Tektonik silah, dünyanın jeolojik yapısına müdahale ederek belirli bir bölgede deprem, volkan ve benzeri doğal afetleri oluşturabileceği varsayılan modern bir silah teknolojisi olarak kabul edilmektedir. 1992 yılında ilk defa Aleksey Vsevolovidich Nikolayev[1] tarafından tektonik veya sismik silah adı altında tanımlanan bu sistemin, dünyanın derin katmanlarında birikmiş olan enerjiyi kullanarak yıkıcı depremlere sebep olabileceği ifade edilmiştir.[2] Sayısız komplo teorisine de konu olan bu silahın yeryüzünde meydana gelen herhangi bir doğal afetin de tetikleyicisi olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

Yeryüzünün derin katmanlarındaki elektromanyetik dalgaları manipüle ederek belirli bölgelerde deprem riski oluşturabileceği düşünülen bu silahların geliştirilmesiyle ilgisi olduğu düşünülen programların ilk olarak Sovyetler döneminde ortaya çıktığı bilinmektedir. Söz konusu propramlar Sırp asıllı Nikola Tesla’dan etkilenilerek oluşturulmuştur. Mercury ve Volcano adı verilen bu programlar Sovyet Rusya döneminde Ukrayna’da geliştirilmeye çalışılmıştır. Projenin ABD tarafından sabote edildiği, bunun da 1986 yılında Çernobil faciasına[3] sebep olduğu, Ukrayna’da meydana gelen bu facia ile Sovyetlerin üzerinde çalıştığı bu projenin derdest edildiği düşünülmektedir.

Çernobil felaketinden birkaç yıl sonra Sovyet Rusya’nın çöküşüyle birlikte ABD’nin kendi HAARP[4] üssünü kurduğu bilinmektedir. Yüksek Frekanslı Etkin Auroral Araştırma Programı olarak da ifade edilen bu program ABD Silahlı Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Alaska Üniversitesi’yle ortaklaşa yürütülmektedir. Dr. Bernard Eastlund[5] bu projenin ABD’deki kurucularındandır. ABD söz konusu programın amacının atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek, denizaltılarda haberleşmeyi kolaylaştırmak, radar sistemlerini geliştirmek, petrol, doğalgaz ve mineral kaynaklarını tespit etmek, Cruise füzeleri[6] vb. her türlü saldırıda bu silahları ve uçakları havada imha edebilmek[7] olduğunu belirtmiştir. Ancak ABD’nin yaptığı bu açıklamanın aksine Gordon James Fraser Macdonald,[8] geliştirilen bu HAARP teknolojisinin anlatıldığı kadar masum olmadığını ve bu teknolojinin iklimleri değiştirebileceğini, kutupların erimesine yahut yerinden kaymasına sebep olabileceğini, ozon tabakasının delinmesine yol açabileceğini, dünyanın enerji alanları ile oynayarak her türlü çevresel felaketin ortaya çıkmasına sebebiyet verebileceğini ifade etmiştir. Ayrıca Eastlund da bu projenin dünyanın manyetik alanını değiştirebileceğini ve elektromanyetik titreşimlerle askerî olarak bir savunma geliştirilebileceğinin mümkün olduğunu söylemiştir.

Dünya üzerinde meydana gelen birtakım olaylar, ABD’li jeofizikçiyi ve Eastlund’u doğrular niteliktedir. Yaşananlar ABD’nin söz konusu araştırmalarıyla ilgili yapmış olduğu açıklamaların güvenilirliklerine de gölge düşürmektedir. Leeds Üniversitesi’nde Jeofizik dalında kıdemli öğretim görevlisi olan Roger Clark’a[9] göre de HAARP ve benzeri teknolojilerin önceden kurgulanmış depremlere, tsunamilere, fırtınalara ve kuraklıklara yol açması, dünyanın herhangi bir yerinde planlanmış bir eko-terörizm saldırısına sebebiyet vermesi imkânsız değildir ancak ihtimal dışıdır.

Birçok komplo teorisine konu olan elektromanyetik dalgalar yolu ile iklimleri değiştirme, depremler yaratabilme, volkanları harekete geçirebilme yeteneğine sahip olduğu varsayılan bu silahların dünyayı yönetmek ve hükümetleri kontrol altında tutmak amacıyla kullanıldığı düşünülmektedir.

Çünkü bu tür büyük felaketler, hükümetlerin itibarlarını toplumlarının gözünde yerle bir etmekte ve devletler bütün mekanizmalarıyla küçük düşmektedir. Ayrıca depremler, yaşandıkları ülkeleri iktisadi anlamda da derin çıkmazlara sürükleyebilmektedir. Toplum nezdinde küçük düşen ve ekonomik bunalıma giren devlet mekanizmaları da ayağa kalkabilmek amacıyla bir desteğe ihtiyaç duymakta, ihtiyaca binaen aradığı desteğin karşılanabilmesi için daha baskın olan diğer devlet otoritesine kendi rızasıyla boyun eğmek zorunda kalmaktadır. Ayrıca yardıma muhtaç olan devletin coğrafyası her türlü misyonerlik ve casusluk faaliyetine de açık hale gelebilmektedir. Kısacası bir devlet, söz konusu eko-terörizm saldırıları ile başka bir devlet üzerinde rahatlıkla hegemonya kurabilmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere tüm bu sebeplerden ötürü ABD tarafından dünyanın çeşitli yerlerinde tektonik silahların kullanıldığı düşünülmektedir.

Bunlardan bir tanesinin 1999 yılında Gölcük’te yaşanan deprem olduğu da varsayılmaktadır. Bazı uzmanlara göre bu deprem doğal yollarla oluşmuş bir deprem değildir ve kesinlikle elektromanyetik dalgaların manipüle edilmesiyle meydana gelmiştir. Depremden birkaç gün evvel kendiliğinden değişen radyo kanalları, Büyükada’da görülen mavi ışık topu, balıkçıkların denizin dibinden çıkardıkları yanmış kablolar ve depremin meydana geldiği gün Gölcük’teki donanma üssünde yapılan devir teslim töreni sırasındaki eğlenceyi düzenleyen kuruluşun bütün elektronik sistemlerinin aniden bozulması, buna ilaveten havai fişekleri kontrol eden mekanizmaların kendiliğinden ateşlenmesi bu iddiaların delili olarak gösterilmiştir. Burada dikkat çekilmek istenen husus, depremden çok önce bölgede bir elektro manyetik alanın zaten var olduğudur.

Ayrıca yine o dönemde depremden birkaç gün önce İsrail, ABD ve İngiltere tarafından Marmara denizinde uluslararası birtakım deniz tatbikatları gerçekleştirildiği de bilinmektedir. İlginç olan bir başka detay ise, deprem akabinde İsrailli kurtarma ekiplerinin iki saat sonra, Trakya kurtarma ekibinin ise 24 saat sonra bölgeye ulaşabilmesidir. Burada akla gelen ilk soru, İsrailli kurtarma ekiplerinin bu kadar hızla bölgeye intikal etmesinin arkasında bilmediğimiz bir ön hazırlık nedeninin mevcut olup olmadığıdır. Ayrıca bu denli devasa bir depremin sismografi kayıtları toplumdan uzun süre gizlenmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Kandilli Rasathanesi’nde Ahmet Mete Işıkara ile basına kapalı bir toplantı gerçekleştirdiği de gözlerden kaçmayan bir detay olarak tarihte yerini almıştır.

1999 Gölcük Depremi sonrasında Türkiye ekonomik ve sosyal anlamda bir istikrarsızlık girdabına sürüklemiştir.[10] Yaşanan felaket bölgeyi her türlü istihbarat ve misyonerlik faaliyetlerine de açık hale getirmiştir.[11] Ayrıca Japonya’da meydana gelen Kobe Depremi,[12] Haiti’de[13] meydana gelen deprem, 2012 yılında Türk uçağının Suriye sınırında düşürülmesi[14] gibi pek çok olayın da tektonik silahlar aracılığıyla gerçekleştirildiği yönünde yaygın bir inanç mevcuttur.

Ancak dünyanın jeolojik yapısını etkileme yeteneği olduğu iddia edilen tektonik silahlarla ilgili hâlihazırda somut bir delil bulunmamaktadır. Söz konusu bu durumlarla ilgili yapılan yorumların birçoğu da herhangi bir kanıta dayanmayan, tahmini ifadelerdir. Bilim insanlarının ekseriyeti bu tür yaklaşımların yalnızca komplo teorisinden ibaret olduğunu, hiçbir koşulda gerçeklik taşımadığını ifade etmişlerdir. Ayrıca bazı görüşler, bu tür kurguların ABD’nin psikolojik savaş taktiğinin bir ürünü olduğunu da ileri sürmektedir. Buna göre ABD kendi toplumunu ve dünya milletlerini son derece gelişmiş bir teknolojiye sahip olduğuna inandırarak rakiplerine karşı psikolojik bir üstünlük elde etmeye çalışmaktadır.

Gerçek olan şu ki, teknolojide her dakika bambaşka bir boyuta evrilen bir dünyada, bahsi geçen tektonik silahların var olup olmadığı, geliştirilip geliştirilemeyeceği veya kullanılıp kullanılamayacağı konusu daha uzun süre gizemini koruyacak gibi. 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Gölcük Depremi ise, Türkiye Cumhuriyeti halkının içinde derin bir sızı olarak kalmaya devam edecektir.

 

 


[1] Rusya Bilimler Akademisi’nin muhabir üyesidir. Bu akademi bütün Rusya Federasyonu sınırları içerisinde, bilimsel araştırma enstitüleri ağına ve buna ek olarak kütüphaneler, hastaneler ve yayın organları gibi sosyal ve bilimsel birimlere de sahiptir bk. https://en.wikipedia.org/wiki/Russian_Academy_of_Sciences (16.08.2016).

[2] JPRS-UES-92-005, 3.10.1992, Foreign Broadcast Information, “JPRS Report”, Science&Technology, Central Eurasia: Earth Sciences, 9980128179, s. 2-13.

[3] Çernobil reaktör kazası, bir deney sırasında meydana gelen 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır. Ukrayna’nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki Nükleer Güç Reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salınmıştır, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ernobil_reakt%C3%B6r_kazas%C4%B1 (16.08.2016).

[4] https://en.wikipedia.org/wiki/High_Frequency_Active_Auroral_Research_Program (16.08.2016).

[6] “Cruise” füzesi uçuş süresinin tamamında veya büyük bir kısmında normal bir uçak gibi uçan ancak pilotu olmayan güdümlü silah sistemlerine verilen genel bir isimdir. Cruise füzelerinin oldukça eski bir geçmişi vardır. Kolay yapımları, diğer füze sistemlerine nazaran daha ucuz olmaları ve değişik yerlerden; havadan, karadan ve denizden fırlatılabilmeleri onları cazip hale getirmiştir, http://www.tayyareci.com/makaleler/cruise.asp (16.08.2016).

[8] Amerikalı jeofizikçi ve çevrebilimci, bk. https://en.wikipedia.org/wiki/Gordon_J._F._MacDonald (16.08.2016)

[10] “İki kere öldük!” http://www.yenisafak.com/arsiv/1999/agustos/20/index.html; “Devletin 33 Yıllık Afet Borcu Var” http://www.yenisafak.com/arsiv/1999/agustos/20/index.html (16.08.2016).

[11] “Dört Yaz Önce Ne Yaptığınızı Biliyoruz”, Sosyal ve Siyasal Çözülmenin İşaret Fişeği Deprem’e Farklı Bir Bakış, Behiç Gürcan. s. 3-16.

[12] Büyük Hanşin Depremi, 17 Ocak 1995 tarihinde Japonya’nın batısındaki yoğun nüfuslu Kansai bölgesinin Kobe kentini vurmuş, Richter ölçeğinde 7,2 büyüklüğündeki depremdir. Deprem anı ve sonrasında çıkan yangınlarda 1,5 milyon nüfuslu kentte ölü sayısı 6.200’leri bulmuş, Japonya ekonomisine de büyük darbe indirmiştir, bk. https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Han%C5%9Fin_Depremi (16.08.2016).

[13] Haiti Depremi merkez üssü başkent Port-au-Prince’e 25 km uzaklıkta olan ve 7,0 Richter büyüklüğünde gerçekleşen deprem, bk. https://tr.wikipedia.org/wiki/2010_Haiti_depremi (16.08.2016).

[14] 22 Haziran 2012 tarihinde, Suriye tarafından ihtarsız olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine ait RF-4E Phantom keşif uçağının düşürülmesi olayıdır. Malatya Erhaç 7. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda konuşlu 173. Filo’ya ait RF-4E Phantom model uçak tek başına, silahsız ve tanıtma sistemi açık olduğu halde sınır ihlali gerekçesi ile Suriye tarafından ihtarsız olarak düşürülmüştür, bk. https://tr.wikipedia.org/wiki/2012_T%C3%BCrk_F-4_Phantom_u%C3%A7a%C4%9F%C4%B1n%C4%B1n_d%C3%BC%C5%9F%C3%BCr%C3%BClmesi; ayrıca bk. http://www.dunyavegercekler.com/haber/28218-turk-ucagi-lazer-ile-mi-vuruldu.html (16.08.2016).