Temel Göstergeler
Resmi AdıÇeçen Cumhuriyeti
Yönetim BiçimiRusya Federasyonu’na bağlı özerk cumhuriyet
Özerklik Tarihi1991 (bağımsızlık ilanı) / 2003 (Rusya’nın özerklik kararı)
BaşkentGrozni (300.000)
Yüzölçümü17.500 km2
Nüfusu1,5 milyon (2020)
Nüfusun Etnik Dağılımı%97,4 Çeçen, %2,6 diğer (İnguş, Avar, Nogay, Kumuk, Rus).
İklimiKarasal iklim hâkimdir.
Coğrafi KonumuBatısında İnguşetya, kuzeybatısında Kuzey Osetya ve Stavropol bölgesi, güneydoğu, doğu ve kuzeydoğusunda Dağıstan, güneyinde Gürcistan bulunur.
Komşularıİnguşetya, Kuzey Osetya, Dağıstan, Gürcistan
DilÇeçence (resmî), Rusça (resmî)
Din%98 Müslüman, %2 diğer
Ortalama Yaşam Süresi75,4 yıl
Para BirimiRus Rublesi
Gayrisafi Bölgesel Gelir (GRP)3,3 milyar dolar (2018)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir2.120 (2018 IMF)
İşsizlik Oranı%13
Yoksulluk Oranı%20


Tarihî Arka Plan

Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir coğrafya olagelmiştir.

16 ve 17. yüzyıllarda Kuzey Kafkasya, bu bölgede hâkimiyet kazanmaya çalışan Osmanlı ile İran Safavi Devleti arasında devam eden mücadeleye sahne olmuştur. Yine 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kuzey Kafkasya siyasi arenasına dâhil olan bir başka güç ise Rusya’dır. Çarlık Rusya ordusunda general olan ve aynı zamanda Kafkas Savaşı adlı kitabın yazarı olan Vasiliy Potto’ya göre, IV. İvan’dan başlayarak hemen hemen bütün Rus çarları, Kafkasya üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır; hatta “Kafkasya hâkimiyeti fikri, Rus tarihinde kalıtsal hâle gelmiştir.” Bununla birlikte, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik dış politikasının temel amacı, 16. yüzyıl sonlarına doğru zaten yeterince zayıflamış olan İran ile askerî-politik bir ittifak kurarak Osmanlı’nın bu bölgedeki varlığına karşı koymak şeklinde gelişmiştir.

Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı istila etmesi kolay olmamış, bu süreç birkaç yüzyıla yayılmıştır. Bu istilaya karşı koymak için İmam Mansur, Gazi Muhammed, Hamzat Bek, Şeyh Şamil gibi liderler önderliğinde birçok defa bir araya gelen Kuzey Kafkasya halkları, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Rus istilalarına direnmiştir. 19. yüzyılla birlikte başlayıp yüzyılın ikinci yarısında (1864) sona eren Kafkas Savaşı neticesinde, yüz binlerce insan Osmanlı’ya sürgün edilmiş ve bölgede asırlar boyu devam eden siyasi, etnik, dinî ve kültürel düzen yıkılmıştır. Kafkas Savaşı’ndan sonra birkaç ayaklanma başlatılmışsa da bunlar Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya’nın idari ve askerî hâkimiyetine girmiştir.

Beyaz ve Kızıl orduların arasında geçen Rus İç Savaşı’ndan (1917-1922) sonra ortaya çıkan kolektifleştirme ve komünist rejim dayatmaları sırasında ise; ulusal aydınların, Müslüman din adamlarının ve varlıklı ailelerin kitlesel imhası başlatılmıştır. Sovyetler Birliği yönetiminin izlediği bu politika, Kuzey Kafkasya’da önce örgütlü ayaklanmalara, daha sonra ise 2. Dünya Savaşı’na kadar mücadelesini sürdürecek olan partizan grupların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Erkek nüfusun neredeyse tamamının cephede bulunduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında, çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Çeçen-İnguş ve Karaçay-Balkar halkları, Orta Asya’ya sürgün edilmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde devlet baskıları azalamaya başlamış ve Nikita Kruşçev’in iktidarda bulunduğu 1957 yılından sonra da söz konusu halkların ana vatanlarına dönmelerine izin verilmiştir.

Entelektüelleri, ilim ve din adamlarını yok eden Sovyet yönetimi, Kafkasya insanını Rus öğretmenler aracığıyla sıradan bir Sovyet vatandaşına dönüştürmeyi planlamıştır. Nitekim 1960’lara gelindiğinde, bu planın başarıya ulaştığı düşünülmüş ve tüm bölge halklarının Sovyet ideallerine sadık birer yurttaş olduğu varsayılmaya başlanmıştır; ancak durumun hiç de göründüğü gibi olmadığı 1980’lerde anlaşılmıştır. Bu tarihlerde Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları ile Sovyet yönetiminin azınlıktaki halklara uyguladığı baskıların ve sansürün hafiflemesi, hatta bazı üye devletlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılmak üzere harekete geçmesi üzerine, Kuzey Kafkasya halkları arasında da ulusal hareketler ortaya çıkmıştır.

Sovyet döneminde, genellikle iktidarda etnik Rus yöneticilerin olduğu Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yapılan ilk gerçek ve rekabetçi seçimlerde, iktidara yerli ulusal hareketlerin temsilcileri gelmiştir. 1990’ların başında, bu cumhuriyetlerde iktidara gelen liderleri iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci kategoride, Sovyet ordusunda görev almakla birlikte ulusal hareketlere dâhil olup siyasete girenler gelmektedir. Çeçenistan’da Cahar Dudayev ve İnguşetya’da Ruslan Auşev bu grup içinde sayılabilir. İkinci gruptakiler ise; yeni dönemde de iktidarda kalmayı başaran ulusal nomenklaturanın temsilcileridir. Bunlar arasında Dağıstan’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Magomedali Magomedov, Kabardey-Balkarya’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Valeriy Kokov, Kuzey Osetya’daki Komünist Parti Bölge Komitesi Birinci Sekreteri Aleksandr Galazov gibi isimler dikkat çekmektedir.

Kuzey Kafkasya kendine yön ararken, aynı sıralarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Moskova’da (Ekim 1993’te) Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve parlamento arasında silahlı bir çatışmaya dönüşecek olan şiddetli bir güç mücadelesi başlamıştır; dolayısıyla da Rusya’nın politik gündeminde böyle bir mesele varken, Kuzey Kafkasya’daki gelişmeler Moskova’nın dikkatini çok fazla çekmemiştir. Bölgede, Sovyet sonrası dönemde Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çoğunun bağımsızlık yerine genişletilmiş özerklik talep etmesi, önemli bir ayrışmaya sebep olmuş ancak bu durum Moskova tarafından bir sorun olarak görülmemiştir. Zira 1990’ların başında, bizzat Yeltsin, “Alabildiğiniz kadar bağımsızlığı alınız” demiştir. Ne var ki Çeçenistan’ın özerklik değil tam bağımsızlık arayışında olması, Moskova’yı fazlasıyla rahatsız etmiş ve 1994’te Rusya-Çeçenistan Savaşı başlamıştır. O zamana kadar genellikle Rusya’nın ikincil gündem maddelerinden olan tüm Kuzey Kafkasya bölgesi, bir anda ülkenin en önemli meselesi hâline dönüşmüştür. 1999 yılında İkinci Çeçenistan-Rusya Savaşı başladığında, çatışmanın etkileri bölgesel sınırları aşmış ve süreç, bütün Rusya’nın etkilendiği bir gerilim yumağına dönüşmüştür.

2000 yılında iktidara gelen Vladimir Putin’in Rusya’yı hızla “üniterleştirme”sinin Kuzey Kafkasya üzerindeki en büyük etkisi ise, özerk cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi uygulamasının kaldırılması olmuştur. Sonrasında bölgede askerî varlığını ve siyasi ağırlığını yeniden hissettiren Moskova yönetimi, 2009 yılında Çeçen savaşının resmen bittiği tarihe kadar, tüm bölgede kontrolü ele almıştır. Putin’in Nisan 2013’te, Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerin parlamentolarına doğrudan seçimleri kaldırma hakkı veren yasayı imzalaması sonucunda, Kuzey Kafkasya’daki yedi cumhuriyetten altısı bu uygulamaya geçmiştir. Günümüzde bölgede sadece Çeçenistan’da cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmektedir.

Yeltsin döneminde Kremlin’in Kuzey Kafkasya’daki sorunlara yaklaşımının temelinde, burada yükselen bağımsızlık taleplerinin domino etkisi yaratarak Rusya’nın da Sovyetler Birliği ile aynı kaderi paylaşacağı korkusu yer alırken, Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikasında hızlı bir değişim yaşanmıştır. Putin’in Kuzey Kafkasya politikası iki bileşenden oluşmaktadır: Güvenlik sorununu çözmek (ayrılıkçı grupları yok etmek) ve Moskova’dan Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine doğru sübvansiyon akışını sağlayarak buradaki yerli elit sınıfı kontrol altında tutmak.

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, özerk cumhuriyetlerde ortaya çıkan bağımsızlık hareketleri sonucu Moskova ve yerel yönetimler arasında yaşanan anlaşmazlıkların savaşa dönüştüğü tek yer Çeçenistan olmuştur. Bağımsızlık hareketinin liderliğini yürüten Cahar Dudayev bu mücadelesini 300 yıl boyunca devam eden Rus sömürgeciliğine karşı direnişin bir devamı olarak nitelemiş ve egemen Çeçenistan Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. Üç yıl süren müzakerelerden sonra, Çeçenlerin bağımsızlık konusunda geri adım atmayacağını anlayan dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Çeçenistan’a savaş ilan etmiştir. On binlerce sivilin ölümüne neden olan savaş, 1996’da imzalanan Hasavyurt Anlaşması ile sonuçlanmış ve Rusya savaşı kaybeden taraf olarak Çeçenistan’dan geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Ancak Çeçenistan’ın bağımsızlık dönemi uzun sürmemiştir. 1997’deki başkanlık seçimini kazanarak Çeçenistan’da iktidara gelen Aslan Mashadov, çeşitli askerî birliklerin başındaki komutanları kontrol etmede ciddi zorluklar yaşamıştır. Bu süreçte, yurt dışından farklı savaşçı grupların Çeçenistan’a akın etmesiyle birlikte, Çeçen bağımsızlık hareketi yerel kimliğini yitirmeye başlamıştır. Nereden bakıldığına göre de bu dönüşümün birçok olumlu veya olumsuz sayılabilecek etkileri olmuştur.

Diğer yanda ise, 1994’ten itibaren Çeçenistan Müftüsü olarak görev yapan Ahmet Kadirov ile Çeçen yönetimi arasında bir ayrışma başlamıştır. Aslında Kadirov, 1995’te Rusya’ya karşı cihat ilan eden kadronun başındadır; ancak selefî akımların Çeçenistan’da haddinden fazla yayıldığını savunan Kadirov, kendisinin tasavvuf geleneğine bağlılığını ileri sürerek Mashadov’a karşı iktidar mücadelesine girişmiştir. Kadirov’la Çeçen yönetimi arasındaki ipleri koparan en temel sorun ise, onun bu süreçte Rusya ile iş birliğine girişmesi olmuştur. Çeçenistan’da değişen siyasi konjonktürün farkında olan Ahmet Kadirov, iktidar mücadelesinden ancak Rus ordusunun müdahalesiyle galip çıkabileceğini düşünmüştür.

Çeçenistan’da bu iç çekişmeler devam ederken, 1996’da savaşı kaybederek bütün dünya karşısında uğradığı utancı unutmayan Rusya, yeni askerî müdahale hazırlıklarına çoktan başlamıştır. 1999 yılında yaşanan iki önemli gelişme de bölgede yeni bir savaşı başlatmak için fırsat kollayan Rusya’ya aradığı bahaneyi vermiştir.

Bu olaylardan ilki, 1999’da Rusya’da meydana gelen ve en az 300 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırılardır. Rus hükümeti bu saldırılardan peşinen Çeçenleri sorumlu tutmuştur; ancak sonradan Rusya Federal Güvenlik Servisi’nde (FSB) çalışan birkaç kişinin itirafı ile bu bombalama eylemlerinin arkasında Rus gizli servislerinin olabileceği gündeme gelmiş, fakat olaylarla ilgili tüm dünyayı tatmin edecek yanıt hiçbir zaman alınamamıştır. İkinci olay ise, yine 1999 yılında, Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerden Dağıstan’daki bazı silahlı grupların Rus ordusuna karşı giriştiği saldırılardır. Bu saldırıları gerçekleştiren grupların Çeçenistan’dan yardım istemesi üzerine, Şamil Basayev’in başında bulunduğu bazı Çeçen birlikleri Dağıstan’a yardıma gitmiştir. Öteden beri Çeçenistan’ı cezalandırma planları yapan Rusya için bu, kullanabileceği uygun bir bahane olmuştur. 1996’da imzalanan anlaşmanın Çeçenistan tarafından ihlal edildiğini öne süren Moskova yönetimi, bu gerekçeyle ikinci savaşı başlatmıştır.

Rus ordusunun ağır bombardımanlar ve sivil katliamları ardından Şubat 2000’de Çeçenistan’ın başkenti Grozni’yi ele geçirmesi üzerine, Devlet Başkanı Mashadov liderliğindeki direniş dağlara çekilerek gerilla savaşı yürütmeye başlamıştır. İkinci Çeçen-Rus Savaşı bir yönüyle birinci savaşın devamı niteliği taşırken, diğer yönüyle 2000’ler sonrasından yaşanan bazı gelişmelerle bağlantılı olarak birinci savaştan kalın çizgilerle ayrılmaktadır. Örneğin, birinci savaş boyunca ve sonrasında Rusya, Çeçen bağımsızlık mücadelesinin liderleriyle aynı masaya oturmakta bir sakınca görmemiştir; buna karşın Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte ikinci savaş sürecinde Rusya, Çeçenistan ile pazarlık masasına hiç oturmamıştır. Bu tavırda 2001 yılında Amerika’da yaşanan 11 Eylül saldırılarının küresel çapta yarattığı İslam karşıtı hava da etkili olmuştur. 1999 yılında şeriat ilan eden Çeçenistan Devleti’ni bu yeni uluslararası konjonktürde marjinalleştirmek, Rusya için hiç zor olmamıştır.

Çeçenistan 1990’lar boyunca -Avrupa ülkeleri başta olmak üzere- diğer devletlerle olan temaslarında, bağımsızlık mücadelesini “kendi kaderini tayin etme” hakkına dayandırarak uluslararası alanda meşrulaştırabilmiş ancak Çeçen direnişinin İslami kimliği, ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından Rusya için suistimal konusunda yeni bir fırsat yaratmıştır. Çeçenistan’daki çekişmenin bir hak arama ve var olma mücadelesi değil de küresel cihat hareketinin bir parçası olduğuna Batılıları kolayca ikna eden Moskova yönetimi, hiçbir konuda anlaşamadığı ABD’yle bu konuda âdeta ittifak yaparak, “uluslararası terörizm” etiketini sıklıkla kullanmaya başlamıştır. Rus hükümeti bu tarihten sonra, Çeçenlerin el-Kaide gibi örgütlerden destek alarak ülkeyi parçalamaya çalıştığını ve dolayısıyla Çeçenistan’daki savaşın Rusya’nın bir iç meselesi olduğunu ileri sürmeye başlamıştır. 2003 yılında bir referandum yaparak Çeçenistan’ın statüsünü “Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyet” olarak ilan eden Rusya’nın bu kararı, hiçbir demokratik teamülle örtüşmemektedir; zira sıcak çatışmaların devam ettiği ve her tarafta korku atmosferinin hâkim olduğu bir dönemde yapılan bu referandumun meşruiyeti tartışmaya açıktır.

Rusya’nın bu hamleden sonraki adımı, bu savaşı Çeçen-Rus çekişmesinden “Çeçen-Çeçen çekişmesine” dönüştürmek olmuştur. 2003 yılı Ekim ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Moskova tarafından desteklenen Ahmet Kadirov kazanmış ancak Kadirov, göreve gelişinin üzerinden daha bir yıl geçmeden, düzenlenen bombalı bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Suikasttan bir gün sonra oğlu Ramzan Kadirov’u Kremlin Sarayı’na davet eden Putin, bu hamlesiyle Moskova’nın takip ettiği Çeçenistan politikasının değişmeden devam edeceğini ve Kadirov ailesi ile çalışmak istediğini göstermiştir. Fakat cumhurbaşkanı seçilebilmek için yaş sınırının kanunen 30 olduğu Çeçenistan’da o sırada henüz 27 yaşında olan Kadirov’un Çeçenistan cumhurbaşkanlığını devralması mümkün olmadığından Moskova, cumhurbaşkanlığı görevine geçici olarak sembolik bir isim olan Alu Alhanov’u atayıp, fiiliyatta bütün iktidarı elinde tutan Kadirov’u başbakanlık görevine getirmiştir. Üç yıl sonunda Alhanov istifa dilekçesini Putin’e iletip görevden ayrıldıktan sonra da Ramzan Kadirov cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştur.

Yeni yönetimin önündeki en büyük engel olan silahlı gruplara karşı başlattığı ve sert yöntemler içeren mücadelesi, bu grupların Çeçenistan’daki faaliyetlerinin giderek azalmasında etkili olmuştur. Çeşitli insan hakları örgütlerinin de dillendirdiği gibi, muhalif savaşçıların akrabalarının maruz kaldığı rehin alınma, işkence, yargısız infaz ve evlerinin ateşe verilmesi gibi “kolektif cezalandırma” uygulamaları, 2004’ten itibaren artış göstermiştir.

2007 yılına kadar Çeçenistan üzerinde tümüyle kontrolü sağlayan Kadirov ailesi, sadece güvenlik alanında değil, tüm siyasi kademelerde de söz sahibi hâline gelmiştir. Kadirov, kendisine rakip olabilecek birçok ismi zaman içinde ya sindirmiş ya da Çeçenistan’ı terk etmeye zorlamıştır.

2009’da, İkinci Çeçen-Rus Savaşı’nın sona erdiği resmî olarak duyurulmuş ve Çeçenistan’daki Rus askerî birliklerinin önemli bir kısmı geri çekilmiştir. Bu tarihten itibaren Çeçenistan’daki yönetim tamamen Kadirov’a ve yakın çevresine bağlı hâle gelmiştir. Çeçenistan’daki güç dağılımıyla ilgili hazırlanan bir rapora göre, 158 üst düzey yöneticinin %30’u Kadirov’un akrabaları arasından, %23’ü onunla aynı köyde ikamet eden kişilerden, %12’si ise arkadaşları ve onların akrabalarından oluşmaktadır.

Kadirov, Rusya’ya bağlı bütün özerk cumhuriyetlerin yöneticilerinden tamamen farklı olarak Putin yönetimi nezdinde âdeta dokunulmaz bir siyasi statüye sahiptir. Diğer özerk bölge liderlerinden ayrı olarak kendisine bağlı ve gelişmiş askerî teçhizata sahip 30.000 kişilik bir ordusu olan Kadirov yönetimi, bu birliği Rusya İçişleri Bakanlığı bünyesinde de resmiyete kavuşturmuştur. Sadece Çeçenistan içinde değil, son 10 yılda Rusya’nın düzenlediği çeşitli sınır ötesi harekâtlarda da önemli görevler üstlenen birlik, 2008’de Gürcistan’da, 2014’te Ukrayna’da ve en son olarak 2016’dan itibaren Suriye’deki çatışmalarda kullanılmıştır.

Kadirov’un bu özel statüsünün Putin ile olan ilişkilerine dayandığını söyleyen uzmanlar, Putin sonrası dönemde bu durumun değişebileceğini belirtmektedir. 1990’lardan 2018’e kadar olan süreçte Çeçenistan’da yaşanan siyasi kırılmalara bakıldığında, bundan sonrası için iki alternatif görünmektedir: Birincisi, Kadirov’un tek adam yönetiminin günümüzde olduğu gibi uzun süre aynen devam edeceği; ikincisi ise Putin’in iktidarı bitince Kadirov’un da yönetimi kaybedeceğidir. Bu ikinci ihtimalin güçlü olduğunu savunan uzmanlar, Rus ordusu ve FSB içinde Putin’in Kadirov’a çok fazla yetki vermesinden memnun olmayan ve bir an önce görevden alınmasını isteyen bazı üst düzey bürokratlar olduğunu hatırlatmaktadır. Ancak Kadirov’un Putin ile olan ilişkisinin bozulması veya Moskova’daki bürokratların isteklerinin gerçekleşmesi hâlinde, onun Rusya’ya karşı hareket etmeye başlaması ve ileride tam bağımsızlık istemesi de -çok zayıf da olsa- bir ihtimal olarak dile getirilmektedir.

Siyasi ve Etnik Yapı

Batısında İnguşetya, kuzeybatısında Kuzey Osetya ve Stavropol bölgesi, güneydoğu, doğu ve kuzeydoğusunda Dağıstan, güneyinde ise Gürcistan ile çevrili olan Çeçenistan Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 17.500 kilometrekare, nüfusu ise 1.458.000’dir. Rusya’daki en yüksek doğum oranına sahip yer olan Çeçenistan’da nüfusun %35’i kentlerde, %65’i ise kırsal bölgelerde yaşamaktadır. Çeçenistan Cumhuriyeti’nde toplumun büyük çoğunluğunu (%97,4) Çeçenler oluştursa da sınırları içinde İnguş, Avar, Nogay, Kumuk ve Ruslar da yaşamaktadır. Çeçenistan Anayasası’na göre cumhuriyetin resmî dili Çeçence ve Rusçadır.

23 Mart 2003 tarihli anayasasına göre Çeçenistan, Rusya Federasyonu’na bağlı demokratik bir hukuk devletidir. Devletin yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının ayrı olmasını öngören kuvvetler ayrılığı ilkesince, yürütme yetkisi Çeçenistan cumhurbaşkanı, yasama yetkisi parlamento, yargı yetkisi ise Çeçenistan mahkemeleri tarafından temsil edilmektedir.

Ekonomik Yapı

Günümüzde sanayi üretimi tarımsal üretiminden 1,4 kat daha fazla olan Çeçenistan’da, 1990’larda yaşanan savaşlar sebebiyle neredeyse tamamen tahrip olan ekonomi, ancak 2000’lerin başından itibaren aktif olarak gelişmeye başlamıştır. 2019 verilerine göre Çeçenistan’ın GSYİH’sinin büyüme oranı %2,5’tir.

Rusya’da işsizliğin en yüksek olduğu (%13) bölgelerden biri olan Çeçenistan, bu konuda 85 federe birim arasında 80. sıradadır. Kişi başına düşen ortalama gelir açısından da 72. sırada yer alan cumhuriyette nüfusun yaklaşık %20’si yoksulluk sınırı altındadır. Çeçenistan’da ekonomik hayatta aktif olanların sayısı 700.000 kişi civarındadır. Sektörlere göre istihdam dağılımı ise; %23 tarım, ormancılık ve balıkçılık, %17 eğitim, %11 inşaat, %10 toptan ve perakende ticaret, %8 sağlık ve sosyal hizmetler, %5 ulaştırma şeklindedir.

Dinî Yapı ve Müslümanların Durumu

Kuzey Kafkasya halklarının İslamlaşması 7. yüzyılda Arap fetihleri ile başlamıştır. Aslında İslam’ın bütün bölgeye yayılması yaklaşık olarak 1.000 yıl sürmüştür. İlk aşamada, güney Dağıstan’a ulaşan İslam, buradan da bölgenin batısına doğru yayılmıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde Kuzey Kafkasya’nın doğusu tamamen İslamlaşmıştır. Ancak günümüzde bölgede yaşayan Müslüman halkların (özellikle Kuzey Kafkasya’nın batısındaki halkların) İslam öncesi inançlarından vazgeçmesi (17-19. yüzyıl arasında) uzun zaman almıştır. Arap davetçi ve fetihçiler üzerinden Dağıstan’a ulaşan İslam, Kuzey Kafkasya’nın doğu bölgelerinde yerli davetçiler eliyle, batısında ise daha çok Osmanlı Devleti’nin etkisiyle yayılmıştır. Bugün genel olarak Kuzey Kafkasya’nın batısında Hanefi, doğusunda ise Şafi mezheplerinin yaygın olmasının sebebi, bu tarihsel olgu ile ilgilidir.

Çeçenlerin İslamiyet’le tanışması 8. yüzyıl gibi erken bir döneme kadar gitse de Müslümanlaşma süreci oldukça yavaş seyretmiş ve Çeçen halkının tamamen İslam’ı benimsemesi 18. yüzyılda gerçekleşmiştir. 19. yüzyıldaki Rus zulmü ise Çeçen halkının Müslüman kimliğini daha da güçlendirmiştir. Bu süreçte özellikle Kadirî ve Nakşibendî tarikatlarının önemli rolü olmuştur. Bununla birlikte gerek Çarlık Rusya döneminde gerekse komünist Sovyet rejimi döneminde devam eden din karşıtı politika ve uygulamalar, diğer Kafkas halkları gibi, Çeçen halkı üzerinde de olumsuz etkiler bırakmıştır. Örneğin 19. yüzyılın ilk yarısında 300’ün üzerinde olan cami sayısının 1970’lerin sonlarında 2’ye kadar düşmesi bu açıdan önemli bir göstergedir. Bölgedeki cami sayısı 1980’lerden itibaren yeniden artmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından başlayan bağımsızlık mücadelesi ve Rusya’nın Çeçen halka yönelik soykırım uygulamaları, Çeçen halkının Müslüman kimliğinin güçlenmesinde belirleyici olmuştur. Günümüzde Çeçenistan nüfusunun tamamına yakını Müslüman’dır.