Temel Göstergeler
Resmi AdıRuanda Cumhuriyeti
Yönetim BiçimiBaşkanlık tipi cumhuriyet
Bağımsızlık Tarihi1 Temmuz 1962 (Belçika'dan)
BaşkentKigali (1,1 milyon)
Yüzölçümü26.338 km²
Nüfusu13 milyon (2020)
Nüfusun Etnik Dağılımı%84 Hutu, %15 Tutsi, %1 Twa
İklimiIlıman iklimin hâkim olduğu ülkede şubat-mayıs döneminde şiddetli yağışlar görülür.
Coğrafi KonumuOrta Afrika’da Büyük Göller Bölgesi’nde yer alan Ruanda, Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya ve Uganda ile çevrilidir.
KomşularıBurundi (290 km), Demokratik Kongo Cumhuriyeti (217 km), Tanzanya (217 km), Uganda (169 km)
DilFransızca, Kinyarwanda, İngilizce, Svahili
Din%75 Hristiyan, %15 Müslüman, %10 diğer
Ortalama Yaşam Süresi65,1 yıl (2020)
Okuryazar Oranı%73,2 (2018)
Millî Gelir10,209 milyar dolar (2019 IMF)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir824 dolar (2019 IMF)
Para BirimiRuanda Frangı (RWF)
İşsizlik Oranı%15,4 (2020)
Enflasyon Oranı%6,9 (2020)
Reel Büyüme Hızı%10 (2019)
Yoksulluk Oranı%39,1 (2015)
İhracat ÜrünleriKahve, altın, çay, kalay, niyobyum, tantalyum, vanadyum
İthalat ÜrünleriTeknolojik cihazlar, ilaç, çimento, binek otomobil, bilgisayar, şeker pancarı, iş makineleri, palm yağı, hububat
Başlıca Ticaret OrtaklarıÇin, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Kenya, Tanzanya, Hindistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti

Ülke Tarihi

Bugünkü Ruanda topraklarındaki ilk yerleşimcilerin, ülkenin en küçük azınlık grubunu oluşturan Twalar olduğu tahmin edilmekle birlikte, bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. 13. yüzyıldan itibarense bugün ülkedeki ikinci azınlık grubu oluşturan Tutsiler tarafından kurulan Ruanda Krallığı, bölgede hüküm sürmüştür. İlerleyen dönemlerde krallığın bünyesine katılan yeni topraklarla birlikte Hutular çoğunluk hâline gelse de devlet yönetimi Tutsilerin elinde kalmaya devam etmiştir.

1890 yılında yapılan Helgoland-Zanzibar Anlaşması ile Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar Alman sömürgesi hâline gelen Ruanda, bu süreçte yürütülen misyonerlik faaliyetleriyle Hristiyanlaştırılmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Belçika tarafından işgal edilen Ruanda toprakları, savaş sonrasında Milletler Cemiyeti tarafından manda bölgesi olarak Belçika’ya bırakılmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1946 yılında ise, yine Milletler Cemiyeti tarafından Belçika yönetiminde “Güvenli Bölge” ilan edilmiştir.

Belçika yönetiminin devam ettiği yıllarda, ülkede etnik unsurları birbirlerine düşman etmeyi ve oluşan bu kaos ortamından yararlanarak ülke idaresini elde tutmayı amaçlayan politikalar uygulanmıştır. Sömürge yönetiminin ilk döneminde, ülkedeki azınlık grup Tutsilerden yana bir tavır alarak Hutulara ikinci sınıf insan muamelesi yapan Belçika, Tutsileri daha üstün, güçlü ve entelektüel bir sınıf olarak lanse etmiştir. Ülkede nüfus sayımı bahanesiyle insanlar etnik kökenine göre sınıflandırılmış, bu süreçte hayvancılıkla uğraşanlar Tutsi, tarımla uğraşanlar Hutu olarak kabul edilmiş; böylece oluşturulan kimlik kartları, daha sonraki yıllarda önemli kademelerdeki görevlerin kimlere verileceğini belirlemek için kullanılmıştır.

Belçika’nın Tutsilerden yana takındığı bu tavır, 1959 yılında Tutsi Kralı’nın tahttan indirilmesi ve 1962 yılında ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra değişmiş ve Belçika bu kez de Hutuları destekleyen politikalar izlemeye başlamıştır. Bu süreçte, yıllardır dışlanan çoğunluk grubu Hutuların gerçekleştirdiği katliamlarda on binlerce Tutsi öldürülmüş, 130.000 kişi de komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır.

Bağımsızlığın ardından 1973 yılına kadar devam eden Gregoire Kayibanda döneminde Hutu milliyetçiliğine dayalı katı politikalar uygulanmış, Tutsiler kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmış, eğitim imkânlarından yararlanmaları belli bir kotaya tabi tutulmuştur. Tutsilere karşı işlenen suçların cezalandırılmaması da ülkedeki kaos ortamını beslemiştir. Kayibanda’dan sonra 21 yıl boyunca ülkeyi yöneten Juvenal Habyarimana döneminde de ülkedeki tablo değişmemiş, uzun yıllar devam eden bu uygulamalar, 1994 yılında yaşanacak ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek olan soykırımın zeminini hazırlamıştır.

Yaklaşık 100 gün süren ve 1 milyon kişinin katledildiği Ruanda Soykırımı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en fazla sayıda insanın öldüğü soykırım olarak tarihe geçmiştir. 6 Nisan 1994’te dönemin Ruanda Devlet Başkanı Habyarimana’yı taşıyan uçağın düşürülmesi, olayların başlangıcı olmuştur. Aynı gün ülkedeki Tutsilere ve onları korumaya ve saklamaya çalışan ılımlı Hutulara karşı başlatılan vahşi katliamlar, yaklaşık üç buçuk ay devam etmiştir.

Katliamlar her ne kadar ülkedeki Hutular tarafından gerçekleştirilmiş olsa da sürecin asıl müsebbiplerinin uzun yıllar ülkedeki iki etnik unsuru birbirine düşman eden Belçika, 1990’lı yıllardan itibaren ülkede Belçika’nın konumunu alan Fransa ve katliamlar boyunca sessiz kalarak yaşananlara göz yuman Birleşmiş Milletler olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir.

Dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen ve küresel aktörlerin seyirci kaldığı soykırım, temmuz ayına kadar devam etmiş; olaylar bittiğinde geriye ülkenin her tarafına yayılmış 1 milyon ceset ve izleri nesiller boyunca silinmeyecek bir vahşet kalmıştır.

Soykırım süreci sonrasında Ruanda siyasetinde öne çıkmaya başlayan Paul Kagame, ülkeyi geçici meclisin yönettiği yıllarda devlet başkanlığı görevini yürütmüş, 2000 yılında devlet yönetiminin başına getirilmiş, ilerleyen yıllarda yapılan seçimleri de kazanarak iktidarını bugüne kadar korumuştur.

Siyasi Yapı

Başkanlık tipi demokratik yönetimi benimseyen Ruanda Cumhuriyeti’nde mevcut anayasa 2016 yılında halk oylamasıyla kabul edilmiştir.

Devlet başkanı ülke çapında yapılan seçimler sonucunda belirlenir. Başkanın yedi yıl olan görev süresi anayasa değişikliğiyle beş yıla düşürülmüşse de takip eden dönem istisna tutularak mevcut başkan Kagame’nin potansiyel görev süresi uzatılmıştır.

İç savaş ve soykırımın yaşandığı 1994’ten 2003 yılına kadar ülkede geçici meclis görev yapmıştır. İlk seçimlerin 2003 yılında yapılabildiği Ruanda’da Mart 1994’te başkan yardımcısı ve savunma bakanı olarak görevlendirilen, Mart 2000’de geçici olarak sürdürdüğü devlet başkanlığı görevi meclis tarafından onaylanarak devlet başkanı olan Paul Kagame, 2003, 2010 ve 2017 yıllarında yapılan seçimleri de kazanmıştır.

2017’deki son başkanlık seçimlerinde oyların %98’ini alan Kagame, 2000 yılından bu yana bu görevdedir. Bir sonraki başkanlık seçimlerinin 2024’te yapılması planlanmaktadır.

Yasama organı olan parlamento, temsilciler meclisi ve senato olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. 80 sandalyeli temsilciler meclisinde 53 üye genel seçimler sonucunda, diğer üyeler ise çeşitli kurullarca atama yoluyla belirlenmektedir. 26 üyeli senatoda ise 12 üye yerel konseyler, sekiz üye devlet başkanı, kalan altı üye de çeşitli kurullar tarafından seçilmektedir. Temsilciler meclisi için beş yılda bir düzenlenen seçimlerin sonuncusu 2018’de yapılmıştır. Senato üyelerinin görev süresi sekiz yıldır.

Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Doğu Afrika Birliği gibi uluslararası organizasyonlara üye olan Ruanda, 2009 yılından bu yana İngiliz Milletler Topluluğu’na da üyedir. Ruanda, Mozambik’le birlikte, tarihinde İngiliz sömürgesi olmadığı hâlde bu birliğe üye olan iki ülkeden biridir.

Ruanda 2006 yılına kadar 12 idari bölgeden oluşurken, bu tarihte yapılan düzenlemeyle bu sayı beşe düşürülmüştür. Başkent Kigali dışında Doğu, Batı, Kuzey ve Güney olarak belirlenen yeni bölgelerle soykırım sürecinin izleri silinerek, etnik unsurların iç içe yaşadığı bir idari yapılanma hedeflenmiştir.

Soykırım ve iç savaş sonrasında yaşanan kaotik ortamda öne çıkan bir siyasi figür olan Kagame, seçimlere şaibe karıştırmak, kendisine göstermelik rakiplerle seçim düzenlemek, muhaliflerini ortadan kaldırmak gibi suçlamalara muhatap olmuştur.

Ekonomik Durum

1994 yılında yaşanan soykırım sebebiyle uzun yıllardır derin bir kaos içinde olan Ruanda, son yıllarda toparlanarak yeniden yapılanma sürecine girmiştir. 2010’lu yıllarda %7’nin üzerinde ortalama yıllık büyüme oranıyla ekonomide istikrar yakalanmış, ülkedeki yatırım imkânlarının iyileştirilmesi için önemli adımlar atılmıştır. Bununla birlikte kişi başı ortalama yıllık gelir hâlen 1.000 doların altındadır ve nüfusun yaklaşık %40’ı yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.

Ruanda yüzölçümü bakımından küçük bir ülke olmakla birlikte, yüksek nüfusa ve nüfus yoğunluğuna sahiptir. 13 milyonluk nüfusun yarısından fazlasını 25 yaş altı çocuk ve gençlerin oluşturması, dinamik bir nüfusa sahip olduğunu göstermektedir.

Halkın başlıca geçim kaynağı tarımdır. İstihdamın %75’i, millî gelirin ise yaklaşık üçte biri tarım sektöründen sağlanmaktadır. Başlıca tarım ürünleri; kahve, çay, patates, bezelye, soya, muz ve mısırdır. Hayvancılık, özellikle büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yaygın bir geçim kaynağıdır.

Ruanda’nın yer altı kaynakları bakımından zengin olduğu söylenemez. Bununla birlikte ülkede elektronik cihazların üretiminde kullanılan kasiterit, volframit, koltanın yanı sıra altın ve kalay çıkarılmaktadır.

Yeniden yapılanma sürecindeki Ruanda’da inşaat sektörü de giderek büyümektedir; bu kapsamda devlet bütçesinden önemli bir pay alan diğer sektörler ise altyapı ve ulaşımdır.

Son yıllarda dış yatırım açısından giderek daha cazip hâle gelen Ruanda’da başlıca yatırım alanları tarım (özellikle kahve ve çay), turizm, altyapı hizmetleri, telekomünikasyon, finans ve enerjidir; ancak enerji kıtlığı, ulaşım imkânlarının yetersizliği ve bölgesel sorunlar ekonomik canlanmayı yavaşlatan etkenlerdir.

Dış ticaret kapasitesi son yıllarda istikrarlı biçimde artan Ruanda’nın 2019 yılı dış ticaret hacmi 784 milyon doları ihracat, 3,16 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 3,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye ile İlişkiler

Ruanda ile Türkiye arasındaki ilişkiler son yıllarda olumlu yönde seyretmektedir. Ruanda’nın Ankara Büyükelçiliği 2013’te, Türkiye’nin Kigali Büyükelçiliği 2014 yılında açılmıştır.

Ruanda Cumhurbaşkanı Kagame ülkemizi 2012 yılında iki kez ziyaret etmiş, Türkiye de 2012 ve 2016 yıllarında bakanlık düzeyinde Ruanda’ya ziyaretler gerçekleştirmiştir; ayrıca 2016 yılında TBMM’de Ruanda Dostluk Grubu oluşturulmuştur. Türk Hava Yolları’nın 2012 yılında Ruanda-Türkiye arasında doğrudan uçuşa başlaması, gelişen ilişkilerin bir göstergesidir.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi de son yıllarda ciddi bir artış göstermektedir. 2000’li yılların başlarında sembolik düzeyde olan ticaret hacmi, 2017 yılında en yüksek seviyesi olan 42 milyon dolara kadar yükselmiş, 2019 yılında tamamına yakını Türkiye’den Ruanda’ya ihracat olmak üzere 32 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Türk şirketleri, Ruanda’nın kalkınma hamleleri kapsamında toplam değeri yarım milyar dolara yaklaşan 20’den fazla yatırım projesini üstlenmiş durumdadır. Bu oranın ülkedeki yerel veya dış kaynaklı yatırımın %13’üne tekabül ettiği düşünülecek olursa Türkiye’nin Ruanda’nın ekonomik hamleleri ve kalkınma planlarındaki rolü daha net anlaşılacaktır.

Müslümanların Durumu

Diğer Afrika ülkelerine kıyasla etnik ve dinî açıdan daha homojen bir yapıya sahip olan Ruanda’da, halkın yaklaşık %80’inin Hristiyan olduğu tahmin edilmektedir. Yerel inançlara sahip insanların çok az sayıda olduğu ülkede, Müslümanlar nüfusun %10-15’lik bölümünü oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun tamamına yakını Hutu ve Tutsi olmak üzere iki etnik unsurdan müteşekkildir. 1,5 milyonu aşkın Müslüman nüfus her iki etnik kökene eşit oranda dağılmış hâldedir. 600’den fazla cami ve bir o kadar da Kur’an kursunun bulunduğu ülkede İslami eğitim veren onlarca okul faaliyet göstermektedir.

Ruanda topraklarının İslamiyet’le ilk teması 18. yüzyıl başlarında, daha eski dönemlerden beri Doğu Afrika’da bulunan Arap ve Hintli Müslüman tacirlerin kıtanın içlerine yönelmesiyle olmuştur; ancak Müslümanların bölgede esaslı bir topluluk hâline gelişi, 20. yüzyılın başlarında, yine Doğu Afrika ülkelerinden buraya çalışmak için gelen göçmen Müslümanlarla mümkün olmuştur.

Almanya ve Belçika’nın sömürge döneminde Ruanda Müslümanları büyük zorluklar yaşamış, yalnızca belirli alanlarda bulunmalarına izin verilen Müslümanların, halkın geri kalan kısmı ile irtibat kurmaları, mülk edinmeleri, ticaret yapmaları, çiftçilik-hayvancılık gibi mesleklerle iştigal etmeleri yasaklanmıştır. Bugün ülkedeki Müslümanların büyük çoğunluğu hâlen o dönemlerde yaşadıkları bölgelerde ikamet etmeye devam etmektedir.

Bu dışlamacı tavır ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra da devam etmiş, Ruandalı Müslümanlar eğitim olanaklarından, siyasi temsilden, ticari ve kültürel faaliyetlerden uzak tutulmuştur. Devlet politikası olarak uzun yıllar devam eden bu uygulamalar nedeniyle Müslümanlar ülkenin geri kalanı nezdinde olumsuz bir imaja sahip olmuştur; ancak bu olumsuz imaj, 1994 yılında yaşanan ve 1 milyon insanın katledildiği soykırım süreciyle birlikte değişmeye başlamıştır. Müslümanların aylar öncesinden başlayarak toplumu sağduyulu davranmaya davet eden açıklamaları ve soykırım sürecinde kendilerine sığınan insanları dinlerine ve etnik kökenlerine bakmaksızın korumaları, onlara karşı tavrın değişmesini sağlamıştır. Öyle ki, soykırımdan bu yana geçen çeyrek yüzyılda ülkedeki Müslümanların sayısının iki katına çıktığı ifade edilmektedir. Müslümanlar son yıllarda siyasi temsilde de rol almaya başlamış, Müslüman bakan ve milletvekilleri ülke yönetiminde görev alır hâle gelmiştir.