Amerika Birleşik Devletleri’nde 23 kişinin hayatını kaybettiği ve aralarında eski ABD başkanları Barack Obama ile Bill Clinton’ın da bulunduğu 12 ismin adresine bombalı paketlerin gönderildiği terör olaylarından sonra, söz konusu saldırıların türü ve nasıl tanımlanması gerektiğine dair bir tartışma başladı. Özellikle ABD tarihinde ilk defa bir sinagoga saldırılması (Pittsburgh’da bulunan Hayat Ağacı Sinagogu) ve Kaliforniya’nın Thousand Oaks bölgesindeki bir bara yönelik düzenlenen kanlı saldırı, bu tartışmanın zeminini oluşturuyor. Bombalı paketler ve iki kanlı saldırının faillerinin profilleri ile ABD’li kaynakların yaptığı açıklamalar, söz konusu saldırılarda ırkçı ve aşırı sağ ideolojinin en önemli motivasyon kaynağı olduğunu gösteriyor.[1]

Irkçı beyaz radikalleşme

Aşırı sağ ideolojinin saldırılar üzerindeki etkisi ile ilgili yapılan araştırmalara göre, ülkede 1970’ten günümüze, radikalleşme oranında büyük artış yaşanmıştır. Global Terrorism Database tarafından 2017 yılında yayımlanan rapora göre, özellikle son dönemde aşırıcılık ve radikalizm Amerika’daki en önemli sorunlar haline gelmiştir.[2] Radikalleşme oranının aşırı sağ, aşırı sol (2000’li yıllara kadar) ve DEAŞ benzeri örgütlerin ideolojisinden etkilenen gruplar arasında büyük artış gösterdiği belirtilmektedir. Bu kapsamda aşırı sağ eğilime sahip olan birey ve grupların Amerika’da gerçekleştirdiği saldırıların oranı 2000’li yılların başından 2010’a kadar geçen süreçte %6’dan %35’e yükselmiştir.[3] Örneğin Pittsburgh’daki sinagoga saldıran ve 11 kişiyi öldüren saldırgan Robert Bowers’ın (46) sosyal medya hesapları üzerinden “anti-semitik” paylaşımlarda bulunduğu ve sinagoga girişinde “Tüm Yahudiler ölmeli!” diye bağırdığı ABD medyasına yansımıştır.[4] Kaliforniya’da bulunan bara saldıran David Long’un ise eski bir asker olduğu ve daha önce Ortadoğu’da görev yaptığı açıklanmıştır. Washington ve New York’ta birçok üst düzey Amerikalının adreslerine bombalı paket gönderen diğer saldırganın ele geçirilen karavanın üzerinde ise, Trump destekçisi ifadelerin, “İslamofobik” ve “mülteci karşıtı” görsellerin yer aldığı tespit edilmiştir. Aşırı sağın yanı sıra Amerika’da beyaz ırkçı ideoloji, Müslüman ve mülteci karşıtlığı, siyahi milliyetçilik, sol radikalleşme ülkedeki en önemli sorunlar arasında yer almaktadır. Nitekim sosyal medya paylaşımları üzerinden “mülteci ve yabancı düşmanlığı” ve “milliyetçiliğin” son saldırıların tamamının ortak noktasını oluşturduğu gözlemlenmektedir.

9/11 saldırısının hedefi, dolayısıyla da “kurbanı” ABD olurken, saldırganlar ise Batılı değerleri hedef alan “şer ekseninin” kendisi olmuştur. Bu durum 9/11 sonrası dönemde terörizmin salt “Müslüman kimlikle” ilişkili ve bağlantılı bir mesele olarak analiz edilmesine sebep olmuştur.

Saldırıların ve saldırganların “yabancı terörist gruplarla” herhangi bir bağa sahip olmaması ve yerli Amerikalılardan oluşması, ABD kamuoyunda “saldırının türü” ve “tanımlanması” konusunda tartışmalara yol açmıştır. Özellikle son dönemde gerçekleşen saldırıların çoğunluğunun “yalnız kurt” olarak ifade edilen “beyaz ırkçı Amerikalılar” tarafından gerçekleştirilen bireysel saldırılar olması, içerideki tartışmaları daha da güçlendirmektedir. Bu, bir yerde Amerikan ve Batı merkezli “terörizm ve savaş” literatürü ile de doğrudan ilişkilidir; diğer bir ifade ile “terörizm nedir” ve “terörist kimdir” gibi sorulara verilecek cevaplar ve bu cevapların da yine Batı merkezli literatür ile ilişkili olmasıdır. Örneğin Brian Jenkins terörizmi, “kötü adamların yaptığı şeydir” diye tanımlarken, B. Hoffman ise terörizm için, “daha kapsamlı psikolojik etki oluşturmak için devlet altı grupların politik şiddete başvurmasıdır” demektedir.[5] Kimi uzmanlara göre de terörist; siyasi veya sosyal hedeflerine ulaşmak için şiddeti bir araç olarak kullanmaktan çekinmeyen bireyler veya gruplardır. Bu konu ile ilgili tartışma 11 Eylül sonrası dönemde el-Kaide ve diğer gruplar üzerinden daha da derinleşmiş ve “saldırgan-kurban” kavramları ekseninde şekillenmiştir. 11 Eylül saldırganlarının Ortadoğulu kimlikleri, el-Kaide ve Taliban’ın yanı sıra radikal olsun ya da olmasın diğer birçok grubu da ötekileştirme veya şeytanlaştırma imkânı sağlamıştır.

9/11 saldırısının hedefi, dolayısıyla da “kurbanı” ABD olurken, saldırganlar ise Batılı değerleri hedef alan “şer ekseninin” kendisi olmuştur. Bu durum 9/11 sonrası dönemde terörizmin salt “Müslüman kimlikle” ilişkili ve bağlantılı bir mesele olarak analiz edilmesine sebep olmuştur. Bu analiz ve tartışmalarda “aşırıcılık” bir yerde sadece Doğu’nun içinde yerleşik bir mesele olarak ele alınmıştır. Nitekim ABD Başkanı Bush’un “terörizme karşı savaş doktrini” karşısına bu olgusal kimliği konumlandıran ve “ılımlı” olmayan bütün grupları olası tehdit sınıflandırmasına sokan bir anlayış inşa edilmiştir. Daniel Byman, 11 Eylül sonrası dönemde yapılan en büyük yanlışlardan birinin el-Kaide, DEAŞ vb. örgütlerin ve radikal grupların tehdit unsuru olarak görülürken, aşırı sağ radikalizminin görmezden gelinmesi olduğunu vurgulamaktadır.[6] Burada öne çıkan en ciddi radikalleşme biçimi ise Almanya’daki Nazi eğilimli grupların, kendisini egemen grup olarak gören beyaz ırkçı kesimlerin, 2000’li yılların başından itibaren yükselişe geçen ve kimliklerini İslamofobia, mülteci ve yabancı karşıtlığı üzerinden inşa eden grupların gelecekteki olası tehdit olma durumlarıdır.

Radikalleşmenin temel öznesi: Aşırı sağ ve popülizm

Bugün Batı dünyasının kendi sınırları içerisinde karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit yukarıda sayılan bu gruplardan gelmektedir. Foreign Affairs dergisinde Peter Bergen ve David Sterman’ın “Amerika’daki Gerçek Terör Tehdidi (The Real Terrorist Threat in America)” başlıklı makalesinde, 9/11 sonrası dönemde gerçek tehdit olarak tanımlanan “cihadcı radikalizmin” ve yabancı grupların artık eskisi gibi ABD’nin karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit olmadığı ifade edilmektedir.[7] Bu iki isme göre İkiz Kuleler’in ve Pentagon’un hedef alındığı saldırılardan sonra hiçbir yabancı örgüt ABD’yi doğrudan içeride hedef alamamıştır. Buna karşın 9/11 sonrası dönemde ABD’de yaşanan saldırılarda yer alan isimlerin sınıflandırmasına bakıldığında iki grup öne çıkmıştır. İlk grup saldırganlar; sosyal medya üzerinden DEAŞ vb. örgütlerden etkilenerek radikalleşen ve kökenleri Ortadoğu ve Asya’ya dayanan, Amerika’da yaşayan ya da burada yetişmiş bireylerdir.[8] Örneğin 12 Haziran 2016’da ABD’nin Florida eyaletine bağlı Orlando kentinde bir gece kulübüne yapılan saldırıda 59 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu olayda saldırganın Afganistan kökenli Amerikan vatandaşı Omar Mateen olduğu açıklanmıştır.[9] 9/11 sonrası ABD’de yaşanan en kanlı saldırı olarak kayıtlara geçen olayın faili Mateen ile ilgili yapılan soruşturma, saldırganın “radikal eğilimlere” sahip olduğunu ancak herhangi bir yabancı örgütle doğrudan bir bağının olmadığını göstermiştir.


2017'de ABD'de Irkçılar, "ırkçılık karşıtı gösteri" yapan bir gruba 
araçla saldırı gerçekleştirdi. Saldırıda 28 kişi yaralandı.

İkinci grubu oluşturanlar ise Amerikalı olan aşırı sağcı radikallerdir. Son dönemde bu gruptakilerin saldırıları gittikçe artmaktadır.[10] Bu grubun içerisinde yer alanlar genel olarak rahat bir şekilde silah erişimine sahip olan, sosyal medya kanalları üzerinden radikalizme yönelen ve Amerikan toplumu içerisinde rahatlıkla hareket edebilen kesimlerdir. Bu gruplar arasında Ku Klux Klan’ın ideolojisinden etkilenen bireylerin oluşturduğu beyaz ırkçılar olduğu gibi, Müslüman ve yabancı karşıtları, siyahi milliyetçiler, sağcı ve solcu radikaller de bulunmaktadır. Şu ana kadar gerçekleşen saldırıların çoğunluğu bireysel saldırılar olarak kayıtlara geçerken, bu kişilerin sosyal medya üzerinden birbirlerinden etkilenme durumlarının olduğu da görülmektedir. Nisan 2018’de Kanada’nın Toronto kentinde 10 kişinin öldüğü saldırının faili olan Alek Minassian’ın 2014 yılında Kaliforniya Üniversitesi yakınlarında altı kişiyi öldüren Elliot Rodger’in sosyal medya paylaşımlarından etkilendiği ortaya çıkmıştır. Yine bu dönemde aşırı radikalleşme eğilimine sahip olan bu kesimlerin 1970’li yıllarda birçok bombalı saldırı, hapishaneden firar etme gibi faaliyetler gerçekleştiren Weather Underground isimli sol örgütlerden etkilendikleri de ifade edilmektedir.

İçerideki tehdit ve tanımlanmayan sorun

Son iki saldırının da gösterdiği üzere ABD’nin karşı karşıya kaldığı en önemli terör sorunu iç dinamiklerden kaynaklanmaktadır. Nitekim New America isimli düşünce kuruluşunun verilerine göre Amerika’da yükselişe geçen yeni saldırıların arkasında aşırı sağ ideolojiye sahip, popülizmden etkilenen milliyetçi birey ve gruplar yer almaktadır. Bu kişi ve grupların doğrudan yabancı örgütlerle bir bağlantısı bulunmamaktadır.[11] 9/11 sonrası dönemde ABD’de yaşanan saldırıların en önemli ayağını da bu yeni gruplar oluşturmaktadır. Nitekim Peter Bergen tarafından yapılan araştırmaya göre 9/11 sonrasında Amerika’da aşırı sağcı kişi ve grupların saldırılarında 109 kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı dönemde DEAŞ vb. örgütlerin ideolojisinden etkilenenlerin düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısı ise 104’tür.

Amerikalı karar alıcıların özellikle 9/11 saldırıları sonrasında “güvenlikçi” politikaları merkeze koyması ve dışarıdan gelen tehditlere karşı içeriyi “güvenlikleştirmesi” aşırıcılığa zemin hazırlamıştır.

Aşırı sağın bu tehdidine karşın, bu ideolojiye sahip olan ve bireysel olarak hareket eden kişileri bulmak ve saldırı kapasitelerini anlayabilmek, ABD için daha karmaşık olabilir. Nitekim son dönemde terörizmle mücadele stratejisini yabancı örgütler üzerine kurgulayan; siyasi, askerî ve diplomatik anlamda uluslararası alanda “terörizm” ile mücadele stratejisi belirlemiş olan ABD’nin içeride yaşanan bu tabloya dönük yaklaşımı ise henüz yeterince tartışılmamaktadır. Bu durumun en önemli göstergesi ise yaşanan saldırıların nasıl tanımlanacağı ile ilgili belirsizliktir. İçeride yaşanan bu sorunlar karşısında Trump yönetimini eleştirilerin merkezine koyan Demokrat Parti ve diğer gruplara göre “Trump’ın popülist politikası ve söylemleri” aşırıcılığı güçlendirmektedir. Buna karşın Trump’ın iktidara gelmesini sağlayan iç dinamikler dikkate alındığında meselenin çok boyutlu bir yönü olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle 2000’li yıllardan bugüne iç kamuoyunda değişen tehdit algılamaları, Trump dönemi ile birlikte daha da net anlaşılan “anti-küreselci anlayış”, “beyazların üstünlüğü algısı”, “milliyetçilik” ve “ulusal yaşam tarzlarının saldırı altında olduğu inancı” aşırıcılığın temel sebepleri arasında sıralanmaktadır. Bunlara ek olarak Müslüman ve mülteci karşıtlığı ve yabancıların tehdit olarak görülmesi de bu ideolojiyi beslemiştir.

Buna karşın Amerikalı karar alıcıların özellikle 9/11 saldırıları sonrasında “güvenlikçi” politikaları merkeze koyması ve dışarıdan gelen tehditlere karşı içeriyi “güvenlikleştirmesi” de aşırıcılığa zemin hazırlamıştır. Özellikle 9/11 sonrası dönemde dışarıda terörizme karşı operasyon kapasitesini CIA ve Pentagon üzerinden artıran; el-Kaide, DEAŞ vb. örgütlerle mücadeleyi merkeze koyan ABD karar alıcıları, içeride ise sıkı güvenlik duvarları ören bir sistem geliştirerek başta ülkeye seyahat eden yabancıları ve ABD’de yaşayan diğer ülke vatandaşlarını takibe almıştır. Bu güvenlik önlemleri yabancı örgütlerin saldırı girişimlerinin engellenmesinde önemli bir araç olmuş olsa da toplumsal tabanda aşırı sağ ideolojinin güçlenmesine de neden olmuştur. Bugün gelinen noktada Amerika’da aşırı sağ ile nasıl mücadele edileceği ve nasıl tanımlanacağı konusu önemli bir sorun haline gelmiştir. Aşırı sağcı radikal grupların gerçekleştirdiği saldırıların “terörizm” ile ilişkilendirilmesinden kaçınılması, bu tartışmanın ana başlıklarından biridir. Nitekim Daniel Byman, Pittsburgh saldırısı sonrası bu duruma dikkat çekerken, söz konusu saldırının bir terör eylemi olduğunun kabul edilmesi ve bu saldırıların terörizm olarak tanımlanması gerektiği çağrısını yapmıştır.

Duvarlar, tehditler ve Trump…

Ülkede özellikle Trump döneminde, beyaz ırkçı söyleme ve ideolojiye sahip bireyler, karar verme süreçlerinde daha etkin olmaya başlamıştır.[12] Bu durum ırkçılığın içeride kendisine daha güçlü bir alan bulmasına yol açmıştır. Özellikle Ağustos 2017’de Virginia’nın Charlottesville kentinde beyaz ırkçı grupların silahlı şekilde sokağa çıkması, bu ideolojinin toplumun diğer katmanlarında da önemli bir rol oynadığının ve aşırı sağcı önemli bir sorun olduğunun göstergesi olmuştur.[13] Nitekim toplumsal alanda da karşılık bulan bu ideolojiye sahip birey ve gruplar, kendilerine ekonomik ve sosyal alanda da rahat hareket alanı bulabilmektedir. Sosyal medya ve diğer iletişim kanalları üzerinden radikalleşme evresini yaşayan bu bireyler, içeride ekonomik ve operasyonel (silah edinme vb.) ihtiyaçlara da kolaylıkla ulaşabilmektedir.

Ayrıca sosyal medyanın radikalleşme sürecindeki rolü dikkate alındığında aşırı sağcıların DEAŞ, PKK/PYD gibi terör örgütleri ile paralellik gösterdiği de iddia edilebilir. Nitekim günümüzde birçok örgüt ve aşırı sağcı grup, sosyal medyayı etkili bir iletişim aracı olarak kullanmakta ve yaptıkları paylaşımlarla bu mecraları radikalleşme sürecinde önemli bir araca dönüştürmektedir. Nitekim Pittsburgh, Kaliforniya ve Toronto saldırılarının faillerinin sosyal medya hesapları ve kullandıkları siteler, bu yöndeki görüşleri güçlendirmektedir. Örneğin Pittsburgh saldırganın anti-Semitist paylaşımların yayınlandığı Gab adlı sitenin önemli takipçilerinden biri olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle son yıllarda ABD’nin büyük sosyal medya şirketleri DEAŞ ve el-Kaide’nin sosyal medyayı etkili bir araç olarak kullanmasına karşı önlemler almaya çalışırken,[14] içerideki radikal kişi ve grupların paylaşımlarıyla ilgili henüz nasıl bir çalışma yapacakları konusu belirsizliğini korumaktadır.


[1] L. Romero, “US terror attacks are increasingly motivated by right-wing views”, Quartz, 24 Ekim 2018.
[2] E. Miller, Ideological Motivations of Terrorism in the United States, 1970-2016, College Park, Maryland, November 2017.
[3] Rapora göre 2010’da aşırı sağ saldırıların oranı %35 iken 2017’ye gelene kadar bu oranın arttığı ifade edilmektedir. Buna karşın aşırı sol şiddetin 2000’li yıllara kadar yukarı yönlü seyrederken 2000’li yıllarda %62’den %12’lere gerilediği belirtilmektedir.
[4] E. C. McLaughlin, “Pittsburgh synagogue gunman said he wanted all Jews to die, criminal complaint says”, CNN International, 31 Ekim 2018.
[5] D. Byman, “When to Call a Terrorist a Terrorist”, Foreign Policy, 27 Ekim 2018.
[6] Byman, “When to Call a Terrorist a Terrorist”.
[7] P. Bergen, P. ve D. Sterman, “The Real Terrorist Threat in America”, Foreign Affairs, 30 Ekim 2018.
[8] P. Bergen, “Part II: Who Are The Terrorist”, New America, içinde “Terrorism in America After 9/11”, 2018, https://www.newamerica.org
[9] “What Happened at the Pulse Nightclub”, 30 Mart 2018, New York Times https://www.nytimes.com/video/us/politics/100000005826738/what-happened-at-the-pulse-nightclub.html
[10] P. Bergen, “Part IV. What is the Threat to the United States Today?”, New America, içinde “Terrorism in America After 9/11”, 2018, https://www.newamerica.org
[11] Bergen, “Part IV. What is the Threat...”.
[12] ABD Başkanı Donald Trump’ın kampanya ekibinde bulunan ve daha sonraki dönemde Beyaz Saray’da baş stratejist olarak görev yapan Steve Bannon ırkçı söylemlerin sembol ismi oldu.
[13] Charlottesville kentinde yaşanan olaylarda 1 kişi öldü, 30’un üzerinde kişi de yaralandı. Irkçıların başlattığı olaylar sonrası kentte OHAL ilan edildi. Kaynak: https://www.theguardian.com/us-news/2017/aug/15/charlottesville-militia-free-speech-violence
[14] D. Yadron, “Twitter deletes 125,000 Isis accounts and expands anti-terror teams”, The Guardian, 5 Şubat 2016.