Temel Göstergeler
Resmi AdıKuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)
Yönetim BiçimiYarı başkanlık tipi cumhuriyet
Bağımsızlık Tarihi15 Kasım 1983
BaşkentLefkoşa (50.000)
Yüzölçümü3.355 km2
Nüfusu380.000 (2021)
Nüfusun Etnik DağılımıNüfusun tamamına yakını Türklerden oluşmaktadır.
İklimiIlıman Akdeniz iklimi hakim olup, yazlar sıcak ve kurak, kışlar serin geçmektedir.
Coğrafi KonumuKKTC, Akdeniz’de Türkiye’nin güneyinde yer alan Kıbrıs adasının kuzey kesimindedir.
KomşularıGüney Kıbrıs Rum Yönetimi
DilTürkçe
Din%99 Müslüman, %1 Hristiyan ve diğerleri
Ortalama Yaşam Süresi82,6 yıl (2018)
Okuma-Yazma OranıBilinmiyor (Okullaşma oranı Yükseköğretimde %92.8)
Para BirimiTürk Lirası
Millî Gelir21,4 milyar TL (2020)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir10.055 dolar (2020)
İşsizlik Oranı%10,1 (2020)
Enflasyon Oranı%15 (2020)
Reel Büyüme Hızı%5 (2018)
Yoksulluk OranıBilinmiyor.
İhracat ÜrünleriSüt ürünleri, narenciye, hurda metal, piliç eti, arpa, sebze-meyve, keçiboynuzu
İthalat ÜrünleriYakıt, binek araçlar, hayvan yemi, inşaat malzemeleri, ilaç, alkollü içecek, sanayi tipi makine, mobilya, cep telefonu, bilgisayar
Başlıca Ticaret OrtaklarıTürkiye, AB ve Doğu Avrupa ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, Uzakdoğu ülkeleri

Ülke Tarihi

Kıbrıs’ın bilinen ilk yerleşimcilerinin MÖ 7-10 binli yıllarda Anadolu ve Suriye topraklarından geldikleri tahmin edilmektedir. Asur, Pers, Mısır ve Büyük İskender’le birlikte Helen hâkimiyeti altına giren ada, MÖ 58’de Roma İmparatorluğu topraklarına dâhil edilmiş, 395 yılında devletin ikiye bölünmesiyle birlikte Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır. Hz. Osman’ın hilafeti döneminden başlayarak Emevi ve Abbasi dönemlerinde İslam ordularının uzun süre fethetmek için çaba sarf ettiği Kıbrıs, kısmi başarılara karşın tam bir İslam beldesi hâline dönüştürülememiş, ancak Müslümanlar farklı tarihlerde peyderpey adaya yerleşmiş, Bizans da Müslüman akınları karşısında kimi zaman vergi ödemeyi kabul etmiştir.

Kıbrıs, 1191 yılında Haçlı ordularının başında bulunan İngiltere Kralı I. Richard tarafından ele geçirilmiştir. Tarihte “Arslan Yürekli” olarak bilinen I. Richard adayı Tapınak Şövalyeleri’ne satmış, ancak şövalyelerin adayı bir yıl sonra Richard’a iade etmesi üzerine, kral adayı bu kez de eski Kudüs Kralı Guy de Lusignan’a satmıştır. Böylece adada ismi Kudüs Krallığı olan ve 1489’a kadar varlığını sürdüren “Luzinyanlar” dönemi başlamıştır. Bu dönemde ada ekonomik ve kültürel açıdan büyük bir atılım göstermiştir.

1489 yılında Venedik hâkimiyeti altına giren Kıbrıs, ada halkı açısından sıkıntılı geçen yaklaşık bir asırlık dönemin ardından 1571’de Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına dâhil edilmiştir. Doğu Akdeniz ve çevresinin tamamen hâkimiyet altına alınması, adanın stratejik önemini daha da arttırmış, özellikle korsanlık faaliyetleri Kıbrıs’ın fethini zorunlu kılmıştır. Bu fetih, Akdeniz’deki Türk hâkimiyetini perçinlemiş olması bakımından büyük öneme sahiptir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Kıbrıs’ta hayat yeniden canlanmış, Venedik döneminde kapatılan Ortodoks kiliseleri tekrar ibadete açılarak Hristiyan tebaanın inanç özgürlüğü temin edilmiştir. Öte yandan başta Karaman olmak üzere Ürgüp, Beyşehir, Niğde, Aksaray gibi Orta Anadolu’nun çeşitli illerinden getirilen yerleşimcilerle adadaki Müslüman nüfus yeniden arttırılmıştır. Adanın dört bir yanında tesis edilen kütüphane, han, hamam, cami, köprü, çeşme gibi vakıf eserleriyle bölge mamur hâle getirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden mağlubiyetle ayrılması ve imzalanan Ayestefanos Anlaşması’nın ağır şartları Avrupa devletlerini de harekete geçirmiş, bir süredir Hindistan deniz ticaretini kontrol altına almak için Kıbrıs’a göz diken İngiltere, bu durumu fırsat bilerek Anadolu’da olası bir Rus tehlikesine karşı Osmanlı’ya yardım etme sözüyle Kıbrıs’ta askerî üs kurmayı teklif etmiştir. İçinde bulunduğu zor şartlar altında bu teklifi kabul etmek durumunda kalan Osmanlı, 4 Haziran ve 1 Temmuz’da imzalanan ve 15 Temmuz 1878’de yürürlüğe giren anlaşmalarla egemenlik hakları saklı kalmak ve her yıl belirli miktarda ödeme almak kaydıyla Kıbrıs’ın idaresini fiilî olarak İngiltere’ye terk etmiştir.

İngiliz yönetiminin idareyi ele almasıyla birlikte pek çok problem ortaya çıkmış, İngiltere anlaşmalara aykırı adımlar atarak vakıf ve padişah mallarına el koymaya, Müslüman halka baskı uygulamaya başlamış; ayrıca Rumları da Müslümanların mallarına el koymaya teşvik etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte aradığı fırsatı bulan İngiltere, 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması’yla da Türkiye İngiltere’nin bu ilhakını tanımayı kabul etmiştir.

İngiltere 1925 yılında Kıbrıs’a kraliyete bağlı bir koloni statüsü vermiş ancak 1931 yılında Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanması için isyan başlatmıştır. 1950 yılında adada Psikopos Makarios önderliğinde bir plebisit gerçekleştirilmiş, İngiltere ve Türkiye tarafından tanınmayan bu plebisitin sonuçlarına dayanan Yunanistan ve adadaki Rumlar, Birleşmiş Milletler’e (BM) müracaat ederek selfdeterminasyon hakkı talep etmiştir. Bu girişime mukabil Türkiye de benzer bir taleple BM’ye müracaat etmiş, ancak BM bu hakkın her iki taraf için söz konusu olabileceğine kanaat getirmiştir. Bu süreç, Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’a bağlanma, yani Enosis hedefine ulaşmak için EOKA adlı terör örgütünün kurulmasına zemin hazırlamıştır. 7 Mart 1953’te Yunanistan hükümet üyeleri, Makarios ve EOKA kumandanı Albay Grivas, EOKA andı içmiş; bu tarihten itibaren Rum tarafı Kıbrıslı Türklere karşı büyük bir şiddet hareketi başlatmıştır. Özellikle 1955 yılından itibaren yüzlerce Türk öldürülmüş, Türklere ait mallar yağmalanmış, 6.000 kişi mülteci konumuna düşmüştür. Halkın can ve mal güvenliğinin kalmadığı böyle bir ortamda 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmuştur. Adadaki sürecin giderek çıkmaza girmesi üzerine İngiltere 1959 Şubat’ında taraflarla İsviçre ve İngiltere’de görüşmeler düzenlemiş ve bu görüşmeler neticesinde 19 Şubat 1959 tarihinde her iki tarafın eşit statüye sahip olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kabul edilmiştir. 16 Ağustos 1960 tarihinde her iki taraf da adaya çıkarak bağımsız devleti başlatmıştır. Anlaşma uyarınca cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının Türk olması; hükümet, meclis ve kamu görevlerinde de kontenjanların Rum tarafı lehine %70’e %30’luk bir paylaşımla dağıtılması kabul edilmişse de ilerleyen süreçte Makarios liderliğindeki Rum tarafı adada gelinen noktayı Enosis için bir adım olarak gördüğünden anlaşma şartlarının uygulanmasına imkân tanımamıştır.

Makarios’un anayasanın uygulanamaz olduğu ve değişikliğe ihtiyaç duyulduğu iddiasıyla ortaya attığı fikirler, Türkleri adada azınlık konumuna düşürmeyi ve eşit kurucu ortaklık statüsünü ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. 30 Kasım 1963’te sunulan teklif, garantör ülkelerden Türkiye tarafından 6 Aralık 1963 tarihinde reddedilirken, diğer garantör devletler Yunanistan ve İngiltere teklife olumsuz cevap vermeyerek Rum tarafını cesaretlendirmiştir. Böylece Aralık 1963’te, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, yaralandığı, yaklaşık 30.000 kişinin mülteci durumuna düştüğü, 100’den fazla köyün tahrip edildiği Rum katliamları başlamıştır. Uluslararası kamuoyunun seyirci kaldığı bu katliamlar, “Türkler isyan etti” yalanı ile meşrulaştırılmaya çalışılmış, katliam esnasında Rum tarafının kontrolünde olan iletişim kanalları da kesilerek Türkiye’ye karşı bir karartma uygulanmıştır. “Kanlı noel” olaylarıyla adada işlerin iyice çığırından çıkması üzerine, İngiltere 30 Aralık 1963’te Lefkoşe’de Yeşilhat’ta girmiş ve böylece adanın kontrolü defakto olarak ikiye ayrılmıştır.

Ancak bu tarihten sonra da Rum tarafının uluslararası hukuku hiçe sayan girişimleri hız kesmemiş, Türklere yönelik terör faaliyetleri devam etmiştir. Yeşilhattı geçerek Türk tarafını taciz eden, cinayet ve yağma faaliyetlerini sürdüren Rumlara karşı, Türkiye’nin müdahil olma talepleri ise BM ve ABD tarafından sürekli reddedilmiştir. 1968’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlatılan görüşmelerden de netice alınamamış, bu süreçte Makarios, Enosis’i uzun erimli bir proje olarak uygulama yoluna gitmiştir. Yunanistan tarafı bu karardan memnun olmamış ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını bir an önce gerçekleştirme düşüncesinde ısrar etmiş, bu da Makarios yönetimiyle Yunanistan’ın arasının açılmasına neden olmuştur. 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen darbe sonrasında Makarios ABD’ye kaçmış, onun yerine göreve gelen Nikos Sampson ise aynı gün Yunanistan’a ilhak anlamına gelen Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Makarios’un 19 Temmuz’da BM’de yaptığı konuşmada Kıbrıs’ın Yunanistan tarafından işgal edildiğini, Türklerin can ve mal güvenliğinin bulunmadığını söylemesinin ardından Türkiye, İngiltere’ye garantör ülkeler olarak Kıbrıs’a birlikte müdahale etmeyi teklif etmiş fakat İngiltere bu teklifi kabul etmemiştir. Bunun üzerine 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Türk Barış Harekâtı başlatılmıştır. 22 Temmuz’da ateşkes ilan edilmiş, Sampson iktidardan uzaklaştırılmış, ancak Rum tarafı bu karara uymayarak Türk köylerine saldırmaya devam etmiştir. 25 Temmuz’da Cenevre’de toplanan garantör devletlerin 30 Temmuz’da imzaladığı protokole göre güvenli bölge oluşturulması, işgal altındaki Türk köylerinin derhâl boşaltılması, esirlerin mübadele edilmesi veya serbest bırakılması ve barışın sağlanabilmesi için görüşmelerin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca adada Rum toplumu ve Türk toplumu olmak üzere iki otonom yönetimin varlığı da kabul edilmiştir. Yunanistan daha sonra Atina Yüksek Mahkemesi’nin 21 Mart 1979’da aldığı kararla Türkiye’nin gerçekleştirdiği barış harekâtının yasal olduğunu kabul etmiştir.

Cenevre Anlaşması Yunan tarafını tatmin etmemiş, 8 Ağustos’taki ikinci toplantıdan da istenen neticenin alınamaması üzerine 14-16 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Türk Barış Harekâtı yapılarak KKTC’nin bugünkü sınırları çizilmiştir. Rum Kesimi’nde kalan Limasol, Larnaka, Baf şehirlerinde ise Türkler büyük katliamlara maruz kalmıştır. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiş, adanın iki bölgeden oluşan federatif bir yapıya kavuşacağı ve Rum tarafıyla birleşileceği varsayımıyla hareket edilmiştir. Bu doğrultuda yeni devletin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önce 1977’de Makarios, ardından 1979’da Kiprianu ile gerçekleştirdiği görüşmelerde bu yönde ilkesel olarak mutabık kalınmasına karşın, Rum tarafı kendilerinin tek hâkim olduğu bir yönetim modelinde diretmeye devam etmiş ve verilen sözler yerine getirilmemiştir. Adada iki toplumlu federatif bir yapının mümkün olmadığını gören Türk yönetimi, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsızlığını ilan etmiştir. Rum ve Yunan taraflarının girişimleriyle BM Genel Kurulu’nda KKTC’nin bağımsızlığının tanınmasını engelleyecek bir karar çıkartılmış, böylece Bangladeş, Pakistan gibi pek çok Müslüman devletin KKTC’yi resmen tanımasının önüne geçilmiştir.

BM ilkeleri ve 1960 kararlarına bağlı kalacağını açıklayan KKTC, Rum kesimiyle müzakere kapılarını her zaman açık tutmuş, ancak Rum kesiminin üniter devlet anlayışındaki ısrarcı tutumu, Kıbrıs sorununun günümüze kadar çözümsüz kalmasına sebep olmuştur. Öte yandan GKRY, 1990 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik başvurusunda bulunmuş, bu yapılırken 1960 kararları hiçe sayılmış ve adanın KKTC’yi de kapsayacak şekilde tamamı için müracaatta bulunulmuştur. Zira 1960 Cenevre Anlaşması’nda, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir platforma Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üye olmasının mümkün olmadığı kabul edilmiştir. Ancak AB’nin bu müracaatı kabul etmesi ve ardından 2004 yılında Kıbrıs’ı birliğe dâhil etmesi, uluslararası hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Taraflar arasındaki müzakereler 2000’li yıllarda da devam etmiş, özellikle 2002 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından hazırladığı “Annan Planı” 2004 yılında her iki tarafta da referanduma sunulmuş, 24 Nisan 2004’teki referandumda KKTC’de %64,9’luk bir “Evet” oranı yakalanırken, GKRY’de bu oran %24,1’de kalmıştır. Öte yandan Eylül 2008-Ocak 2010 tarihleri arasında dönemin devlet başkanları Dimitris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat arasında yaklaşık 60 görüşme gerçekleştirilmiş ve karşılıklı olumlu mesajlar verilmiştir. Önümüzdeki günlerde Kıbrıs sorununun çözümü konusunun hem Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından hem de küresel siyaset açısından önemli gündem maddelerinden biri olacağı muhakkaktır. Bu arada Akdeniz’deki enerji havzaları üzerinde son yıllarda devam eden küresel mücadele Kıbrıs’ın jeopolitik konumunu daha da hayati kılmaktadır.

Siyasi Yapı

KKTC yarı başkanlık tipi demokrasiyle yönetilmektedir. Cumhurbaşkanı devlet yönetiminin başı; başbakan da hükümetin başı olarak görev yapmaktadır. Yürütme yetkisi hükümet ve cumhurbaşkanı tarafından ortak kullanılmaktadır. Ülke idari olarak Lefkoşa, Gazi Mağusa, Girne, Güzelyurt, İskele ve Lefke olmak üzere altı bölgeye ayrılmıştır.

Yasama organı 50 sandalyeden oluşan Cumhuriyet Meclisi olup, üyeleri beş yılda bir düzenlenen seçimlerle belirlenmektedir. Ülkede son genel seçimler 23 Ocak 2022’de erken seçim olarak gerçekleştirilmiş, Ulusal Birlik Partisi (UBP) oyların %39,5’ini alarak 24 sandalye elde etmiş, Cumhuriyetçi Türk Partisi ise %32’lik oy oranıyla 18 sandalye kazanmıştır.

Devlet başkanlığı seçimleri de benzer şekilde beş yılda bir yapılmaktadır. KKTC’nin bağımsızlığından önce Kıbrıs siyasetinin en önemli figürü olarak öne çıkan Rauf Denktaş, 1970 yılında Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı’na, 1973’te Kıbrıs Türk Yönetim Başkanlığı’na seçilmiştir. Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın ardından 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanıyla birlikte devlet ve meclis başkanlıkları görevini yürüten Denktaş, 1976 ve 1981 yıllarındaki seçimleri de kazanarak devlet başkanlığı görevini sürdürmüştür. 1983 yılında KKTC’nin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 1985, 1990, 1995 ve 2000 yıllarında gerçekleştirilen tüm seçimlerden zaferle ayrılan Denktaş, 2004 yılında Annan Planı’na karşı çıkmış ancak düzenlenen referandumda halkın %65’i plana “Evet” demiştir. 2005 yılında yapılan seçimlerde aday olmayan Denktaş’ın ardından bu görevi 2005-2010 yılları arasında Mehmet Ali Talat, 2010-2015 yılları arasında Derviş Eroğlu, 2015-2020 yılları arasında Mustafa Akıncı yürütmüştür. 11-18 Ekim 2020 tarihlerinde iki tur hâlinde gerçekleştirilen son seçimleri %51,6’lık oy oranıyla UBP adayı Ersin Tatar kazanmıştır.

Ekonomik Durum

KKTC ekonomisi büyük oranda hizmet sektörüne endeksli olup, turizm ve eğitim bu noktada öne çıkan alanlardır. Tarım, sanayi ve inşaat sektörlerinin her birinin ekonomideki payları %10 civarında olup, başlıca tarım ürünleri üzüm, narenciye, patates, arpa ve zeytindir. Ayrıca kümes hayvanı yetiştiriciliği ve balıkçılık da yapılmaktadır. Başlıca sanayi alanı ise tekstildir.

Diplomatik olarak dünyanın birçok devleti tarafından tanınmaması ve uygulanan izolasyon ve ambargolar, KKTC ekonomisini önemli ölçüde etkilemektedir. Ancak Türkiye’nin verdiği destek ve ürettiği çözümlerle bu alandaki sıkıntılar belirli ölçülerde aşılabilmektedir. Ülkenin yıllık dış ticaret hacmi 2020 yılında 100 milyon doları ihracat, 1,2 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 1,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Büyük oranda ithalata dayalı olan dış ticaretin önemli bir bölümü Türkiye ile gerçekleştirilmekte olup, kalan kısmı da AB, Doğu Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri ile yapılmaktadır.

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkiler, adanın son beş asırlık tarihinden bağımsız düşünülemez. Kıbrıs, 1571’de Yavuz Sultan Selim döneminde fethedilmesinden itibaren üç asrı aşkın bir süre Osmanlı hâkimiyeti altında kalmış ve devlet açısından son derece stratejik önemi olan Akdeniz’in güvenliğinin garantisi olmuştur. Adanın 19. yüzyılın sonlarında fiilen, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından da resmen İngiltere’nin hâkimiyetine girdiği, ardından yüzyıl ortalarından itibaren bir kısmında Rum yönetiminin kurulduğu dönemlerde de Kıbrıs, kesintisiz bir biçimde Türk yurdunun bir parçası olmaya devam etmiştir. Adada başta İngiltere olmak üzere küresel aktörlerin göz yumduğu ve Rumların gerçekleştirdiği mezalim karşısında Kıbrıslı Türklerin yardımına koşan tek devlet de Türkiye olmuştur. Bu sahiplenme, adada kurulacak yeni yönetimlerin teşekkül ettiği süreçlerde de devam etmiş, Türkiye Cumhuriyeti, Yunanistan ve İngiltere ile birlikte üç garantör ülkeden biri olarak adanın geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olmuştur. Rum tarafının sözleşmelere mutabık kalmaması ve gerekli adımların atılmaması üzerine adanın kuzeyinde Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve diplomatik desteğiyle KKTC’nin kurulduğu ilan edilmiştir. Bugün gelinen noktada Türkiye, KKTC’yi uluslararası düzeyde resmî olarak tanıyan tek ülkedir. İki ülke arasında bu bakımdan hayati bir bağ bulunmakta olup, KKTC’nin başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda en büyük destekçisi Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Müslümanların Durumu

Nüfusunun tamamına yakını Müslüman Türklerden oluşan KKTC’de, yerli halkın dinî inanç ve yaşantısının Türkiye’den çok farklı olduğu söylenemez. Ancak Kıbrıs’ın eğlence sektörünün cazip bölgelerinden biri hâline gelmesi, adanın genel karakteristiği açısından da önemli bir risk faktörü oluşturmaktadır.

Türkiye’nin tarih boyunca olduğu gibi bugün de Kıbrıs’a büyük önem atfediyor olması, “Yavru Vatan” olarak görülen ülkenin sahiplenilmesi yönünde özel bir çabayı da gerekli kılmaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 2013 yılında Lefkoşa’da yapımına başlanan ve yakın zamanda ibadete açılan Hala Sultan Camii, bu yönde atılan stratejik bir adım olarak okunabilir. Ancak inşa edilen camiyi “Türkiye’nin Osmanlı’dan kalma emperyal niyetlerinin bir yansıması” olarak yorumlayan seküler bir kesimin bu gelişmelerden rahatsızlık duyduğu da görülmektedir.

 Öte yandan Kıbrıs’ta etki gücü başta Avrupa olmak üzere uluslararası alana yayılmış canlı bir tasavvufi hayat da mevcuttur. Bu noktada Nakşibendi tarikatının Hakkani koluna mensup Nazım Kıbrısî (ö. 2014) liderliğindeki Kıbrısîler önemli bir figür olarak öne çıkmaktadır.