Temel Göstergeler
Resmi AdıAmerika Birleşik Devletleri
Yönetim BiçimiFederasyon tipi cumhuriyet
Bağımsızlık Tarihi4 Temmuz 1776 (İngiltere’den)
BaşkentWashington DC
Yüzölçümü9.833.517 km2
Nüfusu335 milyon (2022)
Nüfusun Etnik Dağılımı%60 beyaz, %18,5 Hispanik/Latin, %13,5 Afroamerikalı, %6 Asyalı, %1,5 Kızılderili ve yerli, %0,5 diğer
İklimiÜlkede çok çeşitli iklim tipleri görülmektedir. Güneydoğuda, Havai ve Florida bölgesinde tropikal, Alaska bölgesinde kutup iklimi, Missisipi Nehri’nin batı kesiminde yarı kurak, güneybatı kesimlerde kurak iklim hâkimdir; kuzeybatıdaki yüksek kesimlerde ise kış sıcaklıkları oldukça düşüktür.
Coğrafi KonumuAmerika kıtasının kuzeyinde yer alır; doğusunda Atlantik Okyanusu, batısında Pasifik Okyanusu, kuzeyinde Kanada, güneyinde ise Meksika vardır.
KomşularıKanada (8.893 km -2.477 km Alaska sınırı), Meksika (3.155 km), kıyı şeridi (19.924 km)
Dilİngilizce, İspanyolca
Din%70 Hristiyan, %1,9 Yahudi, %1 Müslüman, %0,7 Hindu, %0,7 Budist, %25,7 dinsiz, bilinmeyen ve diğer
Ortalama Yaşam Süresi80,4 yıl (2021)
Okuma-Yazma OranıBilinmiyor
Para BirimiABD Doları
Millî Gelir22,9 trilyon dolar (2021 IMF)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir69.375 dolar (2021 IMF)
İşsizlik Oranı%3,5 (2022)
Enflasyon Oranı%3,5 (2022)
Reel Büyüme Hızı%6 (2021)
Yoksulluk Oranı%13,4 (2019)
İhracat ÜrünleriMineral yakıtlar, ham petrol, binek otomobiller, elektronik entegre devreler, kara yolu araçları için yedek parça, doğal gaz, telefon cihazları, tıbbi cihazlar, bilgisayar, tıbbi ilaç, soya fasulyesi, altın
İthalat ÜrünleriOtomobil, bilgisayar, telefon cihazları, tıbbi ilaç, ham petrol, aşı ve serumlar, kara yolu araçları için yedek parça, mineral yakıtlar, altın, elektronik entegre devrelerBaşlıca Ticaret Ortakları: Çin, Meksika, Kanada, Almanya, Japonya, İngiltere, Güney Kore, Vietnam
Başlıca Ticaret OrtaklarıÇin, Meksika, Kanada, Almanya, Japonya, İngiltere, Güney Kore





Ülke Tarihi

Amerika kıtasına bilinen ilk göçlerin MÖ 12-16 bin aralığında Sibirya üzerinden gerçekleştiği tahmin edilmektedir. MÖ 11 binli yıllardan itibaren ortaya çıkan Clovis kültürü kıtadaki yerli kültürlerin başlangıcı sayılmaktadır. MÖ 2. bin yılda Orta Amerika kültürleri bugünkü ABD sınırlarının güney kesimlerine kadar ulaşmıştır.

15. yüzyılda başlayan ve dünya tarihine “coğrafi keşifler” ve “Amerika’nın keşfi” olarak geçen Avrupa sömürgeciliğiyle birlikte önce İspanya ve Portekiz, ardından İngiltere, Fransa ve Hollandalı sömürgeciler kıtayı işgal ederek milyonlarca insanı katletmiş, yerli kültür ve medeniyetleri yok ederek kıtanın bütün zenginliklerini kendi ülkelerine taşımışlardır. Öte yandan köle ticareti ile Afrika’dan getirilen milyonlarca insan “Yeni Kıta”da zorla çalışmaya mahkûm edilmiş, çok daha fazlası ise ağır yolculuk koşulları sebebiyle kıtaya ulaşamadan hayatını kaybetmiştir. Bugünkü ABD topraklarına gelen ilk sömürgeciler de 1493’ten itibaren bölgede koloniler kurmaya başlamıştır.

18. yüzyıl ortalarında İngiltere, zor durumdaki ekonomisine nefes aldırabilmek için Amerika’daki kolonilerine yönelik vergileri arttırmış, bu karar Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın başlamasına yol açmıştır. Amerika’daki 13 koloni ile İngiltere arasında 1775-1783 yılları arasında gerçekleşen savaş sonucunda İngiltere mağlubiyeti kabul etmiş ve 4 Temmuz 1776 tarihinde imzalanan bağımsızlık bildirisi, ülkenin bağımsızlık tarihi olarak kabul edilmiştir. Eyalet sözleşmeleri ise 1788’de imzalanmıştır.

Henüz ABD’nin bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışından önce başlayan Kızılderili soykırımı, 19. yüzyılda sistematik bir hâl almış, yeni devletin batıya doğru genişleme politikası yeni savaş ve katliamları beraberinde getirmiştir. Özellikle Missisipi Nehri’nin batısında 1810’lardan 20. yüzyılın başlarına kadar devam eden Kızılderili Savaşları’nda (Indian Wars) yüz binlerce insan kadın-erken, genç-yaşlı ayırt edilmeksizin katledilmiş, yaşam alanlarına el konulmuştur. 1860’ların başlarında da eyaletler arasındaki anlaşmazlıklar neticesinde güney eyaletlerinden 11’i ABD’den ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmiş. Bunun üzerine çıkan iç savaş dört yıl sürmüş ve yarım milyondan fazla insanın ölümüne yol açmıştır.

20. yüzyılın başlarından itibaren uluslararası düzeyde etkinliğini giderek artıran ABD, Birinci Dünya Savaşı’na aktif olarak katılmamasına karşın diplomatik olarak savaşın bitirilmesi sürecinde kritik rol oynamıştır. 1929’da “Büyük Buhran” olarak adlandırılan ekonomik krize rağmen ABD, göç almaya ve büyümeye devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda önce tarafsız kalan, 1941 yılından itibaren Müttefik Kuvvetler tarafında saf tutan ABD, savaştan büyük ekonomik kazançla çıkmıştır. ABD tarafından 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye atılan ve 200.000’den fazla insanın ölümüne yol açan atom bombaları ise insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Savaş sonrası kurulan yeni dünya düzeninde hegemon bir süper güç olarak ortaya çıkan ABD, Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatında mutlak veto yetkisiyle keyfî uygulamalarını arttırmış; çift kutuplu bir dünya siyaseti oluşturarak Sovyetler Birliği’ni ve Komünist Bloğu şer güç olarak konumlandırmıştır. 1947’de ortaya attığı Marshall Planı ve Truman Doktrini ile de savaş sebebiyle ekonomileri çöken dünya devletlerini mali yardım sözüyle kontrol altına almıştır. Bu süreçte komünizm tehdidi söylemiyle korkutulan toplumlara da kapitalist yaşam tarzı ve kültürü dayatılmıştır.

1950-1953 yılları arasında gerçekleşen Kore Savaşı’nda Güney Kore’nin yanında yer alan ABD, 3 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği bu büyük savaşın da mimarlarından biridir. ABD 1950’lerin ortalarından itibaren askerî varlığını giderek güçlendirdiği Vietnam’ı işgal ederken, 1975 yılına kadar devam eden savaşta 3 milyondan fazla Vietnamlı sivili katletmiştir. ABD bu savaşta İkinci Dünya Savaşı’nda tüm dünyada kullanılanın üç katı kadar bomba kullanmış olsa da bu savaşı kazanamamış, ancak geriye paramparça olmuş bir ülke bırakmıştır.

1990’ların başlarında Soğuk Savaş sürecinin sona ermesiyle birlikte küresel düşman olarak bu kez İslam dünyasını hedefe koyan ABD, halkı Müslüman olan ülkelere yönelik işgal ve askerî operasyonlara girişmiştir. 1990’daki Körfez Savaşı, 11 Eylül sonrası süreçte Irak ve Afganistan işgalleri, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika ülkelerinde açılan yeni askerî üsler ve son yıllarda özellikle DAEŞ üzerinden yürütülen manipülasyonlarla İslam’ın terörle özdeşleştirilmesi, ABD’nin 21. yüzyılda benimsediği askerî ve politik yaklaşımın özeti mahiyetindedir.

Siyasi Yapı

ABD, 50 eyalet ve başkent Washington’dan oluşan federal bir cumhuriyettir. Eyaletler iç işlerinde serbest olup, yetki ve sorumlulukları anayasada belirlenmiştir.

Yürütme organının başında bulunan devlet başkanı ve yardımcısı dört yılda bir yapılan seçimlerle belirlenmektedir. Yürütme erkinde başkan ve başkan yardımcısı dışında, başkan tarafından belirlenen 15 bakanla, NASA ve CIA gibi bağımsız yapılar yer almaktadır. Mevcut başkan 2020 yılında gerçekleştirilen seçimleri kazanan Demokrat aday Joe Biden’dır. Bir sonraki seçimlerin 2024 yılı Kasım ayında yapılması planlanmaktadır.

Yasama yetkisini üstlenen ABD Kongresi, 435 sandalyeli temsilciler meclisi ve 100 sandalyeli senatodan oluşmaktadır. Temsilciler meclisinde sandalyeler eyaletlerin nüfusuna göre belirlenmekte ve üyeler iki yıllığına seçimle göreve gelmektedir. Senatoda ise altı yıllık görev süresiyle her eyaletten iki senatör yer almaktadır. Mevcut kongrede senato üyelerinde 50’ye 50’lik eşitlik bulunmakta, temsilciler meclisinde ise Demokratlar 221’e 211’lik dağılımla çoğunluğu ellerinde bulundurmaktadır.

Yargı erkinin en tepesinde anayasa mahkemesi yer almaktadır. Başkan ve sekiz üyeden oluşan temsilcileri ise devlet başkanı tarafından ömür boyu görev yapmak üzere belirlendikten sonra senato tarafından onaylanmaktadır.

Ekonomik Durum

 20. yüzyılın başlarından bu yana dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD, kapitalist ekonominin ve küresel ekonomik sistemin merkezi konumundadır. 23 trilyon dolarlık millî geliri ile bu alanda ilk sırada yer alan ABD’de kişi başı ortalama yıllık gelir 70 bin dolar civarındadır. Ancak son yıllarda ülke ekonomisini tehdit eden ve giderek derinleşen kriz ve sorunlar, uzun vadede ABD ekonomisini büyük tehlikelerin beklediğini göstermektedir. Cari açığın piyasaya dolar sürülerek kapatılmaya çalışılması sebebiyle doların itibar kaybetmesi, başta avro olmak üzere farklı para birimlerinin küresel ticarette kullanılmaya başlanması, ülke genelinde yoksulluk, işsizlik ve gelir eşitsizliğinin giderek artması, nüfusun yaşlanmasıyla birlikte emeklilik, sağlık ve sigorta maliyetlerinin yükselmesi gibi sorunlar, ABD’nin karşı karşıya olduğu önemli ekonomik meseleler arasındadır. Bu durum özellikle Covid-19 salgını sürecinde çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Ülke ekonomisi büyük oranda çeşitlendirilmiş üretim kanalları, zengin yer altı ve yer üstü kaynakları, beyin göçüyle niteliği en üst seviyeye çıkartılmış iş gücü ve belki de hepsinden önemlisi askerî ve politik gücün ekonomik alana kanalize edilmesine bağlıdır.

Ekonomide öne çıkan sektörler oldukça fazladır ve bu açıdan ekonomide çeşitliliğin en üst düzeyde sağlandığı görülmektedir. Dünyanın en büyük ikinci sanayi ülkesi olan ABD’de başlıca sanayi kolları; petrol, madencilik, otomotiv, çelik, gıda işleme, kereste ve tüketim mallarıdır. İmalat sanayiinde havacılık, uzay, telekomünikasyon, kimya, elektronik ve bilgisayar sahaları öne çıkmaktadır. Hizmet sektöründe ise finans, sağlık, emlak, ulaşım, bilişim, eğlence ve sanat alanları oldukça gelişmiştir. Ülkede iş gücünün %80’den fazlası sanayi, hizmet ya da bu iki ana sektörün kesiştiği sahalarda istihdam edilmektedir. İmalat sektörünün iş gücündeki payı ise %16 civarındadır.

Tarım sektörünün istihdamda ve millî gelirdeki payı düşük olsa da tarımsal faaliyetler oldukça zengin ve verimlidir. Başlıca ürünler mısır, buğday, tahıllar, meyve-sebzedir. Ayrıca kümes hayvanı yetiştiriciliği, sığır ve domuz yetiştiriciliği, ormancılık, süt ve süt ürünleri üretimi de son derece yaygındır.

ABD doğal kaynaklar bakımından da oldukça zengin bir ülkedir. Ülkenin sahip olduğu en önemli yer altı kaynağı petroldür. Dünyanın hâlihazırda en büyük ham ve rafine edilmiş petrol üreticisi olan ABD’de günde 10 milyon varilin üzerinde ham, 20 milyon varilin üzerinde rafine edilmiş petrol üretilmektedir. Ülkedeki diğer doğal kaynaklar kömür, demir, bakır, fosfat, kurşun, molibden, boksit, cıva, altın, nikel, gümüş, çinko, tungsten, uranyum ve doğal gazdır.

Dış ticaret verilerine bakıldığında, ABD’nin dünyada en fazla ithalat yapan ülke olduğu, ihracat ve toplam hacimde ise Çin’in ardından ikinci sırada geldiği görülmektedir. 2020 yılı dış ticaret hacmi 1,4 trilyon doları ihracat, 2,4 trilyon doları ithalat olmak üzere toplamda 3,8 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. ABD’nin dış ticaretteki en önemli üç partneri Çin, Meksika ve Kanada’dır. Bu ülkeler toplam dış ticaretinin yaklaşık %45’ini karşılamaktadır. ABD’nin bu üç ülkeden her biri ile olan dış ticaret hacmi yarım trilyon doların üzerinde seyretmektedir. Dünyanın hemen her bölgesi ile güçlü ticari ilişkileri bulunan ABD’nin dış ticarette öne çıkan diğer partnerleri Almanya, Japonya, İngiltere, Güney Kore ve Vietnam’dır.

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin kökleri Osmanlı dönemine dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasındaki ilk diplomatik temas ise 1927 yılında kurulmuş ve o günden bu yana da gelişerek devam etmiştir. Dış siyasetini ABD ve Avrupa eksenli olarak kurgulayan Türkiye, günümüze kadar ABD’nin en önemli müttefiklerinden biri ve stratejik ortağı olmuştur. Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesi ve takip eden süreçte NATO’ya üye olması ile birlikte, iki ülke arasındaki ilişkiler politik ve askerî sahada daha da yoğunlaşmıştır. Ancak bütün bu süreçler boyunca ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarının Türkiye’nin beklenti ve önceliklerini karşılamaktan uzak olduğu ve tek taraflı kurgulandığı görülmüştür. ABD’nin özellikle Türkiye’nin 1990’lı yıllardan itibaren en önemli sorunu hâline gelen terör meselesindeki yaklaşımı, izlediği politika ve terör örgütleriyle olan ilişkileri, Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerilimli sürecin başlangıcı olmuştur. Bilhassa FETÖ terör örgütüyle ilişkileri ve örgüt liderinin iadesiyle ilgili süreç nedeniyle iki ülke ilişkileri oldukça hassas bir döneme girmiştir. Öte yandan ABD’nin Ortadoğu’da izlediği politikalar, 11 Eylül sonrası süreçteki işgal ve askerî operasyonları, Suriye’de yaşanan kaos ve iç savaş sürecindeki yaklaşımları, PYD/PKK/YPG terör örgütüyle ilişkileri ve kurduğu iş birliği, Doğu Akdeniz’deki enerji havzasına yönelik Türkiye’nin çıkarlarını yok sayan girişimleri, F-35 projesi ve S-400 Hava Savunma Sistemi’nin alınması sürecindeki tehdit ve yaptırımları başta olmak üzere, son yıllarda iki ülke ilişkilerinde tansiyonu yükselten pek çok kritik mesele bulunmaktadır.

2010’lu yılların ikinci yarısında ilişkileri oldukça gerilimli bir seviyeye taşıyan bu gelişmelere karşın, iki ülke arasındaki temaslar devlet başkanları, bakanlar, askerî yetkililer ve özel heyetler nezdinde en üst seviyede sürdürülmektedir. Söz konusu temasların, yaşanan süreçte her iki ülkenin de beklenti ve önceliklerini güvence altına alacak çözümler üretip üretemeyeceği ve ilişkilerdeki gerilimin durulup durulmayacağı zamanla görülecektir.

Türkiye ile ABD arasında geçmişten itibaren güçlü bir şekilde yürütülen ticari ilişkiler, 2000’li yıllardan sonra büyük bir sıçrama kaydetmiştir. Türkiye’nin Almanya, Rusya ve Çin’den sonra en büyük dördüncü dış ticaret ortağı olan ABD, 2021 verilerine göre ihracatta ikinci, ithalatta dördüncü sırada yer almaktadır. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2005 yılında 10 milyar dolar seviyelerindeyken, 2020 yılında 10,1 milyar doları Türkiye’den ABD’ye ihracat, 11,5 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 21,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’den ABD’ye ihraç edilen başlıca ürünler; halı, turbo jetler, otomobil, mücevherat, petrol yağları, yontulmaya uygun taşlar, kara ve hava yolu taşıtları için yedek parça, inşaat demiri ve diğer demir-çelik ürünler, çimento, traktör, tekstil ürünleri, buzdolabı ve donduruculardır. ABD’den Türkiye’ye ithal edilen başlıca ürünlerse; demir-çelik, petrol ürünleri, hava taşıtları, pamuk, taş kömürü, tıbbi ilaç, altın, kabuklu meyveler, odun hamuru, kara yolu taşıtları için yedek parça ve tıbbi cihazlardır.

İki ülke arasındaki ticari ilişkileri düzenlemek ve güçlendirmek maksadıyla 1985 yılında “Yatırımların Karşılıklı Korunması ve Teşviki”, 1996 yılında “Çifte Vergilendirmeyi Önleme” ve 1999 yılında “Ticaret ve Yatırım Çerçeve Anlaşması” imzalanmıştır. İki ülke arasında Serbest Ticaret Anlaşması da bulunmamaktadır.

ABD vatandaşları için öncelikli turizm rotası olmasa da Türkiye’yi yılda 500.000 civarında ABD’li turist ziyaret etmektedir. Türkiye vatandaşları da başta ticaret ve eğitim olmak üzere çeşitli gerekçelerle ABD’ye gitmektedir. Türk Hava Yolları’nın New York, Washington, Boston, Chicago, Los Angeles, Houston, San Francisco, Miami ve Atlanta’ya doğrudan seferleri bulunmaktadır.

Müslümanların Durumu

Müslümanların Amerika kıtasına Avrupalı sömürge güçlerinden daha önce ayak bastığı, Müslüman coğrafyacıların Kristof Kolomb’dan çok daha önce Pasifik Okyanusu’nu aşarak Amerika kıtasına ulaştığı, hâkim Avrupa merkezci tarih anlayışı tarafından kabul görmese de bugün artık bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte yaygın kabule göre, kıtadaki ilk Müslümanların Avrupalı sömürgeciler tarafından Afrika kıtasından çalıştırılmak üzere köle olarak getirilen Afrikalı Müslümanlar olduğu belirtilmektedir. Özellikle 18. yüzyılda bugünkü ABD topraklarına Batı Afrika’dan yarım milyon kadar insanın köle olarak getirildiği ve bunların yaklaşık %20’sinin Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bu insanların önemli bir bölümü inançlarından kopartılarak zaman içerisinde Hristiyanlaştırılmıştır. ABD’nin kurulduğu dönemde ülkede az sayıda da olsa Müslüman olduğu bilinmektedir.

Ülkeye esas büyük Müslüman göçü 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti ve Hindistan coğrafyasından gelenlerle yaşanmıştır. Bu dönemde Güney Asya ve özellikle Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelen Araplarla ülkedeki Müslümanların sayısı oldukça artmıştır.

ABD’ye Müslüman göçleri, takip eden süreçte de çeşitli siyasi, sosyal ve ekonomik gerekçelerle canlı bir şekilde devam etmiş ve etmektedir. Yüzyılın başlarında Arnavutlar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Tatarlar, 1930’larda İngiliz zulmünden kaçan Hintliler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet rejiminin baskıları ve Soğuk Savaş konjonktürü sebebiyle Balkan ve Kafkas coğrafyasından gelenler, 1948’den sonra Siyonist İsrail’in uyguladığı soykırım sebebiyle Filistinliler, 1960’lardan sonra yükseköğrenim için ve beyin göçü gibi faktörlerle nitelikli iş gücü olarak değerlendirilen eğitim seviyesi yüksek Müslümanlar; Türkler, İranlılar, Afganlar, Pakistanlılar, Afrikalılar, kısacası dünyanın dört bir yanından gelenler, ABD’de oldukça zengin renklere sahip bir İslam toplumu oluşmuştur.

ABD’deki Müslümanların kurumsallaşma yönündeki çabaları 19. yüzyılın sonlarında başlamış ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından giderek hızlanmıştır. Ülke Müslümanlarının zengin yapısı, sahih İslam anlayışına uygun mutedil oluşumlar kadar İslam inanç ilkelerinden oldukça uzak kabul ve uygulamaları benimsemiş olanların da ortaya çıkmasına ve gelişme imkânı bulmasına zemin hazırlamıştır. Bunda Amerikan yönetimlerinin siyasi yönlendirme ve politikalarının katkısı da inkâr edilemez bir gerçektir.

Bunlar arasında sahih İslam esaslarından oldukça uzak öğretilerle başlayan, ancak 20. yüzyıl ortalarında Malcolm X (Malik el-Shabazz) ile birlikte makul bir çizgiye evrilmeye başlayan siyahi Müslüman hareket, oldukça merkezî bir konumdadır. Hareketin ilk adımları 1913 yılında Noble Drew Ali tarafından kurulan Mağribi Amerikan İlim Mabedi (Moorish-American Science Temple) ile atılmış, 1930’larda Wallace Fard Muhammed tarafından kurulan İslam Milleti (The Nation of Islam) ile devam etmiştir. Onun 1934 yılında ortadan kaybolmasıyla Elijah Muhammed ülkedeki siyahi Müslüman hareketin yeni lideri konumuna gelmiştir. Elijah Muhammed ABD’deki siyahilerin İslam’a yönelmesinde etkili olsa da Wallace Fard’ın kendini Tanrı’nın tecessüm etmiş hâli (God in person) olarak görmesi gibi, o da kendini siyahilere gönderilmiş bir peygamber olarak görmüştür. İslam esaslarına uymayan bu anlayış, Malcolm X’in 1952’de İslam Milleti’ne katılmasından sonra değişmeye başlamıştır. Elijah Muhammed’in görüşlerindeki çarpıklığı fark eden Malcolm X, 1960’larda hareketi giderek daha mutedil bir çizgiye yönlendirmiş ve 1964’te İslam Milleti’nden ayrılarak müstakil bir yapılanmayla yoluna devam etmiştir. Ancak onun 21 Şubat 1965’te New York’ta şehit edilmesi, kurduğu yeni hareketin ABD ve dünya ölçeğinde büyümesini ve kurumsallaşmasını engellemiştir. İslam Milleti hareketi ise, yoluna Elijah Muhammed’in 1975’te ölümünün ardından yerine geçen oğlu Warith Deen Muhammed ile devam etmiştir. Hareket onun liderliğinde daha önceki çarpık öğretilerden önemli ölçüde kurtarılarak sahih İslam inancına yaklaştırılmıştır.

Siyahi Müslüman hareket dışında, ülkede belirli göçmen topluluklar tarafından kurulan irili ufaklı çok sayıda İslami yapılanma bulunmaktadır. Bunlar arasında kimi siyasi, kimi tasavvufi, kimi sosyal yönleriyle öne çıkan, sahih İslam anlayışına ve ehlisünnet çizgisine mensup yapılanmalar olduğu gibi, İslam’ın temel esaslarından oldukça uzak yapılanmalar da mevcuttur.

Günümüzde ABD’de Hristiyanlar ve Yahudilerden sonra en kalabalık üçüncü dinî topluluğu Müslümanlar oluşturmaktadır. Ülkede Müslümanların sayısı 3,5 milyonun üzerindedir (bazı görüşlere göre ise 4 milyonun üzerindedir) ve bu sayı nüfusun %1’den fazlasına tekabül etmektedir. Müslümanlar etnik köken, sosyoekonomik yapı vb. değişkenler bakımından en zengin dinî topluluktur. Ülke Müslümanlarının üçte ikisi Sünni’dir. Müslümanlar Washington, New York, New Jersey, Virginia, Texas, California, Detroit (Michigan), Chicago (Illionis) gibi şehir ve eyaletlerde yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte gerek dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman göçmenler gerek mevcut Müslüman nüfusun doğal artışı gerekse toplumun diğer kesimlerinin artan ilgisi sebebiyle İslamiyet ABD’de en hızlı yayılan inanç konumundadır. Önümüzdeki yıllarda Müslümanların ülkedeki en kalabalık ikinci dinî grup olması beklenmektedir. Ülkede hâlihazırda 2.000’den fazla cami bulunmaktadır.

ABD yönetiminin küresel ölçekte benimsediği İslam karşıtı söylem ve uygulamalar, ülke Müslümanlarına yönelik politikalara da yansımaktadır. Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül sonrası süreçte ABD’nin İslam karşıtlığını temel politika hâline getirmesi, ABD Müslümanlarının da potansiyel “terörist” olarak konumlandırılmalarına; eğitim, ticaret, toplumsal ve gündelik hayatta ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmalarına yol açmıştır. İslam karşıtlığı yasal düzenlemelere, güvenlik politikalarına, toplumsal eğilimlere, siyasi söylem ve uygulamalara yansımakta, bu da ülke Müslümanlarının hayatını bir hayli zorlaştırmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin araştırmaları, ülkede en fazla ayrımcılığa, sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalan dinî topluluğun Müslümanlar olduğunu ortaya koymaktadır.

Sosyoekonomik açıdan bakıldığında ABD’deki Müslümanların durumunun ülke ortalamalarıyla benzer seviyelerde olduğu görülmektedir. Oldukça farklı kesimlere mensup kitleler olmakla birlikte, Müslümanların eğitim seviyesi ülke standartlarını yakalamış durumdadır ve kimi araştırma verilerine göre, ülkedeki Müslümanların yarıdan fazlası üniversite mezunudur. Gelir seviyesi bakımından Müslümanların yaklaşık yarısı yıllık 50.000 doların, yaklaşık %20’si ise yıllık 100.000 doların üzerinde gelire sahiptir ki, bu rakamlar ülke ortalamasının bir miktar üzerindedir. Özellikle tıp, hukuk, bilgi teknolojileri, elektronik, yönetim gibi alanlarda üst düzey görev alan Müslümanların sayısı oldukça fazladır -ki bu durum ABD’nin sistematik olarak benimsediği beyin göçü politikasının doğal bir sonucudur.