan Urumçi’de karantina ilan etmesinden sonra, Uygur Türkleri arasında koronavirüs salgınının özellikle kamplarda etnik temizlik için bahane olarak kullanılacağı endişesi artmıştır.

Dışarıyla irtibatı olmayan toplama kamplarında salgının ne ölçüde etkili olduğu tam olarak bilinememektedir. Ancak sızan bilgilere göre, Atuş’taki 6. Toplama Kampı’nda Miradil Nurahmet adında bir öğrencinin karantinaya alındığı, başka bir kampta ise 10’a yakın Uygur Türkü’nün virüs şüphesiyle müşahede altında tutulduğu belirtilmektedir. Doğu Türkistan’daki durumu değerlendiren bazı kaynaklar, birçok kamptan teyide muhtaç benzer haberlerin geldiğini rapor etmektedir. Örneğin 14 yaşındaki Mehliya Çetinkaya, yakınları kamplarda bulunan diğer binlerce kişi gibi 2017’den bu yana iletişim kuramadığı annesinin koronavirüs nedeniyle tehlike altında olabileceğinden endişe ettiği söylemektedir.[193]

Devlet kontrolündeki Halkın Gazetesi (Ren Min Wang), Doğu Türkistan’da 12 Mart 2020 tarihinden bu yana tüm inşaat alanları, petrol rafinerileri ve tekstil fabrikalarının tam kapasiteye yakın şekilde üretime geçtiğini ve bölgedeki tüm okulların da yeniden eğitim faaliyetlerine başladığını yazmıştır.[194] 28 Mart itibarıyla bölgedeki işletmelerin tamamının %98 kapasiteyle çalıştığı belirtilmektedir.[195] Ancak bölgede yaşayanlar, toplama kamplarında, fabrikalarda ve günlük yaşantı içerisinde ciddi herhangi bir önlem alınmadığını, hastalık yeniden ortaya çıkarsa sağlık ve iletişim imkânları kısıtlı olan bölgede büyük bir felaketin yaşanabileceğini ifade etmektedir. Bir diğer önemli sorun ise, Doğu Türkistan’dan gençlerin Çin genelinde virüs nedeniyle azalan iş gücünü karşılamak üzere, son derece tedbirsiz bir şekilde ülkenin iç bölgelerine gönderilmeleridir. Bu şekilde hem toplama kamplarından hem de siviller arasından yüz binlerce kişinin bir firmadan diğerine devredilerek âdeta köle gibi çalıştırıldığı bilinmektedir.[196]

Hong Kong ve bazı Çin medyasında, ülkenin Ciciang, Çonçing, Siçuan, Heilongciang, Guangzhou, Jiang Xi, Şangay, Jie Jang, Şenzen ve Hunen gibi birçok kentindeki fabrikalarda çalıştırılmak üzere, Doğu Türkistan’daki kamplardan tutsakların gönderildiği ve bu insanların üzerlerinde koruyucu elbise olmaksızın çalıştırıldığı haberleri yer almıştır. Ancak daha sonra bu haberleri yapan gazeteciler hakkında da “devlet sırrını ifşa” ettikleri için soruşturma açıldığı bildirilmiştir.[197]

Bütün bunların yanı sıra bölgede devam eden karantina sürecinde Uygurların yiyecek ve içecek sıkıntısı çektiği ve sokağa çıkma yasağı sebebiyle birçok ailenin ellerindeki imkânlarla idare etmek zorunda kaldığı haberleri çıkmış, ayrıca Çinli askerlerle Uygurlar arasındaki konuşmalar sosyal medyada tartışmalara sebep olmuştur.[198]

Kamplardaki aile üyelerinin hayatta olup olmadığına dair haber alamayan diasporadaki Uygurlar, Çin’in kamplardaki salgını kasıtlı olarak görmezden gelebileceğinden veya koronavirüsle ilgisi bulunmayan ölümleri açıklamak için koronavirüsü kullanacağından endişe etmektedir. Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbek Türklerinin kaldığı kamplarda koronavirüsün yayılmasına mani olmak için tedbir almayarak insanların ölmesine göz yumulduğu da ortaya atılan iddialardan biridir. Çünkü kamplarındaki mahkûmları açıktan idam etmek dünyanın her tarafından tepki alacağından, ilaç denemeleri yapmak veya virüsün yayılımını bilinçli olarak kontrol altına almamak, toplama kamplarında toplu ölümlerin sessiz sedasız gerçekleşmesi anlamına gelebilir.[199]

Koronavirüsün bölgedeki yayılımını durdurmak ve ölümleri önlemek için gerekli tedbirleri almak üzere Doğu Türkistan’a acil sağlık heyetlerinin gönderilmesi büyük önem arz etmektedir. Özellikle de kamplarda kalanların ivedilikle detaylı sağlık taramasından geçirilmesi, teşhis ve tedavi için tıbbi ekiplerin görevlendirilmesi elzemdir.[200] Bu noktada milyonlarca insanın risk altında bulunduğu toplama kamplarının bir an evvel kapatılması ise en kesin çözümdür.

GERİDE KALANLAR

Doğu Türkistan ÇKP Sekreteri Chen Quanguo, Kasım 2016’da yaptığı açıklamada, bölgeye yönelik çeşitli kalkınma hamlelerinin bir parçası olarak Doğu Türkistan’da bulunan tüm yetim çocukların 2020 yılına kadar kurumlara yerleştirilmeleri talimatını vermiştir.[201] Bu talimata göre, mevcut yetimhane ve çocuk bakım merkezlerinde boş kontenjan bırakılmayacak ve yeni kurulacak merkezlerle mevcutların kapasitesi arttırılacaktır. Her bir merkezde en az 100 çocuk bulunması planlanmaktadır.

Çin’in Evlat Edinme Kanunu’nun 4. maddesi, yetimleri, “14 yaşından küçük olup ebeveynini kaybedenler, ebeveyni bulunamayanlar ve ebeveyninin özel engeli nedeniyle bakımları sağlanamayan çocuklar” olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Çin Sivil İşler Bakanlığı tarafından kurulan yetimhanelerin yetimlere bakmakla yükümlü olduğunu söyleyen Çocukları Koruma Yasası’nın 43. maddesi, çocukların devlet bakımı için akrabalarından zorla alınmasına yetki vermemektedir. Bu konuyla ilgili başka herhangi bir yasal prosedür de bulunmamaktadır.[202] Bu çerçevede aileleri olduğu hâlde yetimhanelere alınan çocukların ailelerinin yasal izinlerinin alındığı yönünde yayınlanan raporların hangi ölçüde gerçeği yansıttığı tartışmaya açıktır. Zira Uygurların büyük bölümü, çocukların bu merkezlere gönderilmesini istemediklerini söylemektedir.

Kaşgar’ın Feyziwat-Jiashi ilçesinde bulunan bir polis karakolunda, ismini belirtmeyen bir Uygur yetkili, RFA’nın Uygur Servisi’ne yaptığı açıklamada, yerel hükümet yetkililerinin ebeveynleri toplama kamplarına gönderilen çocukların akıbetlerinin devlet tarafından belirlendiğini söylemiştir. Kaşgar’da bulunan Chasa Caddesi mahalle komitesindeki bir görevli de koruyucusu olmayan çocukların yetimhanelere gönderildiğini ve bu çocuklar hakkında hükümet dışında hiç kimsenin karar yetkisinin olmadığını belirtmiştir.
Urumçi’deki tutuklu Uygurların çocuklarının devlet kurumlarında nasıl bakıldığına dair bilgi almak isteyenlere Merkez Yetimhanesi yetkililerinin cevap vermeyi reddettiği bildirilmiştir. Tüm bölge illerinde de benzer bir durum söz konusudur. Doğu Türkistan’ın güneyinde bir yetimhanede çalışan bir Uygur, tesisin aşırı kalabalık ve koşullarının korkunç olduğunu, çocukların burada âdeta çiftlik hayvanları gibi kilitlendiklerini anlatmıştır. Aynı çalışan, halktan çok fazla nakit bağış toplandığını ancak çocuklar için çok az harcama yapıldığını, gelen paranın bir kısmının birkaç odayı dekore etmek, göstermelik olarak giydirilen bazı çocukları televizyona çıkarıp reklam yapmak için kullanıldığını söylemiştir.

Uygur görevli geçmişte yetimhanede çok fazla çocuk olmadığını fakat son zamanlarda çocuk sayısının arttığını, bu artışın sebebinin de ebeveynleri yeniden eğitim kamplarına gönderilen çocukların yetimhaneye yerleştirilmesi olduğunu belirtmiştir. Çocukların yaşlarının 0-12 arasında değiştiğini, yetimhanede çocuklara haftada sadece bir kez et verilerek tasarruf edilmeye çalışıldığını, kalan öğünlerde ise pirinç çorbası verildiğini söylemiştir.

İli Kazak otonom vilayeti ve Tarbagatay gibi kuzey vilayetlerindeki Çinli yetkililerin Uygurları yeniden eğitim kamplarına yerleştirme konusunda daha ​​rahat olduğuna dikkat çeken aynı görevli, ancak yetimhanelerin orada da aşırı kalabalık olduğunu, bundan dolayı çocukların Çin ana karasına taşındığını fakat tam olarak nereye götürüldüklerinin bilinmediğini belirtmiştir. Doğu Türkistan’da güvenlik tedbirleri çok sıkı olduğundan eğitim kamplarından serbest bırakılsalar bile ebeveynlerin çocuklarını yetimhanelerde bulabilmeleri neredeyse imkânsızdır.[203]

Çin makamları Uygur ve diğer etnik azınlık grupların (Kazak, Kırgız) çocuklarını aileleri hayatta olsa bile Doğu Türkistan’ın batısında bulunan ve devlet tarafından işletilen yetimhanelere yerleştirmektedir. Pekin hükümetinin bu yetimhaneleri çocukları koruma amacıyla değil, daha çok Doğu Türkistan’daki Müslümanları aile ve kültürlerinden sistematik olarak uzaklaştırma çabalarının bir parçası olarak kullandığına dair ciddi tespitler bulunmaktadır.[204]

Millî Eğitim Bakanlığı resmî internet sitesinde yer alan verilere göre, Doğu Türkistan’da toplam 7.778 çocuk yetiştirme merkezi vardır. Bu merkezlerin eğitmenler dâhil tüm kadrosu toplam 92.200’dür. Ayrıca “Özel Görevli” statüsüyle 59.400 kişi daha istihdam edilmiştir. Çin’in 2018 yılında çıkardığı “İki Yerleştirme” adlı kararnamesi gereği, yaşlılar ve sahipsiz çocuklar devlete bağlı kreş ve huzur evlerine yerleştirilmektedir; dolayısıyla ebeveyni toplama kamplarına götürülen binlerce sahipsiz çocuk, merkezî yönetimin bu kararnamesi uyarınca bu kurumlara alınmaktadır. Bakanlığın açıkladığı görevli sayısına göre oranlama yapıldığında, bu merkezlerde tutulan çocuk sayısının yaklaşık 2 milyon olduğu tahmin edilmektedir.[205]

HRW Çin Direktörü Sophie Richardson, Çin hükümetinin çocukları yakınlarından zorla ayırmasını, Doğu Türkistan’daki baskıların en acımasız boyutu olarak tanımlamaktadır.[206] HRW, çocukların rızası veya herhangi bir yasal gerekçe olmadan devlet kurumlarına alınmaları yanı sıra buralarda temel hak ve kültürel miraslarını inkâr eden uygulamalara maruz kalmalarından da derin endişe duyulduğunu açıklamıştır. Çin medyasında ve hükümet kaynaklı web sitelerinde yer aldığı üzere, Doğu Türkistan’daki yatılı okullarda bulunan çocuklara Çince öğretilmesi, ÇKP propagandası içeren marşlar söyletilip dans ettirilmeleri, çocukların kendi dillerini konuşmalarına müsaade edilmemesi ve çocuk haklarıyla ilgili diğer ihlaller, endişeleri daha da arttırmaktadır.

Çin’de daha önceden Uygurca eğitim imkânı tanınsa da 2016 yılı Aralık ayından bu yana sertleşen parti politikaları ile birlikte yeni bir evreye geçildiği ilan edilmiştir. Buna göre okullar Doğu Türkistan’daki uygulamaların bir uzantısı olacak, bu kurumlarda Çin diline, vatanseverlik ve partiye sadakat konularına ağırlık verilecektir. Programın Uygurlar açısından en dikkat çeken yönü ise, din konusunun çocuklar üzerinde “zehirleyici etkisi olan bir olgu” olarak anlatılıyor olmasıdır. 2017 tarihli bir belgeye göre, Doğu Türkistan’da tüm ortaokul öğrencilerinin %40’ını oluşturan 497.800 öğrenci yatılı okullara yerleştirilmiştir. Doğu Türkistan’da Çince, Uygur Türkçesinin yerini almış, ilk ve orta dereceli okullarda Çince eğitim zorunlu hâle getirilmiştir.[207]

2018 Şubat’ında Kaşgar’da yayımlanan bir hükümet bildirisinde, ebeveynlerinden biri gözaltında olan çocukların, evde kendilerine bakacak akrabaları olsa bile yatılı okula gönderilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bildiride, öğretmenlerden öğrencilerin sosyalist değerlerle endoktrine edilmesi, verilen eğitim için minnettarlık duymalarının sağlanması ve dinî aşırılığın ifadesi olan “75 tür davranıştan” kaçınmalarının sağlanması gerektiği belirtilmektedir.[208]

2018 ve 2019’da Doğu Türkistan’ı ziyaret eden yabancı gazeteciler, bölgede verilen eğitim hakkında rapor hazırlamak için okulları ziyaret etmek istediklerinde kendilerine müsaade edilmemiştir. Fakat dışarıdan yapılan gözlemler sonucu; dikenli teller, çitler ve kameralarla çevrili olan bu okulların çocukların güvenliklerinin sağlanmasından ziyade bir gözaltı merkezini andırdığı belirtilmiştir. Bölgede ebeveynleri toplama kamplarında bulunan çocukların belli noktalarda toplanabilmeleri için çocuk bakım merkezleri ve yatılı okul inşasına da hız verildiği gözlenmiştir. Doğu Türkistan üzerine yayın yapan Türkistan TV’ye göre; 20’yi aşkın çocuk kampının yeri tespit edilmiş durumdadır ve bu kampların kurulduğu tarihler, Doğu Türkistan’da yetişkinler için kurulan toplama kamplarının açılmaya başladığı tarihlerle örtüşmektedir. Bir başka kaynakta da Doğu Türkistan’daki ihale ilanlarına göre 2017 yılının başından 2018 ortalarına kadar, hükümetin 5.000 çocuk kapasiteli 45 yetimhane inşa etmek veya mevcutları genişletmek için 30 milyon dolardan fazla bütçe ayırdığı belirtilmektedir.[209]

Yine 2018 Temmuz ve Ağustos aylarında etnik azınlık grupların yaşadığı Kaşgar, Aksu ve Kızılsu vilayetlerinde “dezavantajlı çocukların korunması” amaçlı en az dokuz merkezin inşası için ihaleler açıldığı belirtilmektedir. Örneğin, bunlardan biri olan Moyu ilçesindeki yeni yetimhane dört kat üzerine toplam 22.776 metrekare olarak inşa edilmiştir. Bu sayılara anaokulları ve toplama kampında bulunan kişilerin çocuklarının devam ettiği diğer okullar dâhil değildir. Okullarda başka etnik grupların çocukları da bulunduğundan tutuklu Uygurların çocuklarının sayısını tespit etmek mümkün görünmemektedir.[210] Anlaşılacağı üzere tespit edilebilen “çocuk kampları”, var olan bütünün sadece küçük bir kısmını oluşturmaktadır.

Uydu görüntülerinden faydalanılarak belirlenen kamplardan bir kısmının Hoten kırsalına kurulduğu, bu kamplarda bulunan çocukların çoğunun da kreş ve anaokulu yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.[211] Bazı kaynaklarda ise ebeveynlerinden alınan küçük çocukların tutulduğu 50’nin üzerinde toplama kampından bahsedilmektedir.[212] Sürgündeki Uygurların verdiği bilgilere göre, bu çocukların “istenen çizgiye” getirilebilmeleri için yeni kurumların inşa edilmesi hakkında birçok yönerge ve belge bulunmaktadır.

Bu belgeler, yetişkinler için kurulan toplama kampları ile eş zamanlı olarak, çocuklar için de yatılı kamp sisteminin uygulamaya konulduğunu göstermektedir. Yalnızca 2017 yılına ait verilerde, Doğu Türkistan’da anaokuluna başlayan çocukların sayısının önceki yıla göre yarım milyondan fazla arttığı görülmektedir. Bu sayının %90’ını Uygur Türkleri gibi Müslüman azınlığa dâhil çocuklar oluşturmaktadır. Aynı resmî veriler, yalnızca Doğu Türkistan’daki yatılı anaokulu inşaatları için devletin 1,2 milyar dolar harcadığını göstermektedir. Bu okullardan biri olan “Yecheng Şehri Numara 4” isimli devasa boyuttaki yatılı okula, yalnızca 2019 yılı Nisan ayında, çevre köylerden 2.000’e yakın çocuğun getirildiği bildirilmektedir.[213] Diasporadaki Uygurlar, özellikle ailelerinden alınan ve devlet yetimhanelerinde ve anaokullarında tutulan Uygur çocuklarının sayısı dikkate alındığında, toplama kamplarında tutulan kişilerin sayısının çok daha yüksek olabileceğinden endişe etmektedir.[214]

Çin’in 1992 yılında onayladığı BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, aileyi çocukların büyümesi ve refahı için doğal ortam olarak kabul etmektedir. Sözleşmeye göre devletler, çocuğun yüksek yararının gözetilmesi için ebeveyninden ayrılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Alternatif bakım düzenlemeleri gerektiğinde bile çocuğun öncelikle yakın aile fertlerinin gözetiminde bir bakımına verilmesi tavsiye edilmektedir. Bir çocuğu ailesinin bakımından mahrum bırakmak en son seçenektir ve böyle bir süreç mümkün olduğunca geçici olmalıdır. Yetkililer, kendi görüşlerini oluşturabilen bir çocuğun, bu görüşleri etkileyen tüm konuları özgürce ifade etme hakkına sahip olmasını sağlamalıdır. Çocuğun ifade ettiği görüşlere, yaşına ve olgunluğuna göre gereken önem verilmelidir. Alternatif bakımla ilgili tüm kararlar prensip olarak çocuğun temel asli menfaatlerini gözetmeli, çocuk alışageldiği ikamet yerine olabildiğince yakın tutulmalı, çocuğun ailesi ile teması ve potansiyel yeniden entegrasyonunun kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınmalı ve çocuğun eğitimine, kültürel ve sosyal yaşamına devamı sağlanmalıdır.

Ebeveynleri farklı ülkelerde ikamet eden çocukların kişisel ilişkileri sürdürme ve her iki ebeveynle doğrudan temas kurma hakları vardır. Sözleşme ayrıca çocukları; etnik, dinî veya dil olarak kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerinin gereklerini uygulama ve kendi dillerini kullanma hakkından mahrum bırakılmaya karşı da korur. HRW Direktörü Richardson, “Diğer devletler, Çin makamlarının Sincan’daki baskı politikalarının bir parçası olarak ailelere uyguladığı gayriinsani yöntemlere karşı çıkmalıdır. Çin’e, aile birleşmesinin temel bir insan hakkı olduğu açıkça belirtilmelidir.” diyerek bu konudaki serzenişini ifade etmektedir.

Türkiye’de yaşayan Hotenli Abdülaziz, Temmuz 2017’den bu yana eşi ve dört çocuğundan haber alamıyor. Kısa bir süre önce çocuklarının en büyüğünün Doğu Türkistan’da bulunan kayınvalidesi ile birlikte yaşadığını öğrenen Abdülaziz, eşi ve diğer üç çocuğunun nerede olduğunu ise hâlâ bilmiyor. Ailesinden haber almak için her yolu denemesine rağmen Doğu Türkistan’da bulunan iki erkek kardeşine de bir türlü ulaşamadığını söylüyor. Abdülaziz’in hayatta tek bir dileği var, o da sevdiklerini bir kez daha görebilmek![215]


Doğu Türkistan’dan ayrılmak zorunda kalarak Türkiye’ye yerleşen Abdurrahman Tohti, eşi ve çocuklarının birkaç yıl önce Doğu Türkistan’a ziyaret amaçlı döndüklerinde ortadan kaybolduklarını anlatıyor. Eşinin ve anne babasının tutuklandığını öğrenen Tohti, çocuklarının akıbeti hakkında ise hiçbir şey öğrenememiş. Sadece Çin sosyal medyasındaki bir videoda dört yaşındaki oğlunu gördüğünü, videoda oğlunun Çince konuştuğunu söylüyor. Tohti, çocuğunu sağ gördüğüne sevinse de içinde bulunduğu çaresizlikten dolayı yıkıldığını ifade ediyor.[216]


Görüldüğü üzere keyfî uygulamalar sadece toplama kamplarında tutulanlar için değil, aynı zamanda onların en yakınları olan eş ve çocukları için de geçerlidir. Aile bütünlüğünün ve çocukların psikolojik gelişimlerinin asla dikkate alınmadığı uygulamaların tek amacının ise asimilasyon olduğu anlaşılmaktadır.

Meripet her sabah kâbusla uyanıyor; çünkü Çin hükümeti, çocuklarından dördünü yetimhaneye almış. Meripet ve eşi, Türkiye’deki hasta babasına bakmak için ülkeden ayrıldıklarında çocuklarını büyükanneleriyle birlikte evde bırakmış. Ancak Çinli yetkililer, yurt dışına seyahat gibi “yıkıcı suçları” olan binlerce Uygur’u toplama kamplarına almaya başladıktan sonra onların ziyareti de sürgüne dönüşmüş. Daha sonra kayınvalidesi de tutuklanmış. Meripet bir arkadaşından üç ila sekiz yaşlarındaki çocuklarının yetimhaneye yerleştirildiğini öğrenmiş. 29 yaşındaki acılı anne, çocuklarından ayrı geçen bir buçuk yılın ardından, onların tutulduğuna inandığı dikenli tellerle çevrili parlak boyalı bir binanın fotoğrafına bakarak ağlıyor ve “Onları günün birinde tekrar gördüğümde beni tanıyacaklar mı? Ben onları tanıyabilecek miyim?” diye soruyor.[217]


Doğu Türkistan’da kurulan toplama kampları, sayısız çocuğu anne babasız bırakmıştır. Örneğin Türkiye’de yaşayan 14 Uygur aile ve Kazakistan Almatı’da yaşayan bir Kazak’la görüşen gazeteciler, ailelerin geride bıraktıkları toplam 56 çocuk olduğunu, çocuklardan 14’ünün yetimhanelerde ve yatılı okullarda tutulduğunu, diğerlerinin akıbetiyle ilgili bilgi alamadıklarını aktarmıştır. Ailelerin geride kalan çocuklarına bakma ihtimali olan yetişkin akrabalarının çoğu da toplama kamplarına alınmıştır. Bölgede toplama kampına alınanların ve Doğu Türkistan dışındakilerin çocuklarının yeni açılan yetimhanelere yerleştirildiğine dair sayısız kanıt bulunmaktadır. Bu kurumlar aynı zamanda, çocukların aile ve kültürlerinden nasıl sistematik bir şekilde kopartıldıklarının da en somut delilleridir. Çin hükümeti, azınlık çocuklarına Mandarin dili öğretilen ve ana dillerinde konuştuklarında cezalandırıldıkları onlarca yatılı okul inşa etmektedir.[218] Antropolog Darren Byler, Uygurların bugün yaşadıkları durumla ilgili olarak, “Uygurlar, hafızası silinmekte olan bir etnik grup. Karşı karşıya olduğumuz şey, tüm neslin yok edildiği yerleşimci sömürgecilik sürecini hatırlatıyor.” demektedir.[219]

“PARTİ İLE KARDEŞ AİLE”: AİLENİN DAĞILIŞI, MAHREMİYETİN İHLALİ

Çin yönetimi, Uygurlara yönelik yürüttüğü asimilasyon programı çerçevesinde toplama kamplarının açıldığı 2017 yılı Mart ayından itibaren “Aile Olmak” (Becoming Family Campaign)[220] adıyla bir proje başlatmıştır. Buna göre, erkek bireyleri toplama kamplarına gönderilen ailelerin yanına Çin’in farklı bölgelerinden bir ÇKP üyesi (çoğunlukla erkek) ailenin rızası aranmadan zorla yerleştirilmektedir. Çin rejimi, mahremiyetin ayaklar altına alındığı etik olmayan bu uygulamanın amacını; “Uygurların yaşam koşullarını iyileştirmek, Han-Uygur halkları arasında iletişimi arttırmak” şeklinde açıklamaktadır! Ancak birçok Uygur’un belirttiği gibi, bu uygulama ile kültürlerin birbirini tanımasından daha çok, Uygurların aile bağlarını dejenerasyona uğratmak ve tüm aileler üzerinde kontrolü sağlamak amaçlanmaktadır.

Çin’in Uygur ailelere yönelik bir diğer takip şekli de evlere yapılan ve “zorunlu misafirlik” denilebilecek düzensiz ziyaretlerdir. Çin yönetimi ayrıca evlere QR kodları yükleyerek o hanede yaşayan insanların kişisel bilgilerine de erişim sağlamaktadır. Evlere girenlerin mobil cihazlarla tarandığı “akıllı kapı” uygulamasıyla hane halkı, gelen misafirler ve evde yapılanlar izlenebilmektedir. Çinli yetkililer bu uygulamanın nüfus kontrolüne ve hizmet sunumuna yardımcı olduğunu iddia etmektedir![221] Ancak birçok Uygur’un da söylediği gibi, bu uygulama, evin içinin gözetlenmesinden başka bir amaç taşımamaktadır.

Çin’in Aile Olmak projesinin ilk adımlarını yıllar öncesinden attığı anlaşılmaktadır. 2014 yılında, arkasında Uygurların olduğu iddia edilen bir dizi saldırı olayı ve Suriye’de savaşan[222] bazı Uygurların bulunduğu bilgisinden sonra, Devlet Başkanı Xi Jinping’in ifadesiyle Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası başlatılmıştır.[223] Bu kapsamda Doğu Türkistan’a 2014-2017 yılları arasında 200.000 kişi gönderilmiş, devlet işletmelerinden ve kamu kurumlarından kadrolar köylere kadar yerleştirilmiştir. Yerel halkın evlerine girilmek suretiyle de insanlar düzenli olarak takip edilmeye başlanmış, siyasi propagandalarla süresiz olarak genişletilen kampanya, 16 Ekim 2016’da Aile Olmak programına çevrilerek, başta kırsal bölgeler olmak üzere Aralık 2017’den itibaren genişletilmiştir.[224] Yetkililer, fanghuiju (访 惠 聚, “İnsanları Ziyaret Edin, İnsanlara Fayda Sağlayın ve İnsanların Kalplerini Bir Araya Getirin) olarak bilinen bu girişimin genel olarak sosyal istikrarı korumak için tasarlandığını iddia etmektedir.[225] Ancak ne var ki, Çinli yetkililerin “insancıl” olarak lanse ettiği programda, ailelerin bu tür ziyaretleri reddetme hakkı bulunmamaktadır!

Hükümet, programı “gönüllü” olarak tanımlasa da Uygur Müslümanlar herhangi bir devlet girişimini reddetmenin potansiyel bir aşırılık taraftarlığı ya da radikalizm olarak algılanacağını bilmektedir. Uygur düğünlerine, cenaze törenlerine ve bir zamanlar samimi ve özel kabul edilen diğer etkinliklere ait sosyal medya görüntülerine bakıldığında bu “yeni akrabalar” görülebilmektedir![226]

ÇKP üyeleri Uygur ailelerin yanında kaldıkları süre boyunca hane halkının kaydı olup olmadığı, ailenin göçmen olup olmadığı, siyasi görüşleri, dinî inanışları ve hangi dili konuştukları gibi hususlarda bilgi toplamak veya mevcut bilgileri güncellemekle görevlidir. Bu kişiler kirlilikten alkolizme, dinî inançların uygulanma boyutuna kadar değişen herhangi bir “sorun veya olağan dışı durumu” gözlemleyip raporlamaktadır.[227] Görevliler ayrıca, “Xi Jinping idealini” tanıtmak ve ÇKP’nin Doğu Türkistan’a yönelik politikalarındaki “özen ve özverisini” açıklamak da dâhil olmak üzere siyasi propaganda çalışmaları yapmakta; insanları pan-İslamcılık, pan-Türkizm ve pan-Kazaklık gibi hükümetin sakıncalı bulduğu ideoloji ve kimliklerin tehlikelerine karşı dikkatli olmaları konusunda da “samimiyetle” uyarmaktadırlar!

Uygur aileler ve Han çoğunluk arasında “etnik bir birlik duygusu” oluşturmakla görevlendirilen bu kadrolar; Çin millî marşını ve ÇKP’yi öven marşları söylettirmek, ailelerin haftalık ulusal bayrak çekme töreni ve Çin yeni yılı şenlikleri, grup oyunları, dans ve spor gibi etkinliklere katılmalarını sağlamaktan da sorumludur.[228]

Aile Olmak projesinin uygulanma süresinin bölgelere göre değişiklik gösterdiği görülmektedir. 2019 yılı Mart ayındaki bir habere göre; Wensu ilçesinde her görevlinin ayda en az sekiz gün boyunca köylülerin evinde kalması gerektiği belirtilirken, İli Kazak ilçesinde, 1 Nisan tarihli resmî bir belgede, görevlilerin iki ayda beş gün, Kaşgar’da iki ayda yedi gün boyunca Uygur ailelerle birlikte kalması gerektiği belirtilmektedir.[229] Buna benzer bir diğer uygulama da devlet görevlilerinin Uygurların evlerine sürekli olarak yerleştirilmesidir ki, bu durum son derece ciddi bir sıkıntı kaynağıdır.

Görevlilerden fotoğraflarla birlikte evlerin raporlarını sunmak da dâhil olmak üzere faaliyetlerini titizlikle belgelemeleri istenmektedir. Bu fotoğraf ve videolarda yemek yapan, yatak yapan ya da uyuyan aile üyeleri gibi ev hayatının en mahrem yönleri gösterilmekte ve hatta bu görüntüler sosyal medyada paylaşılmaktadır. Bu video veya fotoğrafların yayınlanması konusunda, ziyaret edilen ailelerin rızasının alınmadığı anlaşılmaktadır.[230]

Uygur kültürü araştırmacısı Darren Byler, Asya Birliği’nin ABD-Çin İlişkileri Merkezi tarafından yayımlanan araştırmasına dayanarak şu bilgileri paylaşmıştır: Uygur ev sahibinin komşusunu “essalamu aleyküm” şeklinde selamlaması, evde Kur’an-ı Kerim bulunması, Cuma günü dua edilmesi veya Ramazan ayında oruç tutulması ciddi bir sıkıntıdır. Yine evin kızının elbisesinin boyunun biraz uzun olması yahut evdeki genç delikanlının sakalının düzensiz olması da evdeki muhbir için yeterli kanıtlardır. Tüm bunların ihbar edilmesi ve evdeki “suçlu” kişilerin Çin’in dinî aşırılığa karşı açıldığını savunduğu yeniden eğitim merkezlerine yerleştirilmeleri için yeterli olmaktadır.[231]

ÇKP resmî yayın organı olan Halk Gazetesi’ne[232] göre 2018 Eylül ayı sonuna kadar 1.120.000 ÇKP üyesi Çinlinin, 1.690.000’den fazla hane sakiniyle eşleştiği ve her iki ayda bir hafta, birlikte vakit geçirdikleri belirtilmektedir.[233] Kendilerini kaldıkları ailelerin “akrabaları” olarak tanımlayan görevlilere, gerektiğinde kendilerini korumaları için özel yetkiler de verilmiştir.

HRW, bu ziyaretlerin sadece temel insan haklarını ihlal etmekle kalmayıp aynı zamanda bölgedeki kini büyüten ve şiddetlendiren zorunlu asimilasyon uygulamalarının en vahim örneği olduğunu belirterek Uygur ailelerin bu ziyaretçileri reddetme seçeneğinin bulunmadığını vurgulamaktadır. Örgütün Çin araştırmacısı Maya Wang, durumun ciddiyetine şu sözlerle dikkat çekmektedir:

“Sincan genelinde Müslüman aileler kelimenin tam anlamıyla artık kendi evlerinde devletin gözetiminde yemek yiyorlar, uyuyorlar. Ancak Çin’in Müslümanlara karşı yürüttüğü bu istilacı asimilasyon uygulamaları sadece temel hakları ihlal etmekle kalmayacaktır