Temel Göstergeler
Resmi AdıKaraçay-Çerkes Cumhuriyeti
Yönetim BiçimiRusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi içinde özerk cumhuriyet
Özerklik Tarihi1992
BaşkentÇerkessk (120.000)
Yüzölçümü14.100 km2
Nüfusu465.000 (2018)
Nüfusun Etnik Dağılımı(Yaklaşık verilerle) %40 Karaçay, %30 Rus, %11 Çerkes, %7 Abaza (Abazin), %3 Nogay, %9 diğer
İklimiIlıman iklim hâkimdir.
Coğrafi KonumuKuzey Kafkasya’da yer alan Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin doğusunda Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, batısında Krasnodar Krayı, kuzeyinde Stavropol Krayı, güneyinde ise Gürcistan ve Abhazya bulunur.
KomşularıKabardey-Balkar Cumhuriyeti, Gürcistan, Stavropol Krayı, Krasnodar Krayı, Abhazya
DilRusça, Çerkesçe, Abhazca, Karaçay, Kabardeyce, Nogayca
Din(Yaklaşık veriler) %75 Müslüman, %15 Hristiyan, %10 diğer
Ortalama Yaşam Süresi75,9 yıl
Para BirimiAfgani
Gayrisafi Bölgesel Gelir (GRP)1,4 milyar dolar (2018)
Kişi Başı Milli Gelir2.630 dolar (2018 IMF)
İşsizlik Oranı%16 (2019)
Yoksulluk Oranı%25

Tarihî Arka Plan 

Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir coğrafya olagelmiştir.

16 ve 17. yüzyıllarda Kuzey Kafkasya, bu bölgede hâkimiyet kazanmaya çalışan Osmanlı ile İran Safavi Devleti arasında devam eden mücadeleye sahne olmuştur. Yine 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kuzey Kafkasya siyasi arenasına dâhil olan bir başka güç ise Rusya’dır. Çarlık Rusya ordusunda general olan ve aynı zamanda Kafkas Savaşı adlı kitabın yazarı olan Vasiliy Potto’ya göre, IV. İvan’dan başlayarak hemen hemen bütün Rus çarları, Kafkasya üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır; hatta “Kafkasya hâkimiyeti fikri, Rus tarihinde kalıtsal hâle gelmiştir.” Bununla birlikte, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik dış politikasının temel amacı, 16. yüzyıl sonlarına doğru zaten yeterince zayıflamış olan İran ile askerî-politik bir ittifak kurarak Osmanlı’nın bu bölgedeki varlığına karşı koymak şeklinde gelişmiştir.

Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı istila etmesi kolay olmamış, bu süreç birkaç yüzyıla yayılmıştır. Bu istilaya karşı koymak için İmam Mansur, Gazi Muhammed, Hamzat Bek, Şeyh Şamil gibi liderler önderliğinde birçok defa bir araya gelen Kuzey Kafkasya halkları, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Rus istilalarına direnmiştir. 19. yüzyılla birlikte başlayıp yüzyılın ikinci yarısında (1864) sona eren Kafkas Savaşı neticesinde, yüz binlerce insan Osmanlı’ya sürgün edilmiş ve bölgede asırlar boyu devam eden siyasi, etnik, dinî ve kültürel düzen yıkılmıştır. Kafkas Savaşı’ndan sonra birkaç ayaklanma başlatılmışsa da bunlar Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya’nın idari ve askerî hâkimiyetine girmiştir.

Beyaz ve Kızıl orduların arasında geçen Rus İç Savaşı’ndan (1917-1922) sonra ortaya çıkan kolektifleştirme ve komünist rejim dayatmaları sırasında ise; ulusal aydınların, Müslüman din adamlarının ve varlıklı ailelerin kitlesel imhası başlatılmıştır. Sovyetler Birliği yönetiminin izlediği bu politika, Kuzey Kafkasya’da önce örgütlü ayaklanmalara, daha sonra ise 2. Dünya Savaşı’na kadar mücadelesini sürdürecek olan partizan grupların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Erkek nüfusun neredeyse tamamının cephede bulunduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında, çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Çeçen-İnguş ve Karaçay-Balkar halkları, Orta Asya’ya sürgün edilmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde devlet baskıları azalamaya başlamış ve Nikita Kruşçev’in iktidarda bulunduğu 1957 yılından sonra da söz konusu halkların ana vatanlarına dönmelerine izin verilmiştir.

Entelektüelleri, ilim ve din adamlarını yok eden Sovyet yönetimi, Kafkasya insanını Rus öğretmenler aracığıyla sıradan bir Sovyet vatandaşına dönüştürmeyi planlamıştır. Nitekim 1960’lara gelindiğinde, bu planın başarıya ulaştığı düşünülmüş ve tüm bölge halklarının Sovyet ideallerine sadık birer yurttaş olduğu varsayılmaya başlanmıştır; ancak durumun hiç de göründüğü gibi olmadığı 1980’lerde anlaşılmıştır. Bu tarihlerde Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları ile Sovyet yönetiminin azınlıktaki halklara uyguladığı baskıların ve sansürün hafiflemesi, hatta bazı üye devletlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılmak üzere harekete geçmesi üzerine, Kuzey Kafkasya halkları arasında da ulusal hareketler ortaya çıkmıştır.

Sovyet döneminde, genellikle iktidarda etnik Rus yöneticilerin olduğu Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yapılan ilk gerçek ve rekabetçi seçimlerde, iktidara yerli ulusal hareketlerin temsilcileri gelmiştir. 1990’ların başında, bu cumhuriyetlerde iktidara gelen liderleri iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci kategoride, Sovyet ordusunda görev almakla birlikte ulusal hareketlere dâhil olup siyasete girenler gelmektedir. Çeçenistan’da Cahar Dudayev ve İnguşetya’da Ruslan Auşev bu grup içinde sayılabilir. İkinci gruptakiler ise; yeni dönemde de iktidarda kalmayı başaran ulusal nomenklaturanın temsilcileridir. Bunlar arasında Dağıstan’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Magomedali Magomedov, Kabardey-Balkarya’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Valeriy Kokov, Kuzey Osetya’daki Komünist Parti Bölge Komitesi Birinci Sekreteri Aleksandr Galazov gibi isimler dikkat çekmektedir.

Kuzey Kafkasya kendine yön ararken, aynı sıralarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Moskova’da (Ekim 1993’te) Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve parlamento arasında silahlı bir çatışmaya dönüşecek olan şiddetli bir güç mücadelesi başlamıştır; dolayısıyla da Rusya’nın politik gündeminde böyle bir mesele varken, Kuzey Kafkasya’daki gelişmeler Moskova’nın dikkatini çok fazla çekmemiştir. Bölgede, Sovyet sonrası dönemde Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çoğunun bağımsızlık yerine genişletilmiş özerklik talep etmesi, önemli bir ayrışmaya sebep olmuş ancak bu durum Moskova tarafından bir sorun olarak görülmemiştir. Zira 1990’ların başında, bizzat Yeltsin, “Alabildiğiniz kadar bağımsızlığı alınız” demiştir. Ne var ki Çeçenistan’ın özerklik değil tam bağımsızlık arayışında olması, Moskova’yı fazlasıyla rahatsız etmiş ve 1994’te Rusya-Çeçenistan Savaşı başlamıştır. O zamana kadar genellikle Rusya’nın ikincil gündem maddelerinden olan tüm Kuzey Kafkasya bölgesi, bir anda ülkenin en önemli meselesi hâline dönüşmüştür. 1999 yılında İkinci Çeçenistan-Rusya Savaşı başladığında, çatışmanın etkileri bölgesel sınırları aşmış ve süreç, bütün Rusya’nın etkilendiği bir gerilim yumağına dönüşmüştür.

2000 yılında iktidara gelen Vladimir Putin’in Rusya’yı hızla “üniterleştirme”sinin Kuzey Kafkasya üzerindeki en büyük etkisi ise, özerk cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi uygulamasının kaldırılması olmuştur. Sonrasında bölgede askerî varlığını ve siyasi ağırlığını yeniden hissettiren Moskova yönetimi, 2009 yılında Çeçen savaşının resmen bittiği tarihe kadar, tüm bölgede kontrolü ele almıştır. Putin’in Nisan 2013’te, Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerin parlamentolarına doğrudan seçimleri kaldırma hakkı veren yasayı imzalaması sonucunda, Kuzey Kafkasya’daki yedi cumhuriyetten altısı bu uygulamaya geçmiştir. Günümüzde bölgede sadece Çeçenistan’da cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmektedir.

Yeltsin döneminde Kremlin’in Kuzey Kafkasya’daki sorunlara yaklaşımının temelinde, burada yükselen bağımsızlık taleplerinin domino etkisi yaratarak Rusya’nın da Sovyetler Birliği ile aynı kaderi paylaşacağı korkusu yer alırken, Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikasında hızlı bir değişim yaşanmıştır. Putin’in Kuzey Kafkasya politikası iki bileşenden oluşmaktadır: Güvenlik sorununu çözmek (ayrılıkçı grupları yok etmek) ve Moskova’dan Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine doğru sübvansiyon akışını sağlayarak buradaki yerli elit sınıfı kontrol altında tutmak.

1820’lerin sonlarından itibaren Çarlık Rusya’nın kontrolü altına giren bölgede, halk 1864’teki büyük sürgünle Osmanlı coğrafyasına sürülmüş, 1880’lere kadar yüz binlerce insan -kimi araştırmalara göre toplamda 1 milyondan fazla- vatanlarından kopartılmıştır. Sürgünler esnasında on binlercesi de hayatını kaybetmiştir. Sürgün edilen insanların büyük bir kısmı Anadolu topraklarına gelmiş, diğer kısmı ise başta Suriye olmak üzere Ortadoğu coğrafyasına dağılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin kurulmasının ardından, 1922’de bölgeye Karaçay-Çerkes Özerk Oblastı statüsü verilmiştir. Bölge 1926’da Karaçay Özerk Oblastı ve Çerkes Ulusal Okrugu olarak ikiye ayrılırken, 1928’de Çerkes bölgesinin statüsü de oblasta çevrilmiştir. Karaçaylar 1943 yılında diğer Kafkas halkları gibi Stalin yönetimince Kazakistan’a sürülmüş, yerleşim yerleri Gürcistan’a verilerek bölgeye Svanlar yerleştirilmiştir. Kruşçev yönetiminde destalinizasyon politikaları çerçevesinde sürgün edilen halkların yurtlarına geri dönmelerine izin verilmesiyle Karaçaylar da 1957’de Orta Asya’daki sürgün yerlerinden ayrılarak Kafkasya’ya geri dönmüşlerdir. Böylece Karaçay-Çerkes Özerk Oblastı yeniden tesis edilmiştir. Bölge Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya Federasyonu’nda Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti olarak varlığını sürdürmektedir.

Siyasi ve Etnik Yapı

Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi’nin bir parçası olan Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti (Karaçay-Çerkesya), 14.100 kilometrekarelik yüzölçümü ve 465.000 kişilik nüfusu ile görece küçük cumhuriyetlerden biridir. Cumhuriyet nüfusunun %57’si kırsal bölgelerde, %43’ü de kentlerde yaşamaktadır.

Kuzey Kafkasya’daki diğer cumhuriyetler gibi Karaçay-Çerkesya da çok etnikli bir yapıya sahiptir. Cumhuriyette 80’den fazla etnik grup yaşamaktadır. Yaklaşık rakamlarla belirtmek gerekirse, nüfusun %40’ı Karaçay, %30’u Rus, %11’i Çerkes, %7’si Abaza (Abazin) ve %3’ü Nogaylardan oluşmaktadır. Bunların dışında bölgede yaşayan diğer halkların oranları %1’e dahi ulaşmamaktadır. Bu yönüyle Karaçay-Çerkesya’daki etnik problemler, akraba halkların yaşaması ve benzer siyasi süreçler nedeniyle Kabardey-Balkar bölgesinde yaşanan sorunlara çok benzemektedir.

Sovyet sonrası dönemde Karaçay-Çerkesya’da kendini belli etmeye başlayan etnik problemler, politik ve ekonomik süreçlere yön veren bir olgu olarak “etnik seferberlik” şeklinde tanımlanabilir. Faaliyetlerini, “temsil ettikleri etnik grupların ulusal çıkarları için mücadele” olarak tanımlayan siyasi ve toplumsal aktörler, söz konusu etnik gruplar için acil olarak çözülmesi gereken sorunların bir listesini çıkartarak çözüm taleplerini dillendirmektedir. Oldukça uzun olan listenin özeti şöyledir: Ulusal dillerin canlandırılması, manevi yenilenme, bu coğrafyada yaşayan halklar için önemli olan tarihî olayların (Kafkas Savaşı, sürgünler vb.) yeniden değerlendirilmesi ve “Çerkes sorunu” gibi meselelere çözüm bulunması vd.

Ancak söz konusu sorunların en öne çıkanı, diğer cumhuriyetlerin de ortak sorunu olan “etnik grupların yönetimde temsil edilme” sorunudur. Cumhuriyet yönetimindeki üst düzey makamların dağılımında “milliyet” faktörünün dikkate alınması, Sovyet döneminden kalan bir uygulamadır. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren yaşanan siyasi dönüşümler daha önceki mevcut sistemi tamamen ortadan kaldırmıştır. Ayrıca hem birçok etnik grubun küçük bir coğrafyada yaşıyor olması hem de hangi etnik grupların cumhuriyet yönetimde temsil edilmesi gerektiği meselesi, Karaçay-Çerkesya’da en çok tartışılan konular hâline gelmiştir.

Pek çok siyasi krize sebep olan bu durumun en çarpıcı örneği, Sovyet sonrası dönemde yapılan ilk seçimler sırasında (1999) cumhurbaşkanlığı görevi için Karaçay ve Çerkes seçkinleri arasında ortaya çıkan ve uzun süre devam eden bir siyasi krize yol açan mücadeledir. Bu mücadelenin en önemli sonucu, Karaçay-Çerkesya üst düzey yönetiminde zımni bir kota sisteminin ortaya çıkması olmuştur. Bu kota uygulamasına göre, cumhurbaşkanı etnik Karaçay, başbakan Çerkes, halk meclisi (parlamento) başkanı ise Rus olmalıdır. Böylece Karaçay-Çerkesya’da “cumhuriyeti oluşturan beş unsur arasında siyasi dengeyi sağlayan gayriresmî bir etnik temsil sistemine” dayalı bir yönetim modeli oluşturulmuştur.

2008-2018 yıllarında söz konusu sistemde yaşanan sapmalar, Karaçay-Çerkesya toplumunda çok büyük tartışmalara yol açmıştır. 2008’de, “Çerkeslere ait” kabul edilen başbakanlık görevine etnik bir Rus’un atanmasıyla birlikte, cumhuriyette siyasi bir kriz patlak vermiştir. Esas olarak bu kriz, cumhurbaşkanı olan Boris Ebzeyev’in daha sonra (2011) verdiği istifasının temel nedeni olmuştur. Ebzeyev’in halefi olan Raşid Temrezov “hükümet kontrolünü bir anlamda Çerkeslere iade etmiş olsa da 2018 baharında aldığı başka bir kararla yeni tartışmalara sebep olmuştur. Temrezov’un uzun yıllar boyunca Karaçayların kontrolündeki cumhurbaşkanlığı idaresinin başına etnik bir Abaza’yı ataması, Karaçay ulusal hareketi liderleri tarafından etnik kota sisteminin ağır ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Karaçay Halk Kongresi, düzenlediği olağanüstü toplantıda Temrezov’a güvensizlik oyu vermiş ve görevine son verilmesi talebiyle Rusya Devlet Başkanı’na bir mektup göndermiştir; ancak Kremlin, o tarihten bu yana Karaçay-Çerkesya’daki siyasi krize doğrudan müdahale etmeme eğilimini korumaktadır. Günümüzde, yönetimde etnik dengenin sağlanması sorunu, hâlen sıcaklığını korumakta ve cumhuriyet sınırları içinde yaşayan halklar arasında ciddi bir gerilim potansiyeli olmayı sürdürmektedir.

Karaçay-Çerkesya toplumu için önemli olan meselelerden bir diğeri, sürgün edilen halkların haklarının iade edilmesi konusudur. Sovyet döneminde bu bölgeden sürgün edilenler Karaçaylardır. Sovyet sonrası dönemde, söz konusu halklara hak ve itibarlarının iade edilmesi, devlet politikasının en önemli amaçlarından biri olmuştur. Bu sürecin temelleri, Sovyet devleti tarafından bu halklara verilen zararı telafi etmek üzere tasarlanan; siyasi, ekonomik ve sosyokültürel alanlarda çok çeşitli hakları öngören 26 Nisan 1991 tarihli “Sürgün Edilen Halkların Rehabilitasyonu Üzerine Kanunu” (RSFSC) ile belirlenmiştir; ancak asıl zorluk, “sınırları değişmeden önce var olan toprak bütünlüğünün geri kazandırılması ve önceden var olan cumhuriyetlerin geri kurulması ve devletin sebep olduğu zararın tazmin edilmesi” gibi unsurları içeren yasanın 3. maddesinin uygulanmasında yaşanmaktadır.

Söz konusu kanunda yer alan konular, bir taraftan demokrasi ruhu ve sosyal adalet fikrini savunurken, diğer taraftan da ileride büyük krizlere yol açabilecek bir potansiyeli barındırmaktadır. Uzmanlara göre, sürgün edilen halkların haklarının iade edilmesiyle ilgili kanundaki hükümler, “sürgün edilen halklar sınır dışı edildikten sonra bölgede meydana gelen idari değişiklikler hesaba katılmadan düzenlediğinden” pratikte uygulanamamıştır. Bu bağlamda, toprak sorununun bu yasada öngörüldüğü şekilde çözülmesi, her şeyden önce Kuzey Kafkasya’daki tüm federe birimlerin sınırlarının yeniden çizilmesini gerektirmektedir. Bu uygulama da kaçınılmaz olarak bölgedeki halklar arasında toprak anlaşmazlıklarının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Yasanın hemen her etnik grubun kendi kaderini tayin etme hakkını ilan ettiği ve sayısız etnik hareketin ortaya çıktığı bir ortamda kabul edilmiş olduğu gerçeği göz önüne alındığında, yasada öngörülen sınır değişikliklerinin hayata geçirilmesinin bölgedeki sosyopolitik durumu ağırlaştırması kaçınılmazdır.

1991-1992’de, söz konusu yasanın 3. maddesini hayata geçirme çalışmaları sonucunda, Rusya Federasyonu içindeki çok etnikli özerk cumhuriyetler daha küçük birimlere parçalanma eşiğine gelmiştir. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda, 1991’de Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti parçalanarak yerine beş cumhuriyetin (Karaçay, Çerkes, Abaza, Batalpaşin ve Zelençuk-Urup cumhuriyetleri) kurulduğu ilan edilmiş; ancak bu proje pratikte uygulanamamıştır. Toprak anlaşmazlıklarının artması üzerine bu “toprak rehabilitasyonu” uygulamasına bir devlet moratoryumu ile son verilmiştir. Cumhuriyeti bölme fikrinin pratikte mümkün olmadığının anlaşılması ve planın geçici de olsa rafa kaldırılması, bir tarafta bölgenin toprak bütünlüğünü sağlarken diğer tarafta sürgün edilen halkların rehabilitasyonunun yarım kalmasından dolayı toplumsal memnuniyetsizliğe yol açmıştır. Bu sebeplerle Kuzey Kafkasya’daki diğer cumhuriyetlerle kıyaslandığında Karaçay-Çerkesya daha istikrarlı görünse de etnik yapısı çok daha hassas bir zemin üzerine kuruludur.

Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyeti’ndeki bir diğer mesele de yerel yönetim reformunun uygulanması konusudur. Aslında Rusya yönetiminin büyük önem verdiği bu reform paketi, Karaçay-Çerkesya’da küçük bir arazi meselesine takılıp kalmıştır. Şöyle ki, 2000’lerin başında “Yerel Yönetim Reformu Hakkında” başlıklı Federal Yasa’nın uygulamaya konulmasıyla Abaza köyü olan Kubina ile Ust-Cegutin bölgesi arasındaki sınırların belirlenmesi gerekmiştir. Tartışmanın merkezinde ise Yujnıy sera kompleksinin nereye dâhil edileceği sorunu vardır. Sonuç olarak söz konusu tesisin toprakları Kubina köyünün sınırlarına dâhil edilmemiş ve köy, tesisin vergi gelirlerinden mahrum kalmıştır. İlk başta bu tür ekonomik argümanlarla başlayan tartışma, Abazaların “etnik sınırları”nın neresi olduğu yönündeki daha önemli meselelerle birleşince hızla etnopolitik bir gerilime dönüşmüştür. Anlaşmazlık, 2005 yılında Karaçay-Çerkesya’nın idari yapısında küçük bir değişiklikle çözülebilmiştir. Buna göre, Karaçay-Çerkesya haritasında Abazin adıyla yeni bir ilçe ortaya çıkmıştır. Bu çözüm, kendi “ulusal” bölgelerini kurmak isteyen Nogaylar tarafından da kabul görmüş ve 2006 yılı sonunda yapılan referandumda Nogay kırsal yerleşimlerindeki seçmenlerin %90’ından fazlasının “Evet” oyu verdiği seçimler sonucu, Karaçay-Çerkesya Halk Meclisi’nin aldığı kararla Nogay ilçesi kurulmuştur.

Sonuç olarak, yukarıda ele alınan toplumsal ve siyasi sorunlar günümüzde de Karaçay-Çerkes toplumunun gündemini meşgul etmektedir. Ayrıca söz konusu sorunları çözme amaçlı yapılan girişimlerin, çoğu zaman bölgedeki sosyopolitik ortamı ve halklar arasındaki ilişkileri olumsuz etkilediği de belirtilmelidir. Örneğin yerli halkların yönetimde temsili sorununu çözme amaçlı atılan adımlar, katı bir “kota” sisteminin ortaya çıkmasına ve belli başlı etnik grupların bir dizi önemli bürokratik görevde tekelleşmesine yol açmıştır. Aynı şekilde, sürgün edilen halkların haklarının iadesinde karşılaşılan sorunlar, özellikle toprak meselesi, cumhuriyeti bölünme eşiğine getirmiştir. Bölgesel bölünmenin önü her ne kadar devlet tarafından kapatılmış olsa da rehabilitasyon sürecinin tamamlanmamış olması, insanlardaki tepkiyi kalıcı bir öfkeye dönüştürmüş durumdadır.

Ekonomik Yapı

Karaçay-Çerkesya, ekonomik olarak Rusya’da en alt sıralarda yer alan bölgelerden biridir. Bu bağlamda kişi başına düşen ortalama gelire göre Karaçay-Çerkesya, Rusya’daki toplam 85 federe birim arasında 82. sırada bulunmaktadır. Nüfusunun %25’i yoksulluk sınırı altında olan cumhuriyetteki işsizlik oranı ise %16’dır. Karaçay-Çerkesya, işsizlik oranına göre Rusya’daki federe birimler arasında 83. sırada yer almaktadır.

Karaçay-Çerkesya’da hayvancılık (koyun ve sığır) ve tarım, ekonominin ana öğelerini oluşturmaktadır ve bu sektörlerin bölgesel GSYİH’deki payı %23’tür. Bununla birlikte GSYİH’nın önemli bir kısmı sırasıyla imalat sanayi (%21), toptan ve perakende ticaret (%15) ve inşaat (%5) sektörlerinden sağlanmaktadır.

Dinî Yapı ve Müslümanların Durumu

Kuzey Kafkasya halklarının İslamlaşması 7. yüzyılda Arap fetihleri ile başlamıştır. Aslında İslam’ın bütün bölgeye yayılması yaklaşık olarak 1.000 yıl sürmüştür. İlk aşamada, güney Dağıstan’a ulaşan İslam, buradan da bölgenin batısına doğru yayılmıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde Kuzey Kafkasya’nın doğusu tamamen İslamlaşmıştır. Ancak günümüzde bölgede yaşayan Müslüman halkların (özellikle Kuzey Kafkasya’nın batısındaki halkların) İslam öncesi inançlarından vazgeçmesi (17-19. yüzyıl arasında) uzun zaman almıştır. Arap davetçi ve fetihçiler üzerinden Dağıstan’a ulaşan İslam, Kuzey Kafkasya’nın doğu bölgelerinde yerli davetçiler eliyle, batısında ise daha çok Osmanlı Devleti’nin etkisiyle yayılmıştır. Bugün genel olarak Kuzey Kafkasya’nın batısında Hanefi, doğusunda ise Şafi mezheplerinin yaygın olmasının sebebi, bu tarihsel olgu ile ilgilidir.

Günümüzde Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde dinî inançlara ilişkin kesin bir veri yoktur. 2012’de 50.000’den fazla insanın katılımı ile gerçekleştirilen bir ankete göre, nüfusun %64’ü Müslüman olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte katılımcıların bir kısmı inancını belirtmemiş, bir kısmı ise bir dine inandığını ancak dindar olmadığını ifade etmiştir. Bu verilerden hareketle ülkedeki Müslümanların sayısının %70-75 civarında olduğu tahmin edilmektedir, Hristiyanların oranı ise %15 civarındadır.