Temel Göstergeler
Resmi AdıAlmanya Federal Cumhuriyeti
Yönetim BiçimiFederal parlamenter demokrasi
Bağımsızlık Tarihi9 Kasım 1918 (Weimar Cumhuriyeti)/3 Ekim 1990 (Doğu ve Batı Almanya’nın Birleşmesi)
BaşkentBerlin (3,7 milyon)
Yüzölçümü357.138 km2
Nüfusu83,5 milyon (2022)
Nüfusun Etnik Dağılımı%77 Alman, %23 göçmen kökenliler (Türkler, Polonyalılar, Ruslar, Kazaklar ve İtalyanlar)
İklimiGenel olarak ılıman iklim hâkimdir; doğu kesimlerde karasal iklim görülür, kışlar çok soğuk, yazlar kurak geçer.
Coğrafi KonumuOrta Avrupa ülkesi olan Almanya’nın doğusunda Polonya ve Çekya, batısında Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, kuzeyinde Baltık Denizi ve Danimarka, güneyinde İsviçre ve Avusturya bulunmaktadır.
KomşularıAvusturya (801 km), Çekya (701 km), Hollanda (575 km), Polonya (467 km), Fransa (418 km), İsviçre (348 km), Danimarka (140 km), Belçika (133 km), Lüksemburg (128 km), kıyı şeridi (2.389 km)
DilAlmanca (resmî), Türkçe, İngilizce, Rusça, Arapça en çok kullanılan azınlık dilleridir. Ayrıca Sorbca, Frizce, Romanca, Danca gibi bazı yerli azınlık dilleri de resmen tanınmıştır.
Din%53 Hristiyan, %40 dinsiz, %6 Müslüman, %1 diğer
Ortalama Yaşam Süresi81,3 yıl (2021)
Okuma-Yazma Oranı%99 (2018)
Para BirimiAvro
Millî Gelir4,2 trilyon dolar (2021 IMF)
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir50.788 dolar (2021 IMF)
İşsizlik Oranı%3,6 (2022)
Enflasyon Oranı%1,5 (2022)
Reel Büyüme Hızı%3,1 (2021)
Yoksulluk Oranı%14,8 (2018)
İhracat ÜrünleriOtomobil, kara taşıtları için yedek parça, tıbbi ilaç ve aşılar, hava taşıtları, elektronik entegre devreler, makine, bilgisayar, tıbbi cihaz, inşaat malzemeleri, motor, petrol yağları
İthalat ÜrünleriOtomobil, ham petrol, kara taşıtları için yedek parça, petrol yağ ve gazları, tıbbi ilaç ve aşılar, bilgisayar, telefon cihazları, izole tel ve kablolar, azotlu bileşikler
Başlıca Ticaret OrtaklarıABD, Fransa, Çin, Hollanda, İngiltere, İtalya, Avusturya, Polonya, İsviçre, Belçika, Çekya


Ülke Tarihi

Almanların tarih sahnesine çıkışı, Batı Roma İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Avrupa’da yaşanan siyasi boşluğun etkisiyle 8. yüzyılda olmuştur. Bu yüzyıldan itibaren Germen prenslikleri Avrupa’nın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. I. Konrad’ın Doğu Frank Krallığı tahtına çıktığı 911 yılı Almanya’nın siyasi tarihinin başlangıcı kabul edilmektedir. Yüzyılın devamında Germenler yayılım göstermiş ve 962 yılında pek çok Germen düklüğü birleşerek Roma-Germen İmparatorluğu’nu kurmuştur. Bu devlet çeşitli toprak değişimleri ve bölünmelerle varlığını 19. yüzyıla kadar sürdürmüştür. İmparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında, bugünkü pek çok Avrupa ülkesi bu sınırlar içerisinde yer almıştır. Günümüz Almanya’sı da imparatorluğun tarih sahnesinden çekildiği 1806 yılına kadar bu sınırlar içerisinde kalmıştır.

Devlet 13. yüzyıl ortalarında Habsburg Hanedanı’nın kontrolüne geçmiş ve 14. yüzyılda en geniş sınırlarına ulaşmıştır. 16. yüzyıl ortalarında Martin Luther öncülüğünde Kilise’ye yönelik başlatılan hareket, Protestanlığın doğuşunu hazırlamıştır. Reform hareketlerinin yol açtığı iç karışıklık ve kaos ortamı yanı sıra Osmanlı Devleti ile mücadelenin getirdiği olumsuz etkiler nedeniyle imparatorluk 1556’da ikiye bölünmüştür. Mezhep çatışmalarının zemin hazırladığı Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) ülkeyi büyük bir felakete ve yıkıma sürüklemiştir. Savaş sonrasında imparatorluğun etki alanı zayıflamış, böylece yüzyılın ikinci yarısında Prusya ve Avusturya siyasi etkinliklerini arttırmaya başlamıştır. Roma Germen İmparatorluğu, İkinci Viyana Kuşatması sırasında “Kutsal İttifak”ta yer alarak Osmanlı Devleti’nin mağlup edilmesinde pay sahibi olurken, Prusya ve Avusturya’nın Alman coğrafyasındaki güç mücadelesi 19. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir.

Fransız İhtilali sonrasında Avrupa yeniden şekillenirken, 1806’da Napolyon’un desteğiyle 16 Alman prensliğinin bir araya gelmesiyle kurulan Ren Konfederasyonu’nun imparatorluktan ayrılması, Roma Germen İmparatorluğu’nun da sonunu getirmiştir. Konfederasyona katılmayan Prusya ise Fransa ile girdiği savaşta mağlup olarak topraklarının yarısını kaybetmiştir. Ancak birkaç yıl sonra Napolyon’un yenilgiye uğraması sonrasında Ren Konfederasyonu dağılmış ve 1815’teki Viyana Kongresi ile aralarında Avusturya ve Prusya’nın da yer aldığı irili ufaklı 39 devletten oluşan bir Alman Konfederasyonu kurulmuştur. Takip eden yıllarda Prusya, Alman Konfederasyonu içerisinde giderek sivrilmiş ve özellikle Otto Von Bismarck liderliğinde Avusturya üzerinde üstünlük kurmuştur; bu süreç 1866’da konfederasyonun dağılmasıyla sonuçlanmıştır. 1868’e gelindiğinde bu defa Prusya liderliğinde bir Kuzey Almanya Konfederasyonu kurulmuştur. Bu yapı 1871’de I. Wilhelm’in imparator ilan edilmesiyle Alman İmparatorluğu’na dönüşmüş, Avusturya ise Macaristan ile birlikte 1867’den Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar varlığını devam ettirecek olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu oluşturmuştur.

Millî birliğini sağlamasının ardından hızla sanayileşen ve geride kaldığı sömürgecilik yarışında en önemli rakipleri Fransa ve İngiltere’ye karşı mevzi kazanmak isteyen Almanya, bir taraftan Afrika’da Togo, Kamerun, Namibya, Ruanda, Brundi ve Tanzanya’nın bir kısmını ve Pasifik’teki bazı adaları sömürgeleştirirken bir taraftan da Osmanlı Devleti üzerinden İslam coğrafyasındaki etkinliğini arttırmaya çalışmıştır. Ancak hızla güçlenerek Fransa ve İngiltere’ye karşı tehdit edici bir pozisyon alan Almanya’nın bu durumu, Birinci Dünya Savaşı’nın zeminini hazırlayan etkenlerden biri olmuştur. Savaşa Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile birlikte giren Almanya, savaştan büyük bir yenilgiyle çıkmış ve Kasım 1918’de gerçekleşen ihtilal, Alman İmparatorluğu’nun sonunu getirmiştir. Haziran 1919’da imzalanan Versailles Anlaşması ile savaş resmen sona ermiş ve ülkede 1933 yılına kadar devam edecek olan Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur.

Savaş sonrasında oluşan şartlar Almanya’da milliyetçi politikaları beslemiş, 1933 yılında Adolf Hitler’in iktidara gelişi Weimar Cumhuriyeti’nin de sonu kabul edilmiştir. Nazi Almanya’sı, Versailles Anlaşması’nın hükümlerini ortadan kaldırmayı öncelikli hedef olarak benimsemiş ve Alman ırkının üstünlüğü anlayışına dayanan Nazi politikaları, İkinci Dünya Savaşı’nın zeminini hazırlamıştır.

1939-1945 yılları arasında devam eden ve çoğunluğu sivil 50 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’nın baş aktörlerinden olan Almanya, savaşın ilk yıllarında hızlı bir ilerleme kaydederek başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok bölgeyi ele geçirmiş olsa da bu savaştan da büyük bir mağlubiyetle ayrılmıştır.

Savaş sonrasında Almanya, Müttefik Devletler tarafından işgal edilmiş ve biri Sovyet Rusya diğeri ise ABD, Fransa ve İngiltere kontrolünde olmak üzere Doğu Almanya (Alman Demokratik Cumhuriyeti) ve Batı Almanya (Federal Almanya Cumhuriyeti) devletleri ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş yıllarında bu devletler iki farklı ülke olarak varlığını sürdürürken, 1961 yılında Doğu’dan Batı’ya kaçışları önlemek için inşa edilen Berlin Duvarı, aynı zamanda Soğuk Savaş’ın da sembollerinden biri olmuştur. 9 Kasım 1989 tarihinde Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle iki ülke birleşmiş ve 3 Ekim 1990’da sürecin tamamlanması üzerine de Doğu kesimi Batı’ya dâhil olmuştur. Almanya hâlihazırda Avrupa Birliği (AB) ve NATO içerisindeki öncü pozisyonunu sürdürmektedir.

Siyasi Yapı

Federatif bir devlet yönetimini benimseyen Almanya Federal Cumhuriyeti, 16 eyaletten oluşmaktadır. Bu eyaletler şunlardır: Baden-Württemberg, Bavyera, Berlin, Brandenburg, Bremen, Hamburg, Hessen, Mecklenburg-Ön Pomeranya, Aşağı Saksonya, Kuzey Ren-Vestfalya, Rheinland-Pfalz, Saarland, Saksonya, Saksonya-Anhalt, Schleswig-Holstein, Thüringen.

Eyaletlerin kendi anayasaları, meclisleri ve başbakanları bulunmaktadır. Temel yasalar, ekonomik politikalar vb. hükümete ait olup, diğer konular eyaletlere bırakılmaktadır. Devlet yönetiminin başında bulunan federal cumhurbaşkanı beş yılda bir Federal Meclis Genel Kurulu tarafından seçilmekte ve iki dönem görev yapabilmektedir. Mart 2017’den bu yana cumhurbaşkanlığı görevini Frank-Walter Steinmeier sürdürmektedir.

Ana yasama organı “Bundestag” ve federal yasama organları “Bundesrat”tır. Ana yasama organı olan federal parlamento, üyeleri dört yılda bir yapılan seçimlerle belirlenen federal meclis ve eyalet meclisi temsilcilerinden oluşmaktadır. Eylül 2021’de gerçekleştirilen son federal meclis seçimlerinden Olaf Scholz liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti (SPD) %25,7 oyla birinci parti olarak çıkmış ve 206 sandalye kazanmıştır. Angela Merkel liderliğinde 2005, 2009, 2013 ve 2017 seçimlerinden galip ayrılan CDU/CSU ise %24,1’le seçimi ikinci sırada tamamlamış ve 197 sandalye kazanabilmiştir.  Seçimlerin ardından aralık ayında SPD, Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP) ile hükümeti kurmuş, Olaf Scholz da Merkel sonrasında yeni şansölye olarak göreve başlamıştır.

Uzun yıllardır ülkede var olan “aşırı sağ”, ülke siyasetindeki etkinliğini her geçen yıl arttırmakta, başta Türklere yönelik olmak üzere göçmen karşıtı tutumlar ve İslam düşmanlığı, politik bir tavır olarak ciddi biçimde toplumsal tabanda karşılık bulmaktadır. Nitekim aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD), son seçimlerde %10,3 oy alarak bir önceki dönemde olduğu gibi mecliste yerini korumuştur.

Ekonomik Durum

Güçlü sanayisi, zengin doğal kaynakları, çeşitlendirilmiş ekonomisi, yüksek alım gücü ve nitelikli iş gücü ile Almanya, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden biridir. Ülke 4,2 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasılası (GSYİH) ile ABD, Çin ve Japonya’dan sonra dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi konumundadır. İşsizlik ve enflasyon oranlarının düşük seviyede olduğu ülkede, yoksulluk özellikle göçmenler arasında daha yüksektir. Ülke bazındaki yoksulluk oranı %15 civarındadır. Ekonomik açıdan en önemli sorun alanları, gelir ve fırsat eşitsizliği, yaşlanan nüfus, düşük yatırım, Avro bölgesi ve AB nezdinde yaşanan kırılganlıklardır.

Almanya ekonomisi pek çok sektörde dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almaktadır. Hizmet sektörü istihdamın %74’ünü, GSYİH’nin %68’ini, sanayi sektörü ise istihdamın %24’ünü, GSYİH’nin %30’unu karşılamaktadır. Öne çıkan sektörler; imalat sanayi, demir-çelik, telekomünikasyon, otomotiv, kimya, kömür, çimento, makine, elektronik, gemi, tekstil ve gıdadır. Mercedes-Benz, BMW, Volkswagen, Audi, Porsche gibi otomotiv şirketlerinin yanı sıra Siemens, Allianz, Adidas, Bosch ve Deutsche Telekom da Almanya’nın küresel ölçekli tanınmış markalarından bazılarıdır.

Ülke turizm açısından da önemli bir potansiyele sahiptir. Yıllık 40 milyon civarındaki yurt dışı ziyaretçi sayısıyla bu alanda dünyada ilk 10 ülke arasında yer alan Almanya’da başkent Berlin Avrupa’nın en çok ziyaret edilen üç şehrinden biridir. Covid-19 küresel salgını sebebiyle 2020-2021 yıllarında sekteye uğramış olmakla birlikte, sektörün ülke ekonomisine sağladığı yıllık gelir 40 milyar doların üzerindedir. Bu miktar iç turizm gelirleriyle birlikte 100 milyar doları aşmaktadır.

Almanya tarımsal potansiyel ve kaynaklar açısından da zengin olmakla birlikte, sektörün ülke ekonomisindeki payı oldukça düşüktür. Ülkedeki tarımsal arazi 17 milyon hektar, ormanlık arazi ise 11 milyon hektardır. Yetiştirilen başlıca ürünler; patates, arpa, şeker pancarı, buğday ve sebze çeşitleridir; ayrıca domuz, kümes hayvanı ve sığır yetiştiriciliği de yaygındır.

Ülkenin yer altı kaynakları açısından fazla zengin olduğu söylenemez. Başlıca madenler kömür, linyit, demir, nikel, bakır, potasyum ve uranyumdur. Almanya yer altı kaynakları konusunda büyük oranda dışa bağımlı olsa da yenilenebilir enerji konusunda önemli bir seviye yakalamıştır. Ülkedeki mevcut nükleer santrallerin önümüzdeki yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değiştirilmesi planlanmaktadır.

Almanya dış ticarette hem ihracat hem ithalat hem de toplam hacim bakımından ABD ve Çin’in ardından dünyanın en büyük üçüncü ticaret ülkesi konumundadır. 2020 yılında dış ticaret hacmi 1,37 trilyon doları ihracat, 1,17 trilyon doları ithalat olmak üzere toplamda 2,5 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret ürünleri oldukça zengin bir yelpazeye sahip olup, çok geniş bir coğrafyaya hitap etmektedir. Almanya’nın dış ticaretteki en önemli partnerleri ABD, Fransa, Çin ve Hollanda’dır.

Avrupa’daki merkezî konumunun verdiği avantajla Almanya ulaşım açısından da önemli bir potansiyele sahiptir. Gerek kara gerek hava gerekse deniz yolu açısından dünyanın en gelişmiş ağlarından birinin bulunduğu Almanya, yoğun bir ticari ulaşım trafiğine sahiptir.

Türkiye ile İlişkiler

İki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin geçmişi 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti ile Prusya Krallığı arasında imzalanan barış anlaşmasına kadar uzanmaktadır. Osmanlı askerî teşkilatının modernizasyonu konusunda Almanya ile olan yakın iş birliği devam etmiş, 19. yüzyılın sonlarında II. Abdülhamid döneminde ilişkiler daha da güçlenmiştir. Nitekim iki ülke Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olarak aynı safta yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın bölünmesiyle birlikte, Soğuk Savaş şartları bağlamında Türkiye ile Batı Almanya arasındaki ilişkiler devam etmiştir.

Günümüzde Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler oldukça yakın ve sıcak temasla devam etmektedir. İki ülke arasındaki siyasi ziyaretler, devlet başkanlığı, bakanlıklar ve üst düzey bürokratlar arasında kesintisiz sürmektedir.

Ülkemizin Berlin Büyükelçiliği dışında Berlin, Münih, Düsseldorf, Essen, Frankfurt, Hamburg, Hannover, Karlsruhe, Köln, Mainz, Münster, Nürnberg ve Stuttgart’ta birer başkonsolosluğu, Almanya’nın da Ankara Büyükelçiliği dışında İstanbul ve İzmir’de başkonsoloslukları, Antalya’da konsolosluğu, ayrıca Trabzon, Kayseri, Edirne, Muğla ve Bursa’da birer fahri konsolosluğu bulunmaktadır.

1961’de imzalanan İşgücü Anlaşması, iki ülke ilişkileri açısından bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Bu tarihten itibaren ülkemizden yüz binlerce kişi çalışmak üzere Almanya’ya göçmen işçi olarak gitmiş ve bu sayı 1970’lerin ortalarında gidenlerin ailelerini de yanlarına almalarıyla milyonlara ulaşmıştır. Günümüzde bu sayının -bir kısmı Alman vatandaşı olmak üzere- 3 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir ki, bu da ülke nüfusunun %3,5’ine tekabül etmektedir. Ancak son yıllarda Alman Devleti’nin gerek ülkedeki Türklere yönelik hukuk dışı uygulamaları gerek Türkiye’nin iç siyasetine yönelik müdahaleleri gerekse uluslararası kamuoyunda Türkiye’ye karşı takındığı olumsuz tavrı, iki ülke arasındaki ilişkilerde gerilime yol açmaktadır. Özellikle 2016 yılında Alman Federal Meclisi’nin 1915 olaylarını sözde “soykırım” olarak tanıması, bu noktada en ciddi kırılmalardan biri olmuştur.

İki ülke arasındaki ticari ilişkiler oldukça güçlü ve Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Zira Almanya, ülkemizin ihracatta en büyük, ithalatta üçüncü büyük partneri konumundadır. Karşılıklı dış ticaret hacmi, 2021 yılında 19,3 milyar doları Türkiye’den Almanya’ya ihracat, 21,7 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 41 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen ürünlerin çok büyük bir kısmını sanayi ürünleri oluşturmaktadır. Başlıca ihracat kalemleri; motorlu taşıtlar, makine ve cihazlar, tekstil ürünleri, elektrikli cihazlar, demir-çelik ürünler, kauçuk ve kauçuktan üretilmiş ürünler ve mücevherattır. Almanya’dan ithal edilen başlıca ürünlerse; makine ve mekanik cihazlar, motorlu taşıtlar, elektronik cihaz ve ürünler, plastik mamuller, eczacılık ürünleri, tıbbi cihazlar, demir-çelik ürünleri ve hava taşıtlarıdır.

İki ülke arasındaki yatırımlar her geçen yıl artmaktadır. Ülkemizdeki Alman menşeli firma sayısı 10.000’e yakın olup, Almanya’nın ülkemizdeki yatırımları 15 milyar dolara yaklaşmıştır. Türkiye’nin de Almanya’ya yönelik yatırımları artmaya devam etmektedir. Ülkede yarım yüzyılı aşkın bir süredir bulunan ve bugün üçüncü/dördüncü nesle ulaşan göçmenler, işçi olarak gittikleri Almanya’da 1980’lerden itibaren işveren pozisyonunda yer almaya ve ülke ekonomisine katkı sunmaya başlamıştır.

Müslümanların Durumu

Almanların Müslümanlarla ilk temasının 10. yüzyılda Abbasiler ve Endülüs Emevileri ile kurulan ilişkiler çerçevesinde sağlandığı ifade edilmektedir. Takip eden yüzyıllarda yaşanan haçlı seferleri, ilişkilerin tarihî ve fikrî altyapısını teşkil etmiştir. 18. yüzyıldan itibaren Prusya İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasındaki iyi ilişkiler ve özellikle II. Abdülhamid dönemindeki siyasi yakınlaşma, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile İslam coğrafyasının temsilcisi konumundaki Osmanlı’nın savaşa ittifak hâlinde girmesine zemin hazırlamıştır. Sömürgecilik yarışına geç giren Almanya, özellikle İngiltere ve Fransa’ya karşı, İslam coğrafyasındaki etkinliğini arttırabilmek adına Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirmek ve hilafet kurumunun gücünü arkasına almak için yoğun çaba harcamıştır.

Savaş sonrasında Almanya’ya yerleşen sınırlı sayıda Müslüman, modern dönemde Almanya’daki ilk Müslüman grubu oluşturmuş, İkinci Dünya Savaşı esnasında da Sovyet Rusya’dan Almanya’ya gelen gruplar olmuş, bunların bir kısmı savaş sırasında hayatını kaybetmiş, bir kısmı da savaş sonrasında Sovyetler Birliği’ne iade edilmiştir, çok az bir kısmı da Almanya’da kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda alınan ağır mağlubiyetin ardından galip devletler tarafından Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünen Almanya’da, Doğu kesimi Sovyet Rusya’nın etki alanında kalırken Batı Almanya, 1960’lardan itibaren ciddi bir toparlanma sürecine girmiştir. Bu süreçte yoğun biçimde açığa çıkan iş gücü ihtiyacının karşılanması için önce İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerden işçi alımı yapılmış, fakat verimlilik sağlanamayınca söz konusu ihtiyacın karşılanmasında başta Türkiye olmak üzere farklı ülkeler öne çıkmıştır. Böylece 1960’lardan itibaren her yıl yüz binlerce Müslüman göçmen, işçi statüsünde Almanya’ya giriş yapmıştır. Önceleri belirli bir süre çalıştıktan sonra geri dönecekleri öngörülen bu işçilerin, zaman ilerledikçe kalıcı oldukları anlaşılmış, bu durum ülkede çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Müslüman göçmenlere yönelik entegrasyon politikalarını gündeme getirmiştir. Almanya’ya ekonomik gerekçelerle yaşanan göçlerin yanı sıra özellikle 1980’lerden itibaren siyasi gerekçelerle de yoğun göçler olmuştur. Almanya’nın bilhassa son yıllarda Türkiye’ye yönelik geliştirdiği olumsuz bir tavır olarak, terör yapılanmalarıyla ilişkili kişilerin iltica taleplerine olumlu yanıt verdiği de görülmektedir.

Günümüzde Almanya’daki Müslümanların sayısı, çoğunluğu Türk olmak üzere 5 milyon civarındadır ki, bu sayı ülke nüfusunun yaklaşık %6’sına tekabül etmektedir. Türklerden sonra en kalabalık milletler Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar, İranlılar ve Afganlardır. Ülkedeki 5 milyon Müslüman’ın yarısına yakını Alman vatandaşıdır. Ülkede Hristiyanlardan sonra ikinci kalabalık dinî grubu teşkil eden Müslümanlar, Almanya’nın pek çok bölgesine yayılmış olmakla birlikte daha ziyade eski Batı Almanya şehirlerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle Kuzey Ren Westfalya eyaleti Müslümanların en yoğun bulunduğu eyalettir.

Müslümanların Almanya’da kurumsallaşma sürecine girmesi 1970’lerin başlarından itibaren gündeme gelmiş ancak bu süreç, resmî makamların engelleyici yaklaşımı, marjinal yapılanmaların tesiri, kurumlar arasındaki iş birliğinin zayıflığı gibi gerekçelerle oldukça ağır ve sancılı ilerlemiştir. Öte yandan anayasal yapısı itibarıyla İslam Almanya’da siyasi makamlarca resmî olarak tanınmamaktadır. Dinî cemaatler ise tüzel kişilik olarak yasal düzenlemelerde karşılık bulabilmektedir. Günümüzde Almanya’da 3.000 kadar cami vardır. Bunlardan Türkler tarafından yaptırılanların bir kısmı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), bir kısmı da diğer dinî ve sosyal kuruluşların uhdesindedir.

Almanya’daki Türkler, 1970’li yıllardan bu yana devam eden entegrasyon ve uyum politikaları kapsamındaki uygulamalar çerçevesinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmış, bu süreç aynı zamanda ülkede Türklere karşı oluşan ön yargı ve düşmanlığa da zemin hazırlamıştır. Türklere karşı takınılan dışlayıcı tutum, geride kalan yarım yüzyılı aşkın sürede ticaretten eğitime, siyasetten güvenliğe kadar hayatın hemen her alanında kesintisiz gözlenmektedir. Ülkede neredeyse her gün bir cami kundaklanmakta, içinde sivillerin olduğu binalar ateşe verilmekte, Türk esnaflar faili meçhul cinayetlere kurban gitmekte, Türk çocukları eğitim hayatında ayrımcı uygulamalarla sürecin dışına itilmektedir. Bu yaşananlar Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkileri de olumsuz etkilemektedir.

Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından İslam’ın küresel aktörlerce yeni düşman olarak belirlenmesi, 11 Eylül olayları ve sonrasında taşeron örgütler üzerinden İslam’ı terörle özdeşleştirmeye dönük manipülasyonlar, diğer Batı toplumlarında olduğu gibi Almanya’da da İslam düşmanlığını körüklemiştir. “Aşırı sağ” olarak tanımlanan ırkçılar ve Müslüman karşıtı yasal ve yasa dışı yapılar, Alman derin devletinin de desteğiyle giderek güçlenmiştir.

Ülkedeki Müslümanların en çok sorun yaşadığı alanlardan biri eğitimdir. Müslümanlar ilkokul çağından başlayarak eğitim hayatında çifte standarda maruz kalmakta ve çoğunlukla akademik hayatın dışında işlere yönlendirilmektedir. Bu yaklaşım için de özellikle Almancalarının yeterli olmayışı gerekçe gösterilmekte ve Müslüman çocukların önemli bir bölümü üniversite eğitimi almalarını neredeyse imkânsız kılacak okullara, hatta bir kısmı sadece bu gerekçeyle zihinsel engellilerin eğitim aldığı kurumlara yönlendirilmektedir. Öte yandan din eğitimi de Müslümanlar için ciddi bir sorundur. Yıllar içerisinde bu konuda yasal bazı düzenlemeler yapılmış olsa da atılan adımların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Son olarak 1999 yılında din bilgisi derslerinin Almanca verilmesi yönünde bir karar alınmıştır. Eğitim hayatı ve din eğitiminde yaşanan sorunların da etkisiyle ülkedeki genç Müslüman nüfus arasında kimlik ve aidiyet problemi giderek artmaktadır. Zira farklı bir kültür ve inanç iklimi içerisinde yetişen nesillerin bu durumla başa çıkabilmeleri için güçlü kurumsal çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

 Son yıllarda Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle vatanlarından kopartılan milyonlarca Suriyeli için de Avrupa ülkeleri önemli bir hedef olmuştur. Büyük oranda kaçak yollarla AB bölgesine giriş yapabilen mültecilerin Avrupa’da en çok yöneldiği ülkelerin başında Almanya gelmektedir. Hâlihazırda ülkede 1 milyonun üzerinde Suriyeli mültecinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Suriyeli mülteciler oldukça zor koşullar altında hayata tutunmaya çalışmakta, bu esnada can, mal ve ırz güvenliklerine yönelik tehditlere maruz kalmaktadır. Özellikle ebeveynsiz çocuk ve gençler, kadınlar ve yaşlılar, başta suç örgütleri, organ mafyaları ve insan kaçakçıları olmak üzere kötü niyetli tüm kesimlerin istismarına karşı son derece savunmasız durumdadır.