Temel Göstergeler
Resmi AdıKıbrıs Cumhuriyeti (Türkiye Cumhuriyeti Devletince “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi)
Yönetim BiçimiParlamenter Demokrasi
Bağımsızlık Tarihi16 Ağustos 1960 (İngiltere’den)
BaşkentNikosi / Lefkoşa
Yüzölçümü5.896 km2
Nüfusu1,2 milyon (2021)
Nüfusun Etnik Dağılımı%97 Rum, %3 Türk vd.
İklimiIlıman Akdeniz iklimi hakim olup, yazlar sıcak ve kurak, kışlar serin geçmektedir.
Coğrafi KonumuGKRY, Akdeniz’de Türkiye’nin güneyinde yer alan Kıbrıs adasının güney kesimindedir.
KomşularıKKTC
DilYunanca, Türkçe, İngilizce
Din%94 Hristiyan, %3 Müslüman, %3 diğer
Ortalama Yaşam Süresi79 yıl (2018)
Okuma-Yazma Oranı%99.1 (2015)
Para BirimiAvro
Millî Gelir26,5 milyar dolar (2021 IMF)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir29.486 dolar (2021 IMF)
İşsizlik Oranı%7 (2019)
Enflasyon Oranı%0,2 (2019)
Reel Büyüme Hızı%3 (2019)
Yoksulluk Oranı%14,7 (2018)
İhracat ÜrünleriNarenciye, patates, ilaç, hazır giyim, çimento
İthalat ÜrünleriPetrol yağ ve gazları, temel tüketim maddeleri, makine ve aksamı, binek otomobil ve motorlu taşıtlar
Başlıca Ticaret OrtaklarıYunanistan, İtalya, Çin, Güney Kore, Almanya, Hollanda, Libya, Norveç, İngiltere, İsrail

Ülke Tarihi

Kıbrıs’ın bilinen ilk yerleşimcilerinin MÖ 7-10 binli yıllarda Anadolu ve Suriye topraklarından geldikleri tahmin edilmektedir. Asur, Pers, Mısır ve Büyük İskender’le birlikte Helen hâkimiyeti altına giren ada, MÖ 58’de Roma İmparatorluğu topraklarına dâhil edilmiş, 395 yılında devletin ikiye bölünmesiyle birlikte Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır. Hz. Osman’ın hilafeti döneminden başlayarak Emevi ve Abbasi dönemlerinde İslam ordularının uzun süre fethetmek için çaba sarf ettiği Kıbrıs, kısmi başarılara karşın tam bir İslam beldesi hâline dönüştürülememiş, ancak Müslümanlar farklı tarihlerde peyderpey adaya yerleşmiş, Bizans da Müslüman akınları karşısında kimi zaman vergi ödemeyi kabul etmiştir.

Kıbrıs, 1191 yılında Haçlı ordularının başında bulunan İngiltere Kralı I. Richard tarafından ele geçirilmiştir. Tarihte “Arslan Yürekli” olarak bilinen I. Richard adayı Tapınak Şövalyeleri’ne satmış, ancak şövalyelerin adayı bir yıl sonra Richard’a iade etmesi üzerine, kral adayı bu kez de eski Kudüs Kralı Guy de Lusignan’a satmıştır. Böylece adada ismi Kudüs Krallığı olan ve 1489’a kadar varlığını sürdüren “Luzinyanlar” dönemi başlamıştır. Bu dönemde ada ekonomik ve kültürel açıdan büyük bir atılım göstermiştir.

1489 yılında Venedik hâkimiyeti altına giren Kıbrıs, ada halkı açısından sıkıntılı geçen yaklaşık bir asırlık dönemin ardından 1571’de Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına dâhil edilmiştir. Doğu Akdeniz ve çevresinin tamamen hâkimiyet altına alınması, adanın stratejik önemini daha da arttırmış, özellikle korsanlık faaliyetleri Kıbrıs’ın fethini zorunlu kılmıştır. Bu fetih, Akdeniz’deki Türk hâkimiyetini perçinlemiş olması bakımından büyük öneme sahiptir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Kıbrıs’ta hayat yeniden canlanmış, Venedik döneminde kapatılan Ortodoks kiliseleri tekrar ibadete açılarak Hristiyan tebaanın inanç özgürlüğü temin edilmiştir. Öte yandan başta Karaman olmak üzere Ürgüp, Beyşehir, Niğde, Aksaray gibi Orta Anadolu’nun çeşitli illerinden getirilen yerleşimcilerle adadaki Müslüman nüfus yeniden arttırılmıştır. Adanın dört bir yanında tesis edilen kütüphane, han, hamam, cami, köprü, çeşme gibi vakıf eserleriyle bölge mamur hâle getirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden mağlubiyetle ayrılması ve imzalanan Ayestefanos Anlaşması’nın ağır şartları Avrupa devletlerini de harekete geçirmiş, bir süredir Hindistan deniz ticaretini kontrol altına almak için Kıbrıs’a göz diken İngiltere, bu durumu fırsat bilerek Anadolu’da olası bir Rus tehlikesine karşı Osmanlı’ya yardım etme sözüyle Kıbrıs’ta askerî üs kurmayı teklif etmiştir. İçinde bulunduğu zor şartlar altında bu teklifi kabul etmek durumunda kalan Osmanlı, 4 Haziran ve 1 Temmuz’da imzalanan ve 15 Temmuz 1878’de yürürlüğe giren anlaşmalarla egemenlik hakları saklı kalmak ve her yıl belirli miktarda ödeme almak kaydıyla Kıbrıs’ın idaresini fiilî olarak İngiltere’ye terk etmiştir.

İngiliz yönetiminin idareyi ele almasıyla birlikte pek çok problem ortaya çıkmış, İngiltere anlaşmalara aykırı adımlar atarak vakıf ve padişah mallarına el koymaya, Müslüman halka baskı uygulamaya başlamış; ayrıca Rumları da Müslümanların mallarına el koymaya teşvik etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte aradığı fırsatı bulan İngiltere, 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması’yla da Türkiye İngiltere’nin bu ilhakını tanımayı kabul etmiştir.

İngiltere 1925 yılında Kıbrıs’a kraliyete bağlı bir koloni statüsü vermiş ancak 1931 yılında Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanması için isyan başlatmıştır. 1950 yılında adada Psikopos Makarios önderliğinde bir plebisit gerçekleştirilmiş, İngiltere ve Türkiye tarafından tanınmayan bu plebisitin sonuçlarına dayanan Yunanistan ve adadaki Rumlar, Birleşmiş Milletler’e (BM) müracaat ederek selfdeterminasyon hakkı talep etmiştir. Bu girişime mukabil Türkiye de benzer bir taleple BM’ye müracaat etmiş, ancak BM bu hakkın her iki taraf için söz konusu olabileceğine kanaat getirmiştir. Bu süreç, Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’a bağlanma, yani Enosis hedefine ulaşmak için EOKA adlı terör örgütünün kurulmasına zemin hazırlamıştır. 7 Mart 1953’te Yunanistan hükümet üyeleri, Makarios ve EOKA kumandanı Albay Grivas, EOKA andı içmiş; bu tarihten itibaren Rum tarafı Kıbrıslı Türklere karşı büyük bir şiddet hareketi başlatmıştır. Özellikle 1955 yılından itibaren yüzlerce Türk öldürülmüş, Türklere ait mallar yağmalanmış, 6.000 kişi mülteci konumuna düşmüştür. Halkın can ve mal güvenliğinin kalmadığı böyle bir ortamda 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmuştur. Adadaki sürecin giderek çıkmaza girmesi üzerine İngiltere 1959 Şubat’ında taraflarla İsviçre ve İngiltere’de görüşmeler düzenlemiş ve bu görüşmeler neticesinde 19 Şubat 1959 tarihinde her iki tarafın eşit statüye sahip olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kabul edilmiştir. 16 Ağustos 1960 tarihinde her iki taraf da adaya çıkarak bağımsız devleti başlatmıştır. Anlaşma uyarınca cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının Türk olması; hükümet, meclis ve kamu görevlerinde de kontenjanların Rum tarafı lehine %70’e %30’luk bir paylaşımla dağıtılması kabul edilmişse de ilerleyen süreçte Makarios liderliğindeki Rum tarafı adada gelinen noktayı Enosis için bir adım olarak gördüğünden anlaşma şartlarının uygulanmasına imkân tanımamıştır.

Makarios’un anayasanın uygulanamaz olduğu ve değişikliğe ihtiyaç duyulduğu iddiasıyla ortaya attığı fikirler, Türkleri adada azınlık konumuna düşürmeyi ve eşit kurucu ortaklık statüsünü ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. 30 Kasım 1963’te sunulan teklif, garantör ülkelerden Türkiye tarafından 6 Aralık 1963 tarihinde reddedilirken, diğer garantör devletler Yunanistan ve İngiltere teklife olumsuz cevap vermeyerek Rum tarafını cesaretlendirmiştir. Böylece Aralık 1963’te, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, yaralandığı, yaklaşık 30.000 kişinin mülteci durumuna düştüğü, 100’den fazla köyün tahrip edildiği Rum katliamları başlamıştır. Uluslararası kamuoyunun seyirci kaldığı bu katliamlar, “Türkler isyan etti” yalanı ile meşrulaştırılmaya çalışılmış, katliam esnasında Rum tarafının kontrolünde olan iletişim kanalları da kesilerek Türkiye’ye karşı bir karartma uygulanmıştır. “Kanlı noel” olaylarıyla adada işlerin iyice çığırından çıkması üzerine, İngiltere 30 Aralık 1963’te Lefkoşe’de Yeşilhat’ta girmiş ve böylece adanın kontrolü defakto olarak ikiye ayrılmıştır.

Ancak bu tarihten sonra da Rum tarafının uluslararası hukuku hiçe sayan girişimleri hız kesmemiş, Türklere yönelik terör faaliyetleri devam etmiştir. Yeşilhattı geçerek Türk tarafını taciz eden, cinayet ve yağma faaliyetlerini sürdüren Rumlara karşı, Türkiye’nin müdahil olma talepleri ise BM ve ABD tarafından sürekli reddedilmiştir. 1968’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlatılan görüşmelerden de netice alınamamış, bu süreçte Makarios, Enosis’i uzun erimli bir proje olarak uygulama yoluna gitmiştir. Yunanistan tarafı bu karardan memnun olmamış ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını bir an önce gerçekleştirme düşüncesinde ısrar etmiş, bu da Makarios yönetimiyle Yunanistan’ın arasının açılmasına neden olmuştur. 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen darbe sonrasında Makarios ABD’ye kaçmış, onun yerine göreve gelen Nikos Sampson ise aynı gün Yunanistan’a ilhak anlamına gelen Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Makarios’un 19 Temmuz’da BM’de yaptığı konuşmada Kıbrıs’ın Yunanistan tarafından işgal edildiğini, Türklerin can ve mal güvenliğinin bulunmadığını söylemesinin ardından Türkiye, İngiltere’ye garantör ülkeler olarak Kıbrıs’a birlikte müdahale etmeyi teklif etmiş fakat İngiltere bu teklifi kabul etmemiştir. Bunun üzerine 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Türk Barış Harekâtı başlatılmıştır. 22 Temmuz’da ateşkes ilan edilmiş, Sampson iktidardan uzaklaştırılmış, ancak Rum tarafı bu karara uymayarak Türk köylerine saldırmaya devam etmiştir. 25 Temmuz’da Cenevre’de toplanan garantör devletlerin 30 Temmuz’da imzaladığı protokole göre güvenli bölge oluşturulması, işgal altındaki Türk köylerinin derhâl boşaltılması, esirlerin mübadele edilmesi veya serbest bırakılması ve barışın sağlanabilmesi için görüşmelerin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca adada Rum toplumu ve Türk toplumu olmak üzere iki otonom yönetimin varlığı da kabul edilmiştir. Yunanistan daha sonra Atina Yüksek Mahkemesi’nin 21 Mart 1979’da aldığı kararla Türkiye’nin gerçekleştirdiği barış harekâtının yasal olduğunu kabul etmiştir.

Cenevre Anlaşması Yunan tarafını tatmin etmemiş, 8 Ağustos’taki ikinci toplantıdan da istenen neticenin alınamaması üzerine 14-16 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Türk Barış Harekâtı yapılarak KKTC’nin bugünkü sınırları çizilmiştir. Rum Kesimi’nde kalan Limasol, Larnaka, Baf şehirlerinde ise Türkler büyük katliamlara maruz kalmıştır. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiş, adanın iki bölgeden oluşan federatif bir yapıya kavuşacağı ve Rum tarafıyla birleşileceği varsayımıyla hareket edilmiştir. Bu doğrultuda yeni devletin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önce 1977’de Makarios, ardından 1979’da Kiprianu ile gerçekleştirdiği görüşmelerde bu yönde ilkesel olarak mutabık kalınmasına karşın, Rum tarafı kendilerinin tek hâkim olduğu bir yönetim modelinde diretmeye devam etmiş ve verilen sözler yerine getirilmemiştir. Adada iki toplumlu federatif bir yapının mümkün olmadığını gören Türk yönetimi, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsızlığını ilan etmiştir. Rum ve Yunan taraflarının girişimleriyle BM Genel Kurulu’nda KKTC’nin bağımsızlığının tanınmasını engelleyecek bir karar çıkartılmış, böylece Bangladeş, Pakistan gibi pek çok Müslüman devletin KKTC’yi resmen tanımasının önüne geçilmiştir.

BM ilkeleri ve 1960 kararlarına bağlı kalacağını açıklayan KKTC, Rum kesimiyle müzakere kapılarını her zaman açık tutmuş, ancak Rum kesiminin üniter devlet anlayışındaki ısrarcı tutumu, Kıbrıs sorununun günümüze kadar çözümsüz kalmasına sebep olmuştur. Öte yandan GKRY, 1990 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik başvurusunda bulunmuş, bu yapılırken 1960 kararları hiçe sayılmış ve adanın KKTC’yi de kapsayacak şekilde tamamı için müracaatta bulunulmuştur. Zira 1960 Cenevre Anlaşması’nda, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir platforma Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üye olmasının mümkün olmadığı kabul edilmiştir. Ancak AB’nin bu müracaatı kabul etmesi ve ardından 2004 yılında Kıbrıs’ı birliğe dâhil etmesi, uluslararası hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Taraflar arasındaki müzakereler 2000’li yıllarda da devam etmiş, özellikle 2002 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından hazırladığı “Annan Planı” 2004 yılında her iki tarafta da referanduma sunulmuş, 24 Nisan 2004’teki referandumda KKTC’de %64,9’luk bir “Evet” oranı yakalanırken, GKRY’de bu oran %24,1’de kalmıştır. Öte yandan Eylül 2008-Ocak 2010 tarihleri arasında dönemin devlet başkanları Dimitris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat arasında yaklaşık 60 görüşme gerçekleştirilmiş ve karşılıklı olumlu mesajlar verilmiştir. Önümüzdeki günlerde Kıbrıs sorununun çözümü konusunun hem Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından hem de küresel siyaset açısından önemli gündem maddelerinden biri olacağı muhakkaktır. Bu arada Akdeniz’deki enerji havzaları üzerinde son yıllarda devam eden küresel mücadele Kıbrıs’ın jeopolitik konumunu daha da hayati kılmaktadır.

Siyasi Yapı

1960 yılında bağımsızlığını ilan eden GKRY, Türkiye ile Yunanistan arasındaki en önemli sorun alanlarından birini teşkil etmektedir. 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı ve takip eden süreçte adanın Türkiye’nin kontrolünde kalan kuzey kesiminde de KKTC’nin bağımsızlığını ilan etmesi, iki ülke arasındaki gerilimi daha da derinleştirmiştir. Bugüne kadar yalnızca birkaç devlet tarafından tanınan KKTC ile ilgili süreç hâlen çözümsüzlüğünü korumaktadır. Buna karşın GKRY, dünya devletlerinin büyük çoğunluğu tarafından tanınmaktadır. Nitekim bağımsızlık ilanından kısa bir süre sonra BM’ye üye olan GKRY, 2004 yılında da AB’ye dâhil olmuştur.

Başkanlık sistemiyle yönetilen GKRY’de devlet başkanı beş yılda bir düzenlenen seçimlerle belirlenmektedir. 2013 yılında göreve gelen Nicos Anastasiadis, 2018’deki seçimlerden de zaferle ayrılmıştır. Bir sonraki seçimlerin ise 2023 yılında yapılması planlanmaktadır. Yasama organı 80 sandalyeli temsilciler meclisi olup, son seçimler 2021 yılında gerçekleştirilmiştir. Yürütme organı ise başında cumhurbaşkanının bulunduğu kabinedir. Başta cumhurbaşkanı yardımcılığı olmak üzere kabinede ve temsilciler meclisinde Türkler için ayrılmış kontenjanlar olup, KKTC ile devam eden sorun sebebiyle bu durum kâğıt üzerinde kalmakta ve Rum yöneticilerce doldurulmaktadır. Yalnızca cumhurbaşkanlığı yardımcılığı makamı boş bırakılmıştır.

Ekonomik Durum

GKRY, 2010’lu yılların ilk yarısında yaşadığı ekonomik krizin etkilerini hâlen atlatabilmiş değildir. AB ve IMF tarafından planlanan kurtarma paketleriyle ekonominin yeniden rayına sokulması için geliştirilen politikaların uygulanmasına devam edilmektedir. 2012-2014 arasında eksi yönde seyreden büyüme rakamları, takip eden yıllarda düşük yüzdeyle pozitif bir seyir yakalamayı başarmıştır.

Öte yandan Akdeniz’de varlığı tespit edilen zengin hidrokarbon rezervleri, GKRY’nin uzun vadeli ekonomik hedeflerinin temel kaynağını oluşturmaktadır. Son yıllarda bu yönde başta İsrail olmak üzere Mısır ve Lübnan’la sürdürülen faaliyetler bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, adaya ait zenginliklerde Rum ve Türk taraflarının payı olduğu yönündeki 1959 tarihli Zürih-Londra Anlaşması uyarınca bu faaliyetlere karşı çıkmakta ve KKTC açıklarında petrol araması için Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı’na yetki vererek sürece müdahil olmaktadır.

GKRY ekonomisi büyük oranda hizmet sektörüne endeksli olup en önemli gelir kaynağı turizmdir. İstihdamın ve gelirlerin %80’den fazlası hizmet sektöründen elde edilmektedir. Tarım faaliyetleri yok denecek kadar az olup, yetiştirilen başlıca ürünler turunçgiller, üzüm, zeytin, arpa ve sebze-meyvedir. Sanayi sektörü ise gelirlerin %10-15’ini karşılamaktadır. Başlıca sanayi alanları gıda işleme, petrokimya, tekstil ve gemidir.

GKRY’nin dış ticaret hacmi son yıllarda 30-35 milyar dolar aralığında seyretmekte olup, 2020 yılında 16,1 milyar doları ihracat, 17,5 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 33,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. GKRY’nin dış ticaretteki en önemli partnerleri başta Yunanistan olmak üzere İtalya, Çin, Hindistan, Almanya, Libya, İngiltere ve İsrail’dir.

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye Cumhuriyeti GKRY’yi resmî olarak tanımadığından, ülkemizle GKRY arasında resmî anlamda siyasi, ticari, bürokratik bir ilişki söz konusu değildir. Ancak Türkiye’nin komşusu Yunanistan’la ilişkilerinin ana gündem maddelerinden birini Kıbrıs Sorunu oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkiye Kıbrıs konusundaki süreci Yunanistan üzerinden yürütmektedir. Öte yandan KKTC tarafı da uzun vadeli siyasetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika önceliklerine uygun şekilde hareket etmektedir.

Müslümanların Durumu

Kıbrıslı Müslüman Türk nüfus büyük oranda 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın ardından gerçekleştirilen mübadeleyle KKTC sınırları içerisinde kalan bölgelere nakledilmiştir. Ancak hâlihazırda çok az sayıda da olsa, birkaç yüz kişinin, yaşadıkları köy-kasabayı terk etmeyerek Rum Kesimi’nde kalmayı tercih ettiği bilinmektedir. Bu sayı özellikle 2000’li yıllarda gerçekleşen ilticalarla biraz daha artmış ve birkaç bini bulmuştur. Öte yandan GKRY’nin 2004’te AB’ye dâhil olmasının ardından buradan kimlik ve pasaport alan KKTC’lilerin sayısı da artmıştır. Ancak bu kesim yine KKTC’de yaşamaya devam etmekte ve GKRY’deki siyasi seçimlerde oy kullanma hakkına pek rağbet etmemektedir.

 Öte yandan iki kesimin ayrılması ardından GKRY tarafında kalan ve Türk-İslam kültürü açısından büyük önem taşıyan bazı yapılar vardır. Larnaka’daki Hala Sultan Tekkesi bu yapıların başında gelmektedir. Muaviye döneminde Kıbrıs’a düzenlenen sefer sırasında vefat eden Hz. Peygamber’in halası ve sütannesi Ümmü Haram’ın vefat ettiği noktada yaptırılan tekkeye, Osmanlı devrinde büyük önem atfedilmiştir. Tekke ve cami hâlen halka ve ibadete açık olmakla birlikte, Rum tarafında kaldığından hak ettiği ilgiyi görememektedir.