Temel Göstergeler
Resmi AdıJaponya
Yönetim BiçimiParlamenter anayasal monarşi
Bağımsızlık TarihiMÖ 11 Şubat 660 (Ulusal kuruluş) / 3 Mayıs 1947 (Mevcut anayasanın kabulü)
BaşkentTokyo (38 milyon)
Yüzölçümü377.899 km2
Nüfusu126 milyon (2019)
Nüfusun Etnik Dağılımı%98 Japon, %0,5 Çinli, %0,5 Koreli, %1 diğer
İklimiKuzey kesimlerde yazlar sıcak ve kısa, kışlar uzun ve oldukça soğuk geçmektedir. Orta kesimlerde sıcaklıklar daha yüksekken, güney kesimlerde tropikal iklim hâkimdir. Ülke genelinde yağış ve nem yüksektir.
Coğrafi KonumuDoğu Asya’da yer alan Japonya bir adalar ülkesi olup Japon Denizi ile Kuzey Pasifik Okyanusu arasında bulunmaktadır.
KomşularıBir adalar devleti olan Japonya’nın hiçbir ülke ile kara sınırı yoktur. Kıyı şeridi toplamda 29.751 km’dir.
DilJaponca
Din%86 Şintoizm/Budizm, %7 inancını belirtmeyenler, %7 diğer
Ortalama Yaşam Süresi85,5 yıl (2018)
Okuma-Yazma Oranı%99 (2018)
Para BirimiJapon Yeni
Millî Gelir5,154.475 trilyon dolar (2019 IMF tahmini)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir39.306 dolar (2018 IMF)
İşsizlik Oranı%2,9 (2017)
Enflasyon Oranı%0,5 (2017)
Reel Büyüme Hızı%0,8 (2018)
Yoksulluk Oranı%16,1 (2013)
İhracat ÜrünleriBinek otomobiller, kara yolu taşıtları için yedek parça, elektronik entegre devreler, gemi, elektronik cihaz ve aletler, baskı makineleri, iş makineleri, petrol yağları, nakliye araçları, diyodlar, altın
İthalat ÜrünleriHam petrol, petrol yağ ve gazları, telefon cihazları, taş kömürü, elektronik entegre devreler, bilgisayar, ilaç, binek otomobiller, demir
Başlıca Ticaret OrtaklarıÇin, ABD, Avustralya, Güney Kore, Suudi Arabistan, Tayvan, Almanya, Tayland, Hong Kong

Ülke Tarihi

Japonya topraklarındaki ilk insan izleri MÖ 30.000’li yıllara kadar uzanmaktadır. İlk yerleşimciler Kuzey Asya’dan gelen halklardır. Japonya tarihinin MÖ 8.000’den başlayarak MÖ 3. yüzyıla kadar uzanan yaklaşık 8.000 yıllık dönemi, “Jomon kültürü dönemi” olarak isimlendirilmektedir. Bu dönemde yerli halk genel olarak avcılık, balıkçılık ve toplayıcılıkla uğraşmıştır. Takip eden altı asırlık süreç ise “Yayoi kültürü dönemi” olarak anılmaktadır. Ülkenin ilk kurucu imparatoru, yarı mitolojik bir karakter olan Jimmu Tenno’dur. Jimmu’nun tahta oturduğuna inanılan MÖ 11 Şubat 660 tarihi, Japonya’nın millî kuruluş günü olarak kabul edilmektedir. Jimmu Tenno’nun kurduğu feodal sistem, MÖ 97 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Yayoi döneminin sonlarında güneyde kurulan Yamato Devleti ise 710 yılına kadar etkili olmuştur.

6. yüzyıldan itibaren Kore ve Çin üzerinden gelen Budizm etkisi ülkede güçlü biçimde hissedilmiştir. Budizm ilk olarak 538 yılında Kore’den Japonya’ya girmiş, bu gelişme Japonya tarihi açısından önemli kırılmalardan biri olmuştur. Zira bu dönemde imparator aileleri Budizm’e büyük yakınlık duymuş, asilzade sınıfı ise geleneksel inanç olan Şintoizm’e bağlı kalmıştır.

8. asrın neredeyse tamamına yakınını kapsayan ve adını başkent yapılan şehirden alan Nara dönemi, Japon kültürünün temellerinin atıldığı kritik bir dönem olmuştur. 794 yılında başkentin bugünkü Kyoto şehri olan Heian’a taşınması ile 12. yüzyılın sonlarına kadar sürecek olan Heian dönemi başlamıştır. Sanat, edebiyat ve yüksek kültürün öne çıktığı bu dönemde oluşturulan naiplik kurumu ile imparatorların yetkilerini büyük oranda Fujivara ailesi temsil etmiştir. Bu süreçte giderek gelişen ve güçlenen samuray sınıfı, 19. yüzyıl ortalarına kadar devam edecek olan derebeyliği sisteminin asli unsurlarından olmuştur.

1185 yılında kurulan Kamakura Şogunluğu ile birlikte Heian dönemi son bulmuş ve imparatorluğun yetkilerini kullanan “şogun” sınıfının öne çıktığı dönem başlamıştır. 1274 ve 1281 yıllarında Moğol saldırılarına da muhatap olan Kamakura Şogunluğu, 1333 yılında yıkılınca, imparatorun kontrolündeki birkaç yıllık aranın ardından, 1336’da, yaklaşık iki buçuk asır sürecek olan Muromachi dönemi başlamıştır. Bu dönemde Kamakura’dan sonraki ikinci şogunluk olan Aşikaga Şogunluğu hüküm sürmüştür. 1573’e kadar süren bu dönemin ardından 1573-1603 yılları arasında Azuchi-Momoyama dönemi yaşanmıştır. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önce Portekiz, ardından Hollanda, İspanya ve İngiltere’nin Japonya topraklarına olan ilgisi artmaya başlamış, aynı dönemde Japonlar da Çin, Kore ve Pasifik coğrafyasına seferler düzenlemiştir.

1603 yılında başlayan Edo dönemi, ismini Tokyo’nun o günkü adı olan Edo’dan almaktadır. Bu dönemde de üçüncü şogunluk olan Tokugawa Şogunluğu hüküm sürmüştür. Yaklaşık iki buçuk asır devam eden Edo dönemi, halkın ağır hayat şartları ve vergi yükleri altında ezildiği, yönetimin yaklaşık 300 derebeyi tarafından paylaşıldığı bir dönemdir. Avrupa devletlerinin bölgeye gelmesi sonrası misyonerlik faaliyetleri ile yaklaşık yarım milyon Japon’un Hristiyanlaştırılmasından sonra, Hristiyanlığın yayılmasına karşı önlemler alınmış ve bu dönem Japonya’nın kendini dış dünyaya kapattığı bir dönem olmuştur.

19. yüzyılın ortalarında şogunluk sistemi giderek zayıflamaya başlamış, dış dünyaya açılım noktasında önemli adımlar atılmış; ABD, Rusya ve Avrupa devletleriyle anlaşmalar imzalanmıştır. 1867 yılında Tokugawa Şogunluğu son bulmuş ve böylece yaklaşık sekiz asır devam eden derebeylik sistemi de nihayete ermiş; imparator, yeniden devlet yönetiminin hâkim gücü olmuştur. 1868 yılında tahta çıkan İmparator Meiji, Japon modernleşmesinin öncüsü olmuş, “Meiji Restorasyonu” olarak bilinen politika ve uygulamalarıyla Japonya’yı dünyanın en önemli devletleri arasına sokmayı başarmıştır. Bu dönemde samuraylık son bulurken, derebeylerinin halktan aldığı vergiler devlete aktarılmaya başlanmış, teknik gelişmelerle kalkınma hızlandırılmış, okul ve eğitim sistemi yenilenmiştir.

19. yüzyılın sonlarından itibaren Japonya büyük savaşlar dönemine girmiş, 1894-1895 yıllarında Çin ve 1904-1905’te Rusya ile yapılan savaşlarda kazanılan zaferler, ardından 1. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin yanında yer alarak Çin’e karşı elde edilen kazanımlarla ülke gücünü daha da arttırmış, Tayvan ve Kore’nin büyük bölümü ele geçirilmiştir. Meiji döneminin başlarında 35 milyon olan Japonya nüfusu, 1935’lerde 70 milyona yükselmiştir.

1937 yılında başlayan İkinci Çin-Japon Savaşı, 2. Dünya Savaşı boyunca devam etmiş, Almanya ve İtalya’nın yanında savaşa giren Japonya, aynı zamanda Malezya, Endonezya, Filipinler, Myanmar, Singapur ve Papua Yeni Gine’yi de işgal etmiştir. 1941 yılında ABD ve İngiltere’ye savaş ilanıyla başlayan Pasifik Savaşı, 5 Ağustos 1945’te Hiroşima ve 8 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan atom bombalarının ardından Japonya’nın yenilgiyi kabul etmesiyle son bulmuştur. Savaş, ülkede milyonlarca kişinin ölümüne, ülkenin büyük oranda tahrip olmasına, altyapı hizmetlerinin ve ekonominin çökmesine yol açmıştır. Savaştan sonra imparatorun yetkileri sınırlandırılmış ve ülke 1952’ye kadar müttefik kuvvetlerin kontrolünde kalmıştır. 1952’de Birleşmiş Milletler’e üye olan Japonya, yüzyılın ikinci yarısında müthiş bir büyüme ve kalkınma süreci geçirerek siyasal, ekonomik ve bilimsel alanda dünyanın en güçlü ülkeleri arasına girmeyi başarmıştır.

Siyasi Yapı

Japonya 1947 yılında kabul edilen anayasa ile parlamenter sistemi kabul etmiş anayasal bir monarşidir. Devlet başkanı olan imparator, temsil makamı olup icra ile ilgili yetkiler parlamento ve hükümete aittir. İmparator devletin sembolü ve halkın birliğinin teminatı olarak görülmekte, aynı zamanda geleneksel olarak Şinto dininin de en yüksek temsilcisi kabul edilmektedir. 1989-2019 yılları arasında 30 yıl imparator olarak hüküm süren Akihito sağlık sorunlarını gerekçe göstererek imparatorluğu oğlu Naruhito’ya bırakmıştır. 1 Mayıs 2019 tarihinde Japonya’nın 126. imparatoru olan Naruhito, 22 Ekim 2019’da taç giymiştir.

Yasama organı 465 üyeli temsilciler meclisi ve 242 sandalyeli senatodan oluşan ulusal meclistir (diet). Temsilciler meclisi üyeleri ülke çapında gerçekleştirilen genel seçimlerle göreve gelmekte, üyelerin 289’u basit çoğunluğa göre, 176’sı ise orantılı temsil ile parti oylarına göre belirlenmektedir. Senato üyeleri altı yıl için göreve gelirken, meclisin yarısı her üç yılda bir yenilenmektedir.

Yürütme organı başbakanın liderliğindeki hükümettir. Hükümeti kurma göreve seçimlerde en fazla oyu alan partinin liderine verilmektedir. Başbakanlık görevini Aralık 2012’den bu yana Shinzo Abe yürütmektedir. 2012 seçimleri sonrasında göreve gelen Abe, 2014 ve 2017 seçimlerinden de zaferle ayrılmış, Ekim 2017’deki son seçimlerde Abe’nin partisi %33,2’lik oy oranı ile temsilciler meclisinde 284 üyelik kazanmıştır. Bir sonraki seçimlerin 2021 yılında gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Ülke idari açıdan 47 bölgeye ayrılmıştır.

2. Dünya Savaşı sonrasında hızlı bir kalkınma sürecine giren Japonya, bölgesel ve küresel iş birlikleri ile siyasi ve ekonomik alanda dünyanın önde gelen devletlerinden biri olmayı başarmıştır. ASEAN, APEC, G-7 gibi küresel ve bölgesel birliklerin etkin üyelerinden olan Japonya, savaşın ardından ABD ile askerî, ticari ve siyasi alanda tesis ettiği güçlü ilişkileri hâlen devam ettirmektedir.

Ekonomik Durum

Japonya, büyük bir yenilgi ile çıktığı 2. Dünya Savaşı’nın ardından hızlı bir toparlanma ve kalkınma sürecine girmiş ve geride kalan yaklaşık 75 yıllık süreçte dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri hâline gelmeyi başarmıştır. Ekonomik büyüme 1960’larda %10, 1970 ve 1980’li yıllarda %5 civarında gerçekleşmiştir. Bugün 5 trilyon doları aşan gayrisafi yurt içi hasılası ile ABD ve Çin’in ardından dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Japonya’da, son yıllarda büyüme hızı yavaşlamış, buna bağlı olarak kamu borçları ve bütçe açıkları artmıştır. Enflasyon ve işsizliğin oldukça düşük seviyelerde olduğu Japonya’da, yoksulluk oranı %15’in üzerindedir. Yaşanan dar boğazı aşmak adına hükümet esnek mali politikalar ve yapısal reformlar yürütmektedir.

Hizmet sektörü ekonominin dörtte üçünü karşılamaktadır. Teknoloji alanında dünyanın en önemli ülkelerinden biri olan Japonya, motorlu taşıt, elektronik eşya ve bilgisayar gibi alanları domine etmektedir. İstihdam ve millî gelirdeki payı %325-30 aralığında seyreden sanayi sektöründe öne çıkan sahalarsa; makine, yan sanayi, imalat, metal, gemi, kimya, tekstil ve gıda işlemedir.

Ülke topraklarının üçte ikisi ormanlık alan olduğu için ormancılık ve buna bağlı endüstriyel faaliyetler oldukça gelişmiştir. Bununla birlikte tarıma elverişli arazilerin oranı %15 civarındadır. Yetiştirilen en önemli ürün olan pirinç dışında öne çıkan diğer ürünler sebze-meyveler, çiçek çeşitleri, patates, çay ve şeker kamışıdır. Bir adalar ülkesi olması Japonya’ya balıkçılık ve deniz ürünleri faaliyetlerinde de avantaj sağlamaktadır. Bu alandaki üretimiyle Japonya dünyanın zirvesinde yer almaktadır.

Ekonomik gelişimin büyük oranda ihracata bağlı olduğu ülkede, 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik krizin ardından taleplerin düşmesi ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Dış ticaret hacmi 2018 yılında 718 milyar doları ihracat, 748 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 1,46 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlarla Japonya hem ihracat hem ithalat hem de toplam hacim bakımından ABD, Çin ve Almanya’nın ardından dünyada dördüncü sırada yer almaktadır. Japonya’nın en önemli dış ticaret ortağı, ithalatın %25’ini, ihracatın %19’unu karşılayan Çin’dir. Yine ihracatta %19, ithalatta %11’lik payı ile ABD de Çin’le birlikte diğer ana partnerdir.

Doğal kaynaklar bakımından yetersiz oluşu, enerji ve ham madde konusunda ülkeyi dışa bağımlı hâle getirmektedir. 2011’deki deprem ve tsunami felaketlerinin ardından nükleer santrallerin kapatılmasıyla ülkenin fosil yakıtlara olan ihtiyacı daha da artmıştır. Ülkede çıkarılan başlıca madenler altın, gümüş ve magnezyumdur.

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye ile Japonya arasında dostluk temeline dayalı olumlu ilişkiler bulunmaktadır. 1890 yılında Sultan II. Abdülhamid’in Japonya ile ilişkilerimizi güçlendirmek amacıyla gönderdiği Ertuğrul firkateyninin dönüş yolunda batması ve bu elim hadise sonrasında gelişen olaylar, Türk ve Japon halkları arasındaki yakınlaşmanın duygusal arka planını oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından diplomatik ilişkiler 1924 yılında tesis edilmiş Tokyo Büyükelçiliğimiz 1929 yılında hizmete açılmıştır. Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği dışında İstanbul’da bir başkonsolosluğu bulunmaktadır. Son yıllarda bürokratik ilişkilerde önemli bir ivme yakalanmış, bunun bir yansıması olarak da ilişkiler 2013 yılında stratejik ortaklık seviyesine yükseltilmiştir. 2003 yılı Japonya’da “Türkiye Yılı”, 2010 yılı Türkiye’de “Japonya Yılı” ilan edilmiş, yine 2019 yılı Japonya’da “Türk Kültür Yılı” olarak kabul edilmiştir.

İki ülke arasındaki ticari ilişkiler son yıllarda dengeli bir seyir izlemekle birlikte, her iki ülkenin ticari potansiyelleri dikkate alındığında ilişkilerin olması gerekenin altında olduğu görülmektedir. Karşılıklı ticaret hacmi 2018 yılında 479 milyon doları Türkiye’den Japonya’ya ihracat, 4,124 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 4,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye aleyhine her yıl yüksek miktar ve oranda gerçekleşen ithalat-ihracat farkı da ticari ilişkilerdeki bir başka olumsuz göstergedir. Türkiye’den Japonya’ya ihraç edilen başlıca ürünler; kara yolu taşıtları için yedek parça, balık, makarna, çinko cevheri, ferro alyajlar, domates, taze ve kurutulmuş meyve, halı ve tabii borattır. Japonya’dan ithal edilen başlıca ürünlerse; kara yolu taşıtları için yedek parça ve aksesuar, iş makineleri, motor, binek otomobiller, elektrik akümülatör ve transformatörleri, baskı makineleri ve sıvı/hava pompalarıdır.

Müslümanların Durumu

Japonya ile İslamiyet’in ilk temasının bölgeye gelen Arap ve Çinli Müslüman tüccarlar aracılığıyla 14. yüzyıldan itibaren var olduğu tahmin edilmekle birlikte, bu ilişki oldukça sınırlı düzeyde kalmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında önce bir siyer eserinin Japoncaya çevrilmesi, ardından Osmanlı Devleti ile kurulan münasebetler ve 1. Dünya Savaşı sonrasında bölgeye göç eden Müslüman Tatarlar aracılığıyla İslamiyet’e olan ilgi artmıştır. Özellikle Ertuğrul firkateyninin batması sonrasında kurtulanlarla birlikte İstanbul’a gelen ve burada Müslüman olan Torajino Yamada ve Şotara Noda adlı iki kişi, hem Türk Japon ilişkilerinin güçlenmesine hem de Japon toplumunun İslamiyet’e olan ilgisinin artmasına önemli katkı sağlamıştır.

Ülkedeki Müslümanlar 1928 yılında ilk teşkilatlanma çalışmalarına başlamış, 1930 yılında kurulan matbaada dinî eserler neşredilmiş, 1935 yılında da Kobe’de ilk cami ibadete açılmıştır. Öte yandan önce 2. Dünya Savaşı sırasında, ardından petrolün dünya ekonomisinde belirleyici rol oynamaya başladığı 1970’lerin ilk yarısında, Japon devleti stratejik bir hamle olarak İslamiyet’e yönelik olumlu adımlar atmıştır. Devlet destekli bu pragmatik ilişki biçimi ülkede İslamiyet’e olan ilgiyi arttırmış olsa da bu süreç sağlıklı ve kalıcı bir ilişkiye dönüşmemiştir.

20. yüzyılın ikinci yarısında çalışmak amacıyla Japonya’ya giden Türk, Arap, İranlı, Afgan ve Pakistanlılarla birlikte ülkedeki Müslümanların sayısı artmıştır. Günümüzde Japonya’da yaşayan Müslümanların sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu sayının 150.000 ila 200.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ülkedeki en kalabalık Müslüman unsurlar Endonezyalılar, Hindistanlılar, Pakistanlılar, Bangladeşliler ve İranlılardır. Müslüman Japonların sayısı ise 15.000 civarındadır. Ülkede ibadete açık yaklaşık 50 cami ve Müslümanlara yönelik faaliyet gösteren 14 sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Bununla birlikte ülkede İslami eğitim veren özel bir eğitim kurumu yoktur.

Ülke Müslümanlarının en fazla sıkıntı yaşadığı alan çalışma hayatıdır. İşverenlerin, zaman ve verimlilik kaybına sebebiyet verdiği gerekçesiyle çalışanlara ibadet için müsaade etmemesi, Müslümanları iş hayatında oldukça güç duruma düşürmektedir. İşverenler bu yaklaşımlarının İslam karşıtlığından kaynaklanmadığını, bunun çalışma hayatının gerekliliği olduğunu savunmaktadır. Ülkede, çalışanların bu konuda hak talep edebilecekleri yasal düzenlemeler bulunmamaktadır. Bir diğer sorun da İslamiyet’i seçen Japonların aile ve yakın çevrelerinin olumsuz telkinlerine muhatap olmalarıdır.